GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
16 Ocak 2012 Pazartesi

İzmir’e uzaktan bakmak!

Geçtiğimiz günlerde Kordon Otel’de yapılan bir atölye çalışmasına katıldım.
Konusu İzmir olan bir çalışma için 6-7 saat kafa patlattık.
Türkiye’nin yakından tanıdığı bir bilim insanı Prof. Fuat Keyman ve meslektaşı Ali Çarkoğlu’nun davetlisiydik. Farklı konularda yaptıkları araştırmalarla adından söz ettiren Keyman, son çalışmasında İzmir’i ‘mazereti olmayan kent’ ilan etmiş hatta bu sözü başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olmak üzere bazı devlet erkânına ilham kaynağı olmuştu.
Keyman’ın önceki çalışmasında İzmir mazeretsiz kentti. Yani unu, şekeri, yağı hatta aşçısı/yamağı olan ancak helva karmayı beceremeyen kent…
Kentler üzerinden Türkiye fotoğrafı yakalamaya çalışan Keyman ve ekibinin son çalışması da İzmir’i konu alıyordu.
Daha önce Ankara, İstanbul, Bursa gibi metropollerle kıyaslanan İzmir bu kez Diyarbakır, Kayseri ve Trabzon’la karşılaştırılıyordu. Ve Keyman ve Çarkoğlu’nun bu kentlerde yaklaşık 1 bin 200 denekle yüz yüze görüşerek gerçekleştirdiği anket atölye çalışmamızın  hareket noktasıydı.
Çalışmaya konu anketin en belirgin özelliği kentlerin varoşlarında yapılmış olması değildi sadece. Örneklem dağılımı kentin çeperlerinden seçilmişti ama dikkat çekici bir başta ölçüt daha vardı. Alevi ve Kürt kökenli vatandaşların yaşadığı mahallelerdi baz alınan… Son dönemde ‘Açılım’ Projelerine konu olan ve göreceli olarak azınlık psikolojisinde olduğu varsayılan çeperlerde yaşayan Alevi ve Kürt vatandaşların gözüyle bakılmıştı İzmir’e…
Açılış konuşmasında bir önceki çalışmasından dem vurdu Keyman ve İzmir’in nasıl Mazeretsiz Kent seçildiğinin içini doldurmaya çalıştı. İzmir’in onlarca medeniyete mesken olan tarihi kadar iklimi, insan sermayesi, eğitim düzeyi, ekonomik dinamizmiyle Türkiye’nin en şanslı ili olduğunu savunan Keyman, başta bir yönüyle adeta Ege Bölgesi’nin başkenti hüviyetinde olan kentin istenilen gelişimi sağlayamamasını anlamaya çalıştıklarını vurguladı.
İzmir’in potansiyellerini harekete geçirmesi halinde rahatlıkla Türkiye’nin Barcelona’sı olmaya namzet olduğunu savunan Prof. Keyman, ‘İzmir iklimi, doğal, tarihi güzellikleriyle yaşanabilir bir kent. Eğitimli insan sermayesi ve ekonomik potansiyeli yüksekliği de dikkate alırsak, üç özelliği aynı anda barındıran şanslı kentlerden biri.. Peki, İzmir’in başta ekonomi olmak üzere pek çok alanda rakiplerine yenilmesini nasıl yorumlamalıyız?’ sorusuyla tartışma başladı. Ve ikinci soruyla tartışmanın eksenini biraz daha netleşti. İzmir kalkınma ve büyüme konusunda aktörler arasında kentsel büyüme koalisyonu kuramıyor. Akademik dille anlatmaya çalıştığı şey aslında bizlerin de defalarca gündeme taşıdığı ‘lobi’ faaliyetlerinin yetersizliğiydi.
İzmir’deki kentsel aktörlerle (sivil toplum örgütleri, işadamları, siyasetçiler, akademisyenler gibi) birebir yaptığı görüşmelerden örnekler sunan Keyman, özetle kentsel aktörlerin daha çok rekabet halinde olduğunu, kentte bu tür sorunları ortadan kaldıracak bir arabulucunun, liderin olmadığını anlattı uzun uzun. Ve de İzmir’in siyasi iktidarın dışında kalmasını da laiklik ekseninde içe kapanma olarak yorumladı. Aslında mazereti olmayan kentin kusurlarını sıralıyordu Prof. Keyman. Gönül Soyoğul’la birlikte katıldığımız çalışmada yaklaşık 25 kişi vardı.
Aslında Keyman’ın koyduğu ‘Mazeretsiz Kent’ teşhisini bu kentin aktörleri, gazetecileri yıllar önce koymuş, ‘Ne olacak bu İzmir’in hali?’ sorusunun etrafında onlarca tur atılmıştı.
Ama tüm bu tespitlerin ‘dışarıdan bir gözle’ yapılması anlamlıydı bu kez. Her şeyi olan ama hiçbir şey yapamayan kent… Keyman’ın bazı tespitlerinde kente uzaktan bakmanın verdiği yanılgı dikkat çekiyordu. Zaten bizim orada olma nedenimiz de tam olarak buydu sanırım.
Hemen herkes bu tespitlere eleştiri getirerek başladı söze. En dikkat çeken karşı çıkış ise Büyükşehir Belediyesi CHP Grup Başkan Vekili Murat Bakan’dı.  
‘İzmir mazereti olmayan değil mazeret üretmeyen kenttir’ tespitiyle dikkat çeken Bakan, Prof. Keyman’a yanıt verirken karşısında AK Parti Grup Başkan Vekili Kenan Çakar varmış gibi hararetliydi. Ama ortaya konan araştırmada eleştiriyi hak eden bulgular kadar dikkat çekici hususlar da vardı.
Ekseriyetimiz İzmir’in Kayseri, Diyarbakır ve Trabzon gibi kentlerle kıyaslanmasına karşı çıktık. Araştırmanın varoşlardaki Kürt ve Alevi etnik/dini referanslı yoğunluk üzerine kurgulanmasının da İzmir’i yansıtmayacağını da ekledik.
Yerel hizmetler ve yaşam kalitesinden memnuniyet sıralamasında İzmir’in varoşlarındaki Kürt ve Alevi kökenliler diğer üç kenttekiler arasında sonuncu sırada mesela.
İzmir’in varoşlarındaki Kürt ve Alevi nüfusun yerel hizmetlerden, yaşam kalitesinden memnuniyet oranı yüzde 45. Ki bu oran Diyarbakır’da 59,3, Trabzon’da 56,3, Kayseri’de 60,5. Referans kent İstanbul’da ise durum yüzde 52. Aslında atölye çalışmasının ana konusu birlikte yaşama kültürü üzerineydi.
Araştırma sonuçları, Kürt ve Türklerin etle tırnak olduğu tezini yalanlıyor gibiydi.
Yakın çevrenizde, ailenizde Kürt/Türk kökenli kimse var mı, varsa ne sıklıkla görüşüyorsunuz? sorusuna katılımcıların yüzde 36’ı ‘Hiç kimse yok’ demişti çünkü.
Ülkeye bağlılık, AB’ye bakış gibi sorulara verilen yanıtlarda da dikkat çekici olan Diyarbakır’da bile ülkeye bağlılık oranının yüzde 75’ler seviyesinde çıkması ki İzmir’deki sonuçlar yüzde 88 gibi iyi bir noktadaydı. Birlikte yaşama için hala şansımız var şeklinde yorumlanan bu sonuçlar arasında bir önemli nokta da Alevilerin hem İzmir’e hem ülkeye bağlılık sorununun yok denecek kadar olmadığıydı.
Denekleri zorlayarak, kendinizi ait hissettiğiniz etnik ya da dini kimlik nedir sorusuna tek yanıt arayan araştırmacılar, en yüksek oranı ‘Müslüman’ olarak bulmuş durumda. Türk yanıtının İzmir’de fazla olduğu araştırmada Kürt diyenlerin ikincil kimlikleri ezici oranla Müslüman’dı. Araştırmaya göre İslam Dini Türk toplumunun en önemli çimentosu gibi görünüyordu. Aslında bu araştırma da AK Parti’nin açılım politikalarının merkezine neden ‘dini’ koyduğunu da açıklamaya yetiyordu.
Sonuç olarak, ben İzmir’in demokrat ikliminin azınlık psikolojisini yendiğini, İzmir’in aslında bir göç kenti olduğunu ama içine aldığı herkesi ‘asimile’ edip kendine benzettiğini dolayısıyla da bu kentte bir Kürt-Türk çatışmasının olmadığını vurguladım. Alevi sorununun en az hissedildiği kentlerden biri olarak tanımladığım İzmir’de Kürt ve Türk’ün çok rahatlıkla arkadaş, iş arkadaşı hatta akraba olabildiğini örneklediğim konuşmamda, zaman zaman yaşanan Kürt-Türk gerginliğinde terör sorununun tırmanması arasında bir paralellik olduğunu ortaya koymaya çalıştım.
Araştırma sonuçlarından çıkan İzmir’de Kürtler’e karşı ‘Tanıyarak dışlama faaliyeti var’ tezine karşı çıkıp, ‘Açılım politikaları ve terör olaylarının’ İzmir’in ulusalcı yapısında gerginlik yarattığını savunup İzmir siyasal iktidara karşı ‘endişeli’ duruşu kadar bölücü teröre karşı ulusalcı duruşuyla da dikkat edilmesi gereken bir kent olduğunu vurgu yapmaya çalıştım. Umarım İzmir’e hem uzaktan hem de çeperden bakıp, ‘doğruyu’ bulmaya çalışanlara katkı sağlayabilmişimdir.  
Kim ne derse desin İzmir ihmal edilmiş ve içe kapanmak zorunda kalmış bir kenttir. Bir nevi özerk cumhuriyet gibi.. Özellikle de son 10 yılda… Kentin yerel dinamiklerinin birbirleriyle rekabet etmekten aynı masaya oturamadığı tezi son derece yerinde… Aslında mazeretsiz bir kent olduğu da doğru… Ama özgürlüklerin, demokrasinin ve de tahammül katsayısının yüksekliği de ortada… Terör olayları dinsin, bölücü/irticai tehditler ortadan kalsın yeter ki!
İzmir herkese kucak açmaya hazır!
Tabi ki bence…
 
Not: Hafta sonu İzmir Sanayici ve İşadamları Derneği (İZSİAD)’ın genel kurulu vardı. AK Parti’den İzmir Milletvekili seçilen İlknur Denizli’nin boşalttığı koltuğa oturan Ayhan Baran, bu kez seçildi. Öncelikle kendisine başarı diliyorum. Ama İZSİAD’ı bu kentte yukarılara taşıyan, etkin bir konuma yükselten İlknur Hanım’ın kongrede yokluğu dikkat çekiyordu. Araştırdım. Kongreye gelmeyen sadece İlknur Hanım da değilmiş. Yaklaşık 400 üyesi bulunan derneğin genel kurulunda 160 oy kullanılmış. İlknur Hanım’ı aradım. Sesinden grip olduğu anlaşılıyordu. ‘Genel kurula gelmeme nedeniniz hastalığınız mıydı yoksa son katıldığınız toplantıda adınızın bile anılmamasından kaynaklı bir dargınlık mıydı? diye sordum. Hayır dedi. Aynı saatlerde yapılan MÜSİAD Genel Kurulu’nda olduğunu söyleyince şaşırdım. Gayri ihtiyari ‘Nasıl yani’ diye sordum yeniden…
İşte yanıtı: ‘MÜSİAD yönetimi Ankara’ya kadar zahmet edip genel kurullarına davet etti’ deyince ‘Yoksa İZSİAD’dan davet gelmedi mi?’ diye sordum. ‘Geldi, geldi. Tüm üyelere gönderilen bir cep mesajıydı’ deyince anladım. İZSİAD’ın son 5 yılına damga vuran Eski Başkan Denizli’nin İZSİAD yerine MÜSİAD’a gitme nedenini…