GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
9 Ocak 2012 Pazartesi

Başbakan’ın suskunluğu!

AK Parti’nin tepesindeki çatlak iddiaları her geçen gün biraz daha güçlenirken, Başbakan Erdoğan’ın bazı olaylar karşısında ‘suskun’ kalması da dikkatlerden kaçmıyor.
Kimi yorumlarda Başbakan Erdoğan’ın iktidara geldiği 10 yıl öncesine göre epey değiştiği hatta dönüştüğü vurgulanıyor.
3 Kasım 2002’de ‘Milli Görüş gömleğini çıkardık, değiştik’ diyerek işe başlayan Erdoğan’ın süreç içinde, yaşadığı değişim sadece fiziksel temelli olmadı tabi ki.
O ‘Bağıran, çağıran, önüne geleni fırçalayan adeta bir muhalefet partisi lideri edasıyla devletin tüm kurumlarına muhalefet eden’ Erdoğan’ın yerinde bugün yeller esiyor. Kavga edecek kim kaldı ki diye sorabilirsiniz. Ama yaşanmışlık, tecrübe denilen şeyi de yok saymayın bence. 
Erdoğan’ın yaşadığı değişimin en somut örneği kuşkusuz laiklik konusundaydı.
Deniz Baykal’la yaptığımız söyleşide Baykal’ın da altını çizdiği gibi, “Bir zamanlar laik düzene karşı savaş veren Erdoğan, gelinen noktada Arap devletlerine ‘laik anayasa’ tavsiyesinde bulunabiliyor".
Kuşkusuz ki Baykal, Erdoğan’ın yaşadığı bu değişimden kendisine paye çıkarıyordu.
Ama kesin olan şu ki Başbakan Erdoğan’ın laikliğe, laik anayasaya bakışı en az 180 derece değişmişti. Nedeni şu veya bu da olsa gerçek olan buydu.
Devletin tüm kurumlarını kimilerine göre ‘ele geçiren’ kimilerine göre ‘hizaya getiren’ Erdoğan’ın ‘Hamdolsun ileri demokrasiye geçtik’ sözü ise ne yakın ki pratikle çelişiyor.
Bunun pek çok nedeni olabilir.
Ama kuşkusuz en önemli nedeni bugün su yüzüne çıkan AK Parti’deki derin çatlaktır. Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanması konusundaki suskunluğunun temelinde de bence bu çatlağın rolü vardır Erdoğan’ın…
Ülkedeki muhalefetin yetersizliği, partisinin yarısının siyasi ömrünü tamamlamış olması bu çatlağa su taşıyan başat faktörler arasında…
2002’den bu yana devletin kurumlarıyla kavga eden ama kavga ettiği tüm kurumları şu veya bu şekilde hizaya getiren (ele geçiren) Erdoğan, sanki benzer bir kavgayı bugün parti içindeki yapılara karşı veriyor gibi…
Yargı bağımsızdır safsatasını en azından bugün için bir kenara koyarsak, bunun en somut delili de yargının özel yetkili mahkemeler üzerinden Türkiye’yi ayağa kaldıran bazı kararlarında gizli.
Ergenekon meselesi gibi… Başbakan Erdoğan’ın Ergenekon, balyoz, odatv gibi davaların gereğinden fazla sulandırılmış olmasından rahatsız olduğu kanaatindeyim. Ama Erdoğan’ın bu rahatsızlığı bugün partisinin tüm kanatları için söz konusu değil.
Olmadığı da ortada…
Hükümete yakın yayın organları bile artık bu konularda ciddi ayrışmalar yaşıyor. Bir grup Erdoğan’ın yakınındaki isimleri açıkça hedef tahtasına koyarken (Binali Yıldırım gibi) bir grup da toplumsal rahatsızlığı arttıran davalardan çekilmiş görünüyor.
Uludere vakasında Başbakan’ın ‘devletçi’ tavrı başta ‘Taraf’ olmak üzere hükümete taraf pek çok yapıyı, kalemi rahatsız etti.
Yandaş medyadaki ayrışmanın temelinde Başbakan Erdoğan ile parti içindeki bazı isimlerin yol ayrımına gelmesinin büyük rolü var. Göreceli olarak cemaatin ve de AK Parti içindeki bazı grupların destek verdiği kimi davalar, balkon konuşmasında ‘Bana destek vermeyen yüzde 50’nin de başbakanı olacağım’ diyen Erdoğan’ı ciddi şekilde rahatsız ediyor.
Geçmişte benzer bir muamele görmüşlüğün getirdiği olgunlukla Erdoğan, gerek uzun tutukluluk sürelerinden gerekse rövanş ve intikam duygusunu açığa çıkan kimi sulandırılmış davalardan rahatsız.  
İlker Başbuğ’un tutuklanması da bunlardan biri bence… Muadilleri ‘Yüce Divan’da yani Anayasa Mahkemesi’nde yargılanırken Başbuğ’un görev süresinde işlediği iddia edilen ‘terör örgütü kurmak’ suçundan emekliliğinden 1.5 yıl sonra yargılanması, sivil mahkeme tarafından Silivri’ye tıkılması vicdanı olan herkesi rahatsız eder çünkü.
Hem de sürecin bu şekilde cereyan edeceği bazı yapıların adamları tarafından 2 yıl önce keleme alınmışken…
Cumhurbaşkanı’nın ‘hukuk önünde herkes eşittir’ diyerek onayladığı bu dava hakkında Erdoğan’ın bir haftadır yorum yapmamasını nasıl yorumlayabiliriz ki?
Yanılıyor olabilirim. Lakin düne kadar devlet kurumlarını partisine/kendisine muhalif yapılardan temizlemeye çalışan Başbakan, bugünden itibaren aynı kurumlar üzerinde yanlış yapıların denetimi ele geçirmesine karşı mücadele edeceğe benziyor. Devlet kurumları tarikatlar/cemaatler arasında adeta pay edilmişken, her kurum bir nevi kendi derebeyliğini ilan etme noktasına gelmişken, Erdoğan’ın dışarıda olmasa da içeride denetimi/kontrolü sağlaması mümkün görünmüyor.
Bir yanda cemaat/köşk ittifakı öbür yanda vekillik yolculuğunun sonuna gelmiş isimler, alelacele atanmış cemaat referanslı üst düzey bürokratlar Başbakan’ın önündeki en büyük engel. En ciddi kavganın da adalet bakanlığında verildiği biliniyor. Seçim döneminde bakanlığa getirilen bakanlık müsteşarının emekliye sevk edilmesinden sonra yapılacak atamaların kontrol altına alınmaya çalışıldığı iddiası tazeliğini koruyor.
Yakın zamanda yapılmış hakim/savcı imtihanının sonucu epeydir açıklanamıyor.
İkinci büyük kavga içişleri bakanlığında…
Şu anda 30’a yakın vali için kararname hazırlandığı bilgisi geliyor İzmir’e…
Eski bakan Atalay’ın kadroları yavaş yavaş tasfiye ediliyor. Emniyet Müdürleri için de geçerli bu söylediğim… Emniyetteki değişim İzmir’den başladı bizzat.
Gaflarına rağmen terör örgütü konusunda koyduğu net tavırla ülkenin önemli kesimlerince alkışlanan İdris Naim Şahin, Başbakan’ın en güvendiği isimlerden biri…
Sağlık ve Milli Eğitim Bakanlıklarının yapısını topyekun değiştiren Kanun Hükmünde Kararname’nin altında da benzer bir sebep var.
Sağlık Müdürü, danışmana çevrilirken sistem profesyonellere emanet ediliyor. Hastane başhekimleri ise sadece sağlık konusunda yetkili kılınıyor.
Milli eğitimde de sistem tepeden tırnağa değişti. ‘Sözleşmeli sistem’ hükümetin istediği müdürü istediği zaman değiştirmesine olanak sağlıyor. Sözleşmenin feshi, bir sürü idari davanın önüne geçiyor. Doğru kullanılırsa çok faydalı olacak bir sistem…
Kontrolü kaybeden Başbakan’ın yeni dönemde kontrolü yeniden sağlamak için başvurabileceği bir sistem ya da.
Sonuç olarak Türkiye, özellikle 2012’de ciddi gelişmelere gebe…
Ekonomik açıdan çizilen negatif tablodan söz etmiyorum. Siyasetteki hareketliliğin varacağı boyuttan bahsediyorum. CHP’de tüzük kurultayı için ayağa kalkan muhalefetin tüzük umurlarında bile değil. Gerekli destek bulunabilirse seçimli kurultay için düğmeye basılabilir. AK Parti’de Başbakan Erdoğan’ın parti içi mahcup muhalefetiyle oynadığı köşe kapmaca oyununun nereye varacağı muamma. Hem CHP’de hem de AK Parti’de kopmaya/ayrışmaya varacak sonuçlar beklemek gerekiyor. Bazıları oyunun sonuna gelindiğini göremediği için özellikle de AK Parti’deki gelişmeler hakkında saf saf konuşuyor.
‘Efendim bunlar birbirinden kopmaz, bizim partiden kıymık ayrılmaz’
Ya bunlar hocalarından bile koptu geçmişte, birbirlerinden mi kopmayacaklar?  
Yeter ki kişisel beklentileri çakışmasın!
Sonuçta Erdoğan’ı bugünlerde suskunluğa iten pek çok sebep yakında kopacak büyük fırtınaların habercisi gibi görünüyor. Umarım bu fırtınadan sonra Türkiye’deki iklim değişir. Tahammül/eleştiri kültürü artar, ülkede ileri demokrasiye sözde değil özde geçilir.
Yoksa bu ülke, özellikle belirli bir kesim için giderek çekilmez bir hal alıyor. Mutsuz insanların ülkesine dönüşüyor.