GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
5 Ağustos 2011 Cuma

Kemalizm’in dramı

Bu yazıyı kaleme alırken, kendime şu soruyu sordum: “Senin Kemalistler ile alıp veremediğin ne?”
Aslında bu sorunun yanıtı, nereden baktığıma bağlı olarak değişiyor.
Tam bağımsızlık isteyen, emperyalizme karşı siyasal tutum alan Kemalistler bana çok romantik göründüğünden, görüşlerini tam olarak paylaşmasam da sempatiyle bakabiliyorum.
Fakat, yurtta ve dünyada olan-bitene Kemalist şablon ile bakmaları ve çözüm üretmek yerine sadece itiraza dayalı bir siyaset anlayışını dayatmaları ise son derece sevimsiz. Devlet politikaları pozisyon almak ve pozisyon korumak üzerine kurulu olan Kemalizm, 40 yıldır yaratıcı ve üretken olamıyor.
Hele sübjektif yaklaşımları hiç çekilecek gibi değil: ‘Herkes Kemalist olacak’ ve türevi yaklaşımlar.
 
Kemalistleri dinlerken aldığım epik ve nostaljik tatların etkileyici olduğunu söylemeliyim. Ülke ve dünya algıları şaşırtıcı biçimde otantik.
Kuruluş yıllarında kalmış bir dille, o yılların sorunları ve çözümlerini yinelemekten hiç bıkmıyorlar.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını canlandıran bir tiyatro oyununu sahneler gibi siyaset yapan Kemalistlerin indinde, onları eleştirmek, Atatürk’ü eleştirmekle aynı şey.
Atatürk’ü tabulaştırarak sağlanan dokunulmazlık zırhının ardında siyaset yapmak, İslamcıların izlediği yoldan çok farklı değil.
 
Kemalistler, “Cumhuriyet bizden sorulur” tavrı ile halkı karşısına alırken, sağcı partiler, “halk bizden sorulur” diyerek, halk desteğini arkasına almayı bildi.
Jakoben geleneğin de bir sonu var, değil mi!..
Hem devrimci olacaksın hem de statükoya sıkı sıkıya bağlı olacaksın! Olacak şey değil. Devrimlerin kendini yenileme yeteneği yitince, değişim ihtiyacı ortaya çıktığında sosyal dinamikleri çalışmaz. Böyle durumlarda, işlemeyen dinamiklerin yerini askeri darbeler alır. Darbe ve muhtıralarla topluma çeki düzen vermenin alışkanlık haline gelmesine, “askeri vesayet” diyoruz.
İşte bu düzeni değiştirmek için Kemalistler parmağını bile kıpırdatmadı. Darbe dönemlerinde tutuklanmak, mağdur olmak, darbelere karşı olduğunu söylemek başka şey, bu zihniyetle mücadele etmek, alternatif düzen önermek başka şey.
 
Kemalizm’in ortaya çıktığı dönem, dünyada otoriter rejimlerin iktidara geldiği dönemdir. İtalya’da, Portekiz’de, İspanya’da, Almanya’da faşizm vardı. Balkanlar ve doğu Avrupa’da işçi sınıfı diktatörlüğü adı altında Sovyetler Birliği hegemonyası vardı. Kemalizm, dönemin hür dünyasından etkilendiği gibi, diktatörlüklerden de etkilenmiştir. Eklektik bir yapısı vardır. Kemalistlerin ne zaman faşizm ile, ne zaman demokrasiyle el sıkışacaklarını kestirmek kolay değil; MHP’yi bile gölgede bırakacak ölçüde milliyetçi dille siyaset yaparken hiç zorlanmıyorlar. Buna karşın, parti içi demokrasiyi dahi içlerine sindiremedikleri bir gerçek.
 
Kemalizm’in devrimci karakterini ve ideolojik yaklaşımlarını günümüz dünyasının ihtiyaçlarına yanıt verecek şekilde yeniden yapılandırmadıkları sürece Kemalistlerin işi çok zor. Sosyal demokrat düşünceye mesafeli duruşları ve bu tutuma rağmen, Kemalizm ile sosyal demokrasi birdir gibi akla ziyan tuhaf kabulleri, Kemalistleri giderek yalnızlaştırıyor.
 
İnsan haklarına dayalı devletin ortaya çıkması için laik ve seküler yapı, olmazsa olmaz koşuldur. Ancak bu koşulun halka anlatılması pek kolay olmayacak.
Devlet ve demokrasinin insan tekinin hakları ve özgürleri üzerinde yükselmesi, Cumhuriyet’in çağdaş hedefidir. Toplumu bu hedefe yöneltmek hiç kolay değil.
Kemalistler söz konusu bütün zorlukları aşıp, toplumu bu hedeflerde buluşturmak için siyaset yapmanın yollarını bulmak zorundalar.
Aksi halde, varlık nedenleri giderek daha çok sorgulanacak ve Kemalist hareket marjinalleşecek.