GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
3 Ağustos 2011 Çarşamba

Anlamak, eleştirmek ve demokrasi kültürü üzerine

Bu ülke ne çekiyorsa, yarım akıllı siyasi parti amigolarının siyaset merakından çekiyor. Sayıları çok fazla olduğundan, verdikleri hasarı göz ardı etmek pek mümkün olmuyor.
Hangi siyasal parti mensubu veya sempatizanı olursa olsun, siyasetin bir üslubu olmak gerektiğini ve bu üslubun siyasette kaliteyi etkilediğini anlamayan sığ insanlar, bilgisizliklerine sığınarak her şeyi söylemek hakkını kendilerinde buluyorlar.
Doğal olarak, sığlığın ve bilgisizliğin mazerete dönüştüğü yerde, söz bitiyor.
 
Siyasette nicelik kadar niteliğin de önemli olduğunu anlamayanların “kelle hesabı” siyaset anlayışının, her şeyden önce demokrasi kültürüne aykırı olduğunu nasıl anlatmak gerek, gerçekten bilemiyorum.
Hiçbir şekilde yargılamadan yapılan en yalın, en açık tespitleri bile anlamayan ve o tepkilerden alınan insanların siyasette kendilerine yer ve söz söyleme hakkı bulmaları çok düşündürücü. Ve yapılan popülizm iç bulandırıyor.
En kabasından halk yardakçılığı yapanların, popülizmi gerçeklerin üstüne şal gibi atması, kısa vadede sonuç verse de, tarih boyunca hep hüsranla bitmiştir.
Azınlıkta olmak, haksız olmanın karinesi değildir. Çoğunluk olmak da mutlak haklılığı işaret etmez. Genel kabuller önyargıya dönüşmemeli.
 
Deniyor ki; “Halk artık uyandı… halk iradesi iktidarda… halkın iradesi tecelli etti…” Ben de diyorum ki, bunların hepsi palavra! Parlamentoda gurubu olan bütün partiler kapitalist sistemin sadık bendesidir. Hepsi de kapitalistlerle kucak kucağa yaşarlar. Halka olan bütün ilgileri, iktidar olmak için gerekli oyu almakla sınırlıdır. Sisteme müdahale edemezler. Sistem neye izin veriyorsa halka onu vaat ederler. Vaatlerini yerine getirecek kadar becerikliyseler iktidarda kalırlar. Yoksa muhalefette bekleşirler.
 
Sistemin genel işleyişi böyledir. Bizim kendi içimizde ayrıştığımız nokta ise daha farklıdır. Bu vahşi sömürü sürerken bir de din normlarına dayalı kamu düzeni sosyal yaşamı cehenneme çevirmesin diye siyasal tutum almaktır burada söz konusu olan.
 
Seküler bir hayat tarzını benimsemiş olanların endişeleri var. Gerek bu endişeyi duyanlar gerekse endişe edenlere kızanlar karşılıklı olarak kullandıkları dile ve üsluba dikkat ederlerse, toplumsal yaşamda muhtemel gerginliklerin ve gereksiz nefretin önü daha kolay alınabilir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, genel kanının aksine, sorun ekonomik değil sosyaldir. Ülkede yaşanan sosyal değişim nedeniyle sorunlar yaşanırken, ekonomik ilişkiler ve üretim biçimi ile ilgili herhangi bir tartışma olmamaktadır. Sistem tartışması yoktur. Sadece dış ticaret açığı, kur politikaları, kredi, faiz gibi sistemin mikro düzeyde işleyişi ile ilgili konular tartışılmaktadır.
Yani, kapitalistler paraya dokundurmadıklarından, sosyal mücadele, ‘kamusal alanda kimin borusu ötecek’ mücadelesine indirgenmiştir.
 
Ne AKP’nin ne CHP’nin kapitalizme karşı mücadele ettikleri falan yoktur. Böyle bir dertleri olduğu da söylenemez. Her ikisi de serbest pazar ekonomisini benimsemiştir. Her ikisi de askeri vesayete karşıdır. İleri demokrasiyi her ikisi de talep etmektedir. Sadece yoğurt yiyişleri farklı. CHP sosyal refaha öncelik verirken, AKP önceliği kalkınmaya veriyor.
 
Hal böyle ise, kıyamet neden kopuyor? Kıyamet, kamusal alanda işlerin nasıl yürüyeceğine dair yeni bir toplumsal mutabakat gerektiği için kopmaktadır.
İslami duyarlılığın hayli yüksek olduğu, Kürt taleplerinin alışılmadık ölçüde yükseldiği ve ‘ödünsüz laik Cumhuriyet’ diyenlerin ayak dirediği bir ortamda toplumsal mutabakat aramak hiç kolay olmasa gerek.
AKP ve BDP yeni Cumhuriyet istiyor. Toplumun geri kalanı, sınırlı tavizler vermek fakat mevcut yapıyı korumaktan yana.
 
Bu ağır koşullarda toplumsal mutabakat aramak hiç kolay değil. Bizlere düşen, anlamaya çalışmak ve eleştiriyi husumet odaklı değil, çözüm odaklı yapmaktır. Demokrasi kültürünü geliştireceksek buradan başlamakta yarar var.
Birbirimizi şimdi anlayamazsak ileride hiç anlayamayız. Bu da üç ayrı Türkiye demektir. Karar halkın.