GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
25 Mayıs 2012 Cuma

Erdoğan, Şahin’i gözden çıkarabilir mi?

Son dönemde her fırsatta aynı hatırlatmayı yapıyoruz. ‘Bu ülkede iktidar değil muhalefet sorunu var’ diyoruz. Bunun en canlı kanıtı Uludere meselesi… Resmiyette bu ülkenin ana muhalefeti CHP… Ama pratikte ne yazık ki BDP.
Şu veya bu şekilde gündem yaratmayı ve arkasında durdukları konuları gündemde tutmayı başarıyorlar.  29’u resmi 6’sı gayri resmi 35 vekille çıkardıkları gürültü 135 vekili bulunan CHP’yi de 52 sandalyeli MHP’yi de katlıyor.
28 Aralık 2011 gecesi Uludere’de ne oldu?
Yüklü katırlarla sınırı geçmeye çalışan ‘köylüler’ binlerce fit yükseklikten bombalandı. 34 köylü hayatını kaybetti. Katırlarda ne vardı? Kaçak sigara vb.
Ne zaman? Gecenin bir vakti…
Ama asıl tartışılması gereken bombalamanın saati değil, mevsimi…
TSK ve Emniyet’in PKK’ya karşı amansız bir mücadele verdiği, operasyon üzerine operasyon düzenlediği, terör örgütünün çok sayıda kayıp verdiği bir dönemdi o günler.
Görüntü, istihbarat, ‘vur emri’ kimden geldi?
Aylardır tartıştığımız, TBMM’de komisyon kurduğumuz, Amerikan Ordusu’nun ve de medyasının bile düştüğümüz ama sonuca ulaşamadığımız mesele bu. Devlet 30 yıldır kan dökülen coğrafyadaki şehidine vermediği tazminatı verdi, gazisinden esirgediği şefkati gösterdi ölenlerin yakınlarına. Zaman zaman şehit cenazelerine katılmaktan imtina eden iktidar partisi Uludere’ye her kademeden taziye ziyareti düzenledi. Başbakan’dan Cumhurbaşkanı’na kadar devletin her kademesinden binlerce kez özür dilendi.
Uludere, kesinlikle yaşanmaması gereken bir olaydı bana göre de. Ama çeyrek asırdan fazla ‘savaş halinin’ devam ettiği bölgede ‘yaşanabilecekler’ listesinin de tepesindeydi aslında.
Terörist zannedilerek öldürülen 34 kaçakçı köylü…
Adına ister ‘yol kazası’ deyin isterse başka bir şey…
Bu ülkenin yurttaşları bu olayda kasıt olmadığına inanmaktadır bana göre.
Kasıt yok ama hata var!
O tarihlerde yapılan baskınlarda ele geçirilen teröristlere parkasını vererek donmaktan kurtaran asker, böylesine hassa bir bölgede köylüsünün üzerine bile bile bomba yağdırmaz.
Bence buna bölge insanı da inanıyor, BDP’liler de. En azından önemli bölümü…  
Eğer asker ya da devlet bu yolu seçmiş olsaydrı Uludere olayının 30 yılda en az 300 kez tekrarlanması gerekirdi.
TSK, tezkereye giden onlarca silahsız askerin katledildiği, ihanet mayınlarında yüzlerce mensubunu kaybettiği, katırlarla geçirilen ağır silahlarla yapılan ‘gece baskınlarında’ düzinelerce şehit verdiği olaylardan sonra bile bu türden bir reaksiyon göstermedi çünkü.  
Yanlışlıkla öldürülen köylüler, Bakan İdris Naim Şahin’in deyimiyle masum değil.  Devletin yıllardır mücadele ettiği ‘Kaçakçılığın’ bölgede terör örgütünün kontrolü ve izniyle yapıldığı biliniyor. İçki, sigara hatta önemli ölçüde uyuşturucu kaçakçılığının terör örgütü PKK’nın önemli gelir kaynaklarından olduğu da… Ve kesinlikle bilinen bir şey daha var.
O da son 30 yılda onlarca kez  ‘katırlarla getirilen’ silahlarla düzinelerce askerimizin şehit edildiği, katırlarla getirilen mayınların binlerce anayı ağlattığı…
TSK operasyonlarının yoğunlaştığı, terör örgütünün köşeye sıkıştığı dönemde Uludere’nin PKK tarafından organize edilmiş olma ihtimali hiç de küçümsenecek bir ihtimal değil. 35 katırın özellikle aynı anda geçirildiği, belki de ‘Kandil üzerinden’ TSK’ya ‘baskın’ ihbarı yapılarak bombalamanın sağlandığı ihtimali dikkatlerden kaçamaz.  
Uludere’den sonra ‘rahat bir nefes’ aldıklarını kamuoyuna yansıyan telsiz görüşmelerinde itiraf eden kanlı örgütün yıllardır üzerlerinden para kazandığı bu insanları, ‘planlayarak, bilerek ve isteyerek’ ölüme gönderme ihtimali, ‘istihbaratı ve emri kim verdi’ tartışmalarından bile önemlidir bana göre. Terör örgütünün gerektiğinde, dağ kadrosunu kurtarmak, rahatlatmak adına sivil vatandaşları, bölge insanını ateşe atmakta beis görmediği gerçeğidir bu da.
Tamam. Bu insanlar kaçakçıdır. Yani suçludur.
Ama bu suçun cezası kesinlikle tepelerine bomba yağdırmak değildir.
Öldürmek, hayat hakkını elinden almak hiç değildir.
İşte burada da TSK’nın istihbarat zafiyeti ortaya çıkmaktadır.
Sonuçta bu hassas bölgede durum devlet açısından pek de iç açıcı görünmüyor.
O nedenle devletin ve siyasi iktidarın bir an önce ‘ne şekilde olursa olsun’ kapatmak hatta mümkünse unutup/unutturmak istediği bir olaydan söz ediyoruz.
Ama birileri unutturmak istemiyor.
BDP’li vekillerin hemen her gün bir vesile ile gündemde tuttuğu bu maddede hassas olan bir diğer isimse İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin…
Koca meclisi neredeyse işgal eden BDP’lilerle aylardır ‘tek başına’ mücadele ediyor. Özellikle KCK davaları nedeniyle hedefteki isim olan Bakan Şahin, ‘BDP=KCK=PKK’ denklemini de kuran ve de ısrarla savunan adam.
İdris Naim Şahin’i biraz olsun tanırım. Tam bir Karadenizlidir her şeyden önce. Bölücü teröre karşı hassasiyetini de Kuzey’den almış olabilir.
Erdoğan’ın sınıf arkadaşı, İstanbul Belediye Başkanlığı döneminden çalışma arkadaşı aynı zamanda. Kuruluşundan bakanlığa atandığı güne kadar partinin de genel sekreteriydi.
Uzun lafın kısası Erdoğan’la neredeyse 40 yılı aşan bir yol arkadaşlığı, sırdaşlığı var.
Dilinin kemiği yok. Zaman zaman ettiği laflar/gaflar yüzünden sıkıntı yaşayan ama özünde iki konuda Erdoğan adına hareket eden bir isim…
Habur skandalıyla yavaşlatılan sonrasında tamamen vazgeçildiği görülen Kürt Açılımı’nı yöneten Beşir Atalay’ın ardından İçişleri Bakanlığı’na getirildiğinde bu iki konuda operasyon yapacağı belliydi.
Başta Emniyet olmak üzere bakanlığın bağlı teşkilatlarında yapılanan ‘cemaate’ ayar vermek ve sınır çizmekti ilk misyonu. Ve tabi ki terör örgütüne ve şehir uzantılarına darbe indirmek. Ardı arkası kesilmeyen KCK operasyonlarıyla bu hedef önemli ölçüde tamamlandı.
MİT soruşturması sonrası da olsa İstanbul Emniyeti’nde yapılanlar ortada…
Emniyetteki kabuk değişiminde pilot bölge İzmir’di. Bizzat Şahin tarafından atandığı bilinen İl Emniyet Müdürü Ali Bilkay’la başlayan sonrasında Valiler Kararnamesi’yle süren kabuk değişimi birilerini fena halde rahatsız etti.
Kapalı kapılar ardında Pensilvanya olgusuyla pek çok konuda çatışan Başbakan Erdoğan’ın devlet içinde ipleri ele geçirme projesinin merkezinde kesinlikle Bakan Şahin var.  
Erdoğan’a sıkı sıkıya bağlı, 40 yıllık arkadaşı İdris Naim Şahin…
Hem ‘cemaate’ hem ‘teröre’ karşı çifte operasyon yürüten Bakan Şahin’in tek eksiği var.
Düşüncelerini çok çabuk ele veriyor, saklayamıyor, perdeleyemiyor. Ve sanıyorum arada bir siyaset yaptığını, kilit noktada durduğunu ve de hedefte olduğu da unutuyor.
Adım adım izlenen ve bir an önce o koltuktan indirilmek istenen Şahin’in sürç-i lisan ya da gaf olarak tanımlanabilecek sözleri ise tarihe not düşülüyor.
Sonuçta PKK’nın, KCK’nın ve de onların TBMM’deki uzantısı olan BDP’nin açıkça, Pensilvanya’nın da gizlice hedefinde olan Bakan Şahin’in koltuğu sallanıyor bugünlerde.
Dahası birileri o koltuğun Şahin’in altından çekilmesini talep ediyor. Ama Erdoğan’ın bu isteği dikkate alacağını sanmıyorum. Türkiye zor bir ülke çünkü...
Ders kitaplarında 7 coğrafi bölgeden söz edilirdi düne kadar. Düne kadar farklı olan her bölgenin kendine has iklimi ve bitki örtüsüydü belki. Şimdilerde öyle değil. Her bölgeyi siyasi refleksleri açısından da farklı tanımlamak mümkün hatta…
PKK=BDP=KCK diyerek birilerinin tepkisini çeken Bakan Şahin, birileri tarafından da içten içe alkışlanıyor. Özellikle de Başbakan Erdoğan’ın çok önemsediği ‘Orta Anadolu ve Karadeniz’ boyunca uzanan ‘Milliyetçi’ kesim tarafından… Hatta İzmir’deki ulusalcıların bile içten içe Şahin’i alkışladıklarından eminim.
Gelinen noktada Erdoğan, 40 yıllık arkadaşlığın hatırına bakmasa bile Bakan Şahin gibi ‘milliyetçi kesimin’ gözdesi haline gelen bir ismi görevden almaz, alamaz.
Öte yandan Başbakan Erdoğan’ın Pakistan’dan yaptığı açıklama ile Bakan Şahin’in canlı yayındaki sözleri arasında pek de bir fark yoktur.
Yurda döndüğünde ‘Bu konuyu kapatın’ diyen Erdoğan’ın sözlerini doğru analiz ederseniz Bakan Şahin’den çok Hüseyin Çelik ve Şamil Tayyar’a kızdığını da görürsünüz.