GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
31 Ocak 2012 Salı

Hamdolsun!

Bilenleriniz bilir.
Hafta içi her sabah 07.30’dan 09.00’a kadar Radyo Pause’de ‘Sesli Gazete’ isimli programdayım. Anlaşılacağı üzere gazete başlıkları üzerinden ‘mesai’ yolculuğuna başlayanları güne ve gündeme hazırlamaya çalışıyoruz.
Bu sabah da aynı amaç için dondurucu soğukta düştüm yollara..
Kendimi stüdyonun sıcağına atıp içimi/ruhumu ısıtacak bir haber aradım/taradım sayfalarda.
Buldum desem yalan olur!
Siyasilerin bilindik çekişmeleri, tartışmalı yargı kararları ve dahi bin bir türlü olumsuzluk!
Tek bir haber dokundu ruhuma…
İçinden geçtiğimiz sürecin soğuk gerçeğiyle yüzleşmemi sağlayan tek bir haber.
Star’dan kovulan gazeteci Mehmet Altan’ın ‘Yandaş Medya’da işler nasıl yürüyor’ sorusuna verdiği net yanıtların satır aralarında kayboldum. Sözcü'nün sürmanşetindeydi T24'ün röportajı...
Aslında bildiğimiz, tahmin ettiğimiz, konuştuğumuz şeylerdi. Malumun ilamıydı belki. Yine de ürkmedim, korkmadım desem yalan olur! Ürktüm ve de korktum.
‘Ya TSK’yı ya CHP’yi eleştireceksin, meslek merdivenlerinii kariyerinle değil hükümetle/siyasetle ilişkilerinle tırmanacaksın’ diyordu.  
Uludere olayına, Deniz Feneri’ne girmeyeceksin.
Gazetecilik reflekslerini unutacak, otosansür uygulayacaksın kendine.
Hükümetin, iktidarın öncelikleri olacak senin de önceliklerin.
Hükümetin gözüyle görecek, hükümetin eliyle dokunacak, hükümetin mantığıyla düşüneceksin. Habere haberci gibi değil de iktidarın bir parçası gibi bakacak, ‘Başbakan, hükümet ne düşünür?’ diye soracaksın kendi kendine…
Ona göre yazacaksın. Yoksa… Kovulursun, barınamazsın.
Bakın… Bir zamanlar yazıp, ortadan kaybolanların listesi her geçen gün kabarıyor.
*
‘İkinci Cumhuriyetçi, Yetmez Ama Evetçi’ olarak tanımlanan Altan’ın Star’dan kovulduktan sonra söylediği bu sözler sizin için ne anlama gelir bilemem? Ama durumun vahametini tüm çıplaklığıyla anlattığı kesin! Yandaş medyanın kimlerce, nasıl finanse edildiğinden tutun da bu tutumun hükümeti ve ülkeyi nereye götüreceğine kadar her şey vardı o röportajda.
*
İzmir’in en etkin haber portalı egedesonsoz.com’un genel yayın yönetmeni, Ege’nin en etkin televizyonu Ege TV’nin yorumcusu ve de kentin en çok dinlenen radyolarından biri olan Radyo Pause’nin programcısı olarak okudum bu röportajı.
Mesleğin kutsallığına dair ümidini koruyan, olana değil olması gerekene inanan bir gazeteci olarak öylece kaldım.
Bizler de (egedesonsöz.com ekibi) iktidar partisinin ‘olumlu’ icraatlarına destek oluyoruz.
Olmaya da devam edeceğiz. Ama hamdolsun eleştirebiliyoruz da! İktidarı da muhalefeti de…
Onlar olumlu adım attığı sürece yanlarında yanlış yaptığı sürece karşılarındayız. Aslında olmamız gereken yerdeyiz. Asla ‘yandaş’ ya da ‘karşıt’ değiliz, olmayacağız da.
Son rakamlara göre günde ortalama 60 bin kişinin ziyaret ettiği, her ziyaretin ortalama 9 dakika sürdüğü bu portal, kimsenin yandaşı ya da candaşı olmayacak.
Altan’ın röportajından sonra bir kez daha anladım ve de gördüm ki, özgürlüğünü kaybetmiş bir gazeteci aslında her şeyini kaybetmiştir.
Basın özgürlüğünü yitirmiş bir ülke de aslında çok şeyini kaybetmiştir.
Farkına varır ya da varamaz. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dün Arap Emirliklerinde yaptığı açıklamayı bu yüzden önemsiyorum. Ahmet Şık ve Nedim Şener davasına ilişkin bir soru üzerine konuşan Gül, ‘Basın özgürlüğü Türkiye’nin en titiz şekilde koruması gereken bir alandır. O alan kirlenirse -düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, insan haklarıyla ilgili olarak geniş anlamda söylüyorum- diğer alanlarda ne yaparsanız yapın, hiçbiri gözükmez. Buna hepimizin, bütün Türkiye’nin çok dikkat etmesi gerekir’ diyor.
Açıklama hoşuma gitti ama ‘İcranın başı olarak keşke şikâyet etmek yerine bir şeyler yapsa’ diye düşündüm sonra.
Çünkü bir süre sonra AK Parti’ye de en büyük zararı ‘yandaşları’ verecek.
İnandırıcılıkları kalmadı çünkü.
Hükümet sözde değil özde ileri demokrasi istiyorsa,
28 Şubat’ın rövanşını almayı bırakıp toplumsal huzuru arzuluyorsa,  
Senin hâkimin, benim savcım yaklaşımını terk edip bir gün kendisine de lazım olacak ‘gerçek adaleti’ arıyorsa…
İşe yandaş medyasını tasfiyeyle başlamalıdır. Tarihin ancak ahmaklar için tekerrür ettiği gerçeğinden hareketle medyayı baskı altına alanların hazin sonunu görmek için siyaset mezarlığına bakmak yeterli. Türkiye’nin demokrasiye ihtiyacı var.
Sözde değil özde demokrasiye hem de hemen ihtiyacı var.
Demokrasi en çok da iktidara lazım aslında… Sağlıklı bir demokrasi iklimi iktidarları hem iri hem de diri tutar çünkü. Yanlışını görmek, eleştiri/tahammül kültürünün gelişmesiyle mümkündür. Ve de saray dalkavukluğundan öte gitmeyen yandaş medyanın ‘Padişahım çok yaşa’ haberleriyle gidilecek yol bellidir.
Aslında bugünkü siyasi iktidarın yandaş diye tabir edilen medyaya ihtiyacı da yok!
Kalmadı çünkü. Hatta ‘yandaş medyanın’ iktidara yük olduğu bile söylenebilir.
Ve de Türkiye’yi normalleştirmenin en kestirme yolu da sağlıklı bir medya-basın kurgusundan geçiyor. Normalleştirmenin de anormalleştirmenin de…
Söz konusu CHP olunca, bir kaşıt suda kıyamet koparan, söz konusu TSK olunca geçmişin nasır ağrılarının en ağır faturasını çıkaran…
Adi suçlu haberine bile ‘Benim hırsızım, senin hırsızın’ muamelesi yapan,
Kraldan fazla kralcılıkla ülkeyi her geçen gün yeni kamplara bölen,  
Toplumsal barış ve huzur ortamına bilerek ve kasten zarar veren,
İktidar ve uzantıları adına operasyon planlayan,
Amaca giden yolda her şeyi mubah görüp, ‘bel altı’ saldırılardan bile geri durmayan,
Dahası asli görevi olan eleştiri silahını sadece muhalefete doğrultup, silahşorluğa soyunan medya, medya değildir.
Peki, nedir o zaman?
Olsa olsa parayla tutulan bir lejyon birliğidir.
Görev biter, lejyon gider!
Bence görev çoktan bitti!
**
Aslında CHP’deki gelişmeleri özellikle de Ankara’daki ‘tüzük kurultayı’ tartışmalarını ele alacaktım bugün. Kurultay partisine dönen CHP’nin dört gün arayla iki kurultay yapmasının ne kadar saçma olduğundan dem vuracaktım.  
Dün çıkardığı tüzüğü bugün değiştirmeye çalışan Baykal’ı da defalarca söz vermesine rağmen tüzük değişikliğini ancak muhaliflerin imzalı dayatmasından sonra gündeme alan Kılıçdaroğlu’nu yerden yere vuracaktım.
Sonra İzmir’deki gelişmeleri irdeleyecek, tüzük kurultayının gölgesinde yürütülen mahalle seçimlerinde dönen dolapları anlatacaktım.
Ama Mehmet Altan’ı okuyunca vazgeçtim.

Şimdilik!