GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
25 Temmuz 2011 Pazartesi

Siyaset yapmak için kendime iyi bir neden arıyorum

“Neden siyaset?”
Uzun zamandır kendime bu soruyu her sorduğumda, kendimi duymazdan gelerek başımı kuma gömmeyi tercih ediyordum.
Belki yanıtı ertelemek için bir nedenim kalmadığından, belki kaçmaktan yorulduğumdan, belki de hesaplaşma ihtiyacından; bu konu yazıya döküldü.
 
“Neden siyaset”in yanıtını öyle uzun boylu aramaya gerek yok; kamusal alan var ve bu alanda işlerin yürümesi gerekiyor.
Toplumun genel yararı gözetilerek toplumsal alanda yapılan düzenlemeler, koyulan kurallar ve bunların hayata geçirilmesi, istikrarlı bir şekilde sürdürülmesi zarureti, toplumu siyasete ve siyasetçiye mecbur bırakıyor.
Bu mecburiyet hali tam olarak yönetici zümrelerinin toplumu teslim almak için ihtiyaç duyduğu toplum psikolojisi oluyor.
 
İşte bu toplum psikolojisinin giderek sürü psikolojisine dönüştüğünü hissettiğim bir yerde dönüp kendime soruyorum; “neden siyaset?”
 
İktidar zümresinin sürgit iktidarını halk indinde meşru kılmak siyasetin işidir. İktidar zümresine dahil olmak için “siyasi parti” denen arenada boy göstermek, siyasetin bir başka boyutudur.
Siyaset oyununda iktidar ve muhalefet olarak adlandırdıklarımız aslında sistemin unsurlarıdır. İktidar ile muhalefetin yer değiştirmesi, oyunun kurallarını değiştirmez. Gerçekte, her ikisi de iktidar zümresine dahildir. Hükümeti kurmak ve muhalefet yapmak konularında görev dağılımı halk oyuyla belirlenir.
 
Madem yönetilme ihtiyacı içindeyiz, elbette efendilerimize kendimizi yönettireceğiz… Bunu tartışmak bile abes… Sorun, tam olarak kendimizi nasıl yönettireceğimiz konusunda mutabakat sağlamakla ilgili.
İşin püf noktası, bize sorulan şu soruya makul bir yanıt bulmakta yatıyor; “Kendinizi gönüllü yönettirmek mi istersiniz, yoksa biz sizi bildiğimiz gibi yönetelim mi?” Birinci sorunun yanıtı, demokrasi; ikinci sorunun yanıtı, diktatörlük veya otoriter rejim oluyor.
İktidar zümrelerinden yöneticilerimizi seçme özgürlüğünü tepe tepe kullanmak için bize demokrasi bahşedenlere bu yüzden minnettarız. Sosyal mücadeleler tarihinin en önemli kazanımı; Efendisini seçen muktedir köle…
Tam burada, isyancı John Ball’ün şu sözleri aklıma düşüyor; “Adem ekip Havva biçerken efendi kimdi?”
‘İlk Efendi’ bütün efendilere mükemmel esin kaynağı oldu.
 
Muktedirlerin yeryüzü iktidarının siyasası, neden ve nasıl siyaset yapmak gerektiğini anlatır bize. Siyaset, kurallarını muktedirlerin koyduğu bir oyunudur.
Hiç kuşku yok, muktedirlerin oyununu oynamak sıradan insanı çok heyecanlandırıyor.  
Gel gör ki, sıradanlığım su götürmez ama, bu heyecana bir türlü kendimi tam olarak kaptıramadığımdan, hala siyaset yapmak için kendime iyi bir neden bulabilmiş değilim.
 
Fransız Devriminin etkisiyle muktedirler halk faktörünü hesaba katarak toplumları yönetmeye başladılar başlamasına da; bu hesaba katış, halklar açısından işlerin yolunda gitmesini sağlamadı.
Yeryüzünde yaklaşık 7 milyar insan yaşıyor ve dünya nimetlerinden doğru dürüst yararlanabilen insan sayısı 2 milyarı bile bulamıyor.
Siyasetin getirdikleri olmasa da 2 milyar kadar insan kendi kendine o koşulları sağlayabilirdi.
 
“Siyaset!.. demokrasi!.. özgürlükler!.. insan hakları!..” bunları tekrarlayıp duruyoruz; gel gör ki ne savaşlar bitiyor ne açlık bitiyor ne de zulüm… Aksine artıyor.  
Bu ahvalde, “neden siyaset?” diye sorduğumda, içine yalan karışmamış bütün yanıtların aynı yere çıktığını görüyorum:
Siyaset, halk için halk ile birlikte yapılmıyor. Siyaset halkı aldatarak, halkın üstüne basa basa yapılıyor.
 
Yaşamın can yakan gerçeklerini yaşıyoruz, görüyoruz ve o gerçeğe müdahale etmek için siyasasal yaşama katıldığımızda, siyasetin de o can yakıcı gerçeklerin bir parçası olduğunu görüyoruz.