GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
29 Temmuz 2011 Cuma

Para, şiddet ve oyun

Yeni binyılda, metalaşan bilgi çağında, metalik kültürün orta yerindeyiz.
Nasır bağlamış vicdanların suskunluğu, gerçekçilik;
En yüce değer; para
Şiddet, olağandır.
 
Uygarlığa zincirlenmiş insanlığın hali, Platon’un ünlü mağara metaforunu andırıyor; Göz hizasına düşürülen gölge oyunlarını hayat niyetine yaşıyoruz.
Bu gölge oyununda yaşamın paradigması; para, şiddet ve oyundur.
Hepimiz yeryüzünü yöneten büyük korku imparatorluğunun şiddetine müptelasıyız. Korkularımızla et ve tırnak gibi olmuşuz.
 
Uygarlık gelişiyor, şiddet büyüyor, yaşam değersizleşiyor.
 İnsan canhıraş para kazanıyor. Kimi ekmek ve çorba için, kimi de servetine servet katmak için…
 
“Yaşamaya mecbur olmak!” İnsanlık bu büyük mazerete sığınıyor. Ve sırf bu nedenle, büyük insanlık birbirini öldürüyor, birbirini sömürüyor, birbirini aldatıyor.
Bu zorunluluk tarihseldir ve trajik biçimde sosyal varlığımızın karinesi olmuştur.
 
Para, şiddet, oyun; hayatın düsturu olmuş üç kavram:
 
Para!.. Biz ona bir değer atfetmediğimiz sürece değersiz bir kağıt veya metal parçası. O kağıt veya metal parçalarına yüz, bin, milyon gibi sayısal değerler yükledik ve kendimizce değerli kıldığımız o paraları elde etmek için ömür tüketmeye başladık.
Bütün değer yargılarımız paraya göre oluşuyor. Hayat para kadar değerli veya değersiz.
 
Şiddet!.. İnsanın doğasında var. “Can almak, can vermek” meselesinin üstesinden gelemeyen insanlık, şiddete teslim olmuş gibi görünüyor.
Mülkiyetin keşfi, şiddeti kurumlaştırdı. Uygarlık tarihi bir bakıma şiddetin tarihidir. Parayı ve savaşları çıkarın, tarihten ve uygarlıktan geriye pek bir şey kalmaz.
 
Oyun!.. Yaşamak oyun mu? Kuşkusuz oyun değil, ama oyun oynar gibi yaşıyoruz. Üstelik oyunun masumiyeti cerh edilmiştir.
Silah, oyun çağındaki çocuğun eline verdiğimiz oyuncaktır. Askeri tatbikatlar, savaş oyunlarıdır. Sportif oyunlar para basan bir ekonomik etkinliğe dönüşmüştür.
 
Oyun ve taklit, dolaysız yaşanmış zamanlardan koparak bugün geldiği yerde, soyut ve temsile dayalı yaşamın dolayladığı olgulardır. Yani, oyun ve taklit uygarlığa maruz kalmıştır; mülkiyete dayalı sistemde uzamsallaşan oyun ve taklit, insana değil sisteme yönelmiştir. Buna, insanın yabancılaşması da diyebiliriz.
 
Bilişim Devrimi kapıda. Sistem büyük sarsıntılarla kendi içinden dönüşüyor.
Dünya ve yaşam, yeni bir bakış açısı ve yeni bir dil ile yeniden ifade edilecek.
Yeni ve yeniden söylenen her şey, yeni hayatın paradigmalarını oluşturacak. Tıpkı bundan 200 yıl, 500 yıl önce olduğu gibi…
İnsanlık yaşadığı büyük devrimlere bir büyük devrim daha ilave edecek…
Yeni umutlar, yeni heyecanlar veya yeni korkular, yeni düş kırıklıkları…
 
Dünya ne devrimler, ne büyük dönüşümler gördü; fakat ne sömürü bitti ne de savaşlar. Her değişim umut vererek geldi, umutlarımızı alıp gitti.
Para, şiddet, oyun üçgeninde dünyaya hükmedenlerin hükmü sürüyor.
 
Uygarlık sorgulanmadığı sürece hiçbir devrim insanlığın derdine derman olamaz.