GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
20 Temmuz 2011 Çarşamba

Aydınlanmanın neresindeyiz?

18. yüzyılda Katolik Kiliseye karşı deist ve diyalektik düşüncenin yıkıcı eleştirisiyle ortaya çıkan Aydınlanma hareketi, yüzyıl kadar sonra Osmanlı topraklarına ulaştı.
 
19. yüzyılda başlayan Türk Aydınlanma hareketi, Osmanlı bakiyesinden bir yeni Cumhuriyet çıkarmayı başarmıştı.
Cumhuriyeti kuran kadrolar ilk 20 yıl son derece enerjik, üretken, yaratıcıydı. O kuşaklar özverili, tutumlu, kanaatkardı. Genç Cumhuriyet’in “Aydınlanma ve modernleşme projesi” heyecan vericiydi.
Gelgelelim, İkinci Dünya Savaşının yıkıcı etkileri, iktidarın karşı devrimcilerin eline geçeceği süreci başlattı. Ve Cumhuriyet devrimini yapanlar kendi elleriyle iktidarı, Hürriyet ve İtilaf Fırkasının ardıllarına teslim ettiler.
Türkiye’yi, o gün bu gündür, karşı devrim hareketi olarak bilinen Hürriyet ve İtilaf geleneğine bağlı sağ partiler yönetir. İki dönemi saymazsak, 1950 yılından 2011 yılına dek sağ partiler iktidar olmuşlardır. Üretici güçleri hep sağ partiler geliştirmiştir.
Demokrat Partinin CHP’nin içinden çıkan İttihatçılar tarafından kurulmuş olması, onların ideolojik bakımdan Hürriyet ve İtilaf çizgisini izledikleri gerçeğini değiştirmez.
 
Son 60 yıl boyunca Türk Aydınlanması, sağ iktidarlara muhalefet yaparken edindiği kimlikle şekillendi. Aydınlanma düşüncesi sürekli savunma ve eleştiri yapmaktan kendi tezlerini oluşturamadı. Cumhuriyetin kuruluş yılları koşullarını aşıp günümüze gelmek konusunda hayli ağır kaldı.
 
1980 askeri darbesini izleyen yıllarda güçlenen liberalizme yönelen aydınlarla bir yol ayrımı yaşayan Cumhuriyet devrimlerine bağlı aydınlar, iki kutup oluşturdular; ulusal ve liberal kanatlar. Liberal kesim muhafazakarları destekledi; ulusalcı kesim, Atatürkçü çizgide mücadelesini sürdürdü.
 
Bugüne geldiğimizde safların adamakıllı netleştiğini görüyoruz. Küreselleşme hareketiyle bütünleşen liberal-muhafazakar aydın hareketi, liberal ve görece postmodern bir yaklaşımla Türk Aydınlanmasına açıktan cephe almış bulunuyor.
 
Amerikan rüyasıyla birlikte oluşmaya başlayan yeni kültürün ortaya çıkardığı kuşaklar, sığ ve pragmatist yapısıyla oldukça başarılı oldu. Hızlı hareket edebilen ve sonuç odaklı iş yapan bu yeni tip insanlar, kapitalist sistemin tam istediği özellikleri taşımakta olduklarından 30 yıldır süren işbirlikleri hiç bozulmadı.
 
Türk Aydınlanmasının sosyalist olamayan sol cenahında ise, son 30 yılda, giderek statükoya bağlanan bir yapı ortaya çıktı.
Bu kesim, Cumhuriyet değerlerine bağlı olmak adına, “10. Yıl Marşı” eşliğinde Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına postu serdi.
Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı olduğunu söyleyen ulusalcı kesim, daha ziyade itiraza dayalı bir siyaset anlayışını sürdürüyor. Yeni bir şey söylemekten özenle kaçınan ulusalcılar başları sıkıştığında “Nutuk”a başvuruyorlar.
Atatürk devrimlerine aykırı buldukları kamusal alandaki yeni talepleri ve yapılanmaları, Aydınlanma’nın yarım kalmasına bağlıyorlar.
Aydınlanma’nın nerede, nasıl yarım kaldığı pek açıklık kazanmamış ve nasıl tamamlanacağı henüz söylenmemiş olmakla birlikte, Aydınlanma’nın tamamlanmasının gerekliliğine inanılıyor.
 
Bilimin tartışıldığı, Newtoncu fizik anlayışının eleştirildiği, sosyal bilimlerin bilimsel niteliğinin kuşkuyla karşılandığı, sosyolojinin yeni bir dile ihtiyaç duyduğu dönemde ve özellikle Aydınlanma fikrinin maddi temellerinin sorgulandığı bir zamanda, Aydınlanma düşüncesini gözden geçirme fikrine alışmak gerek.
 
Bilime bakış açısı değişirken ve Bilişim devrimi kapıda iken, Aydınlanma hareketinin öncüllerinde ortaya çıkan olumsuzlukları görmek gerekir.
Modernizmin fen bilimleri ve sosyal bilimler üzerine inşa edilmiş kültür yapısı sorgulanırken ve bu iki kültürlü yapı çatırdarken, ezberi bozmamak adına direnmek hiç ikna edici olmuyor.
 
Cumhuriyet’in modernleşme projesi olarak “Türk Aydınlanması”nın dayalı olduğu batılı kaynakları referans almak yetmiyor; çünkü, o kaynaklar da artık sorgulanıyor. Rousseau’dan Voltaire’e, Diderot’dan d’Holbach’a, Hume’dan Locke’a kimse dokunulmaz değil artık.
 
Aydınlanma fikrini tabulaştırmak ve o fikrin dokunulmazlığını savunmak yerine; olan-biteni anlamaya çalışmak, farklı yerlerden bakmayı denemek, toplumsal değişim ihtiyacının nereden kaynaklandığını araştırmak, Aydınlanma fikrine çok şey katacaktır.