GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
12 Aralık 2013 Perşembe

Yeni Dünya düzeninde Levant’ın İzmir’i

Philip Mansel’in deyişiyle; Levant bir bölge, bir diyalog, bir arayıştır.
19. yüzyıla gelindiğinde, İzmir, İskenderiye ve Beyrut, Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu Akdeniz’de yer alan uluslararası liman kentleriydi. Üçü de büyük ve zengin kentlerdi.
Bu üç şehir Levanten diyalogunu ifade eder. Kozmopolit ve milliyetçi unsurları şehirde bir arada barındıran, Levanten diyalogdur.
Buna karşın, Levanten diyalog, şehirde yıkıcı milliyetçiliği ve baskıcı din taassubunu barındırmamıştır.
Doğu Akdeniz liman kentleri, geçmişte farklı din ve etnisite gruplarını barış içinde barındıran kozmopolit yapılarıyla; devletlerin, sınırların, milliyetlerin tartışıldığı günümüz dünyasında, geleceğin metropollerinin kozmopolit yaşam kültürüne de ışık tutuyor.
Tarih boyunca çok uluslu, çok kültürlü, çok dilli, çok dinli kalmayı başarmış, ancak 20. Yüzyılda ulusal devletler kurulurken büyük yıkımlar yaşamış bu kentlerden İzmir, küresel düzenin model metropol kenti olmaya adaydır.
 
Bedensel gücün ulusal büyüklüğe katkı olarak görüldüğü dönemin yıkıcı milliyetçiliği artık toplumlara cazip gelmiyor.
Geçen yüzyılın başında milliyetçiliğin yarattığı cazibeyle din rekabet edememişti. Bu yüzyılın başında tam tersi oldu, tartışmalı bir dinler çağı başlarken milliyetçilik cazibesini yitirdi. Ulusların ulusu olmak fikri, alt kimlik olarak görülen diğer milletlerin itirazlarıyla karşılaşıyor. (Mikro milliyetçilik.)
Bugün karşımızda duran dünya problemi, dinlerin ve milliyetlerin yaşam alanlarını yeniden tanımlayan yeni bir kamusallığın ortaya çıkışıyla ilgilidir.
 
İşte tam burada, Levant’ın kozmopolit kenti İzmir, yeni dünya düzeninde farklı kültürlerden, dillerden, inançlardan insanların ortak yaşam modeli arayışlarında bir model olarak karşımıza çıkıyor.
İzmir’in tarih ve toplum belleğinde tolerans fikrinin izini sürmek, yeni kamusallığın ortaya çıkış sürecinde kuşkusuz önemli katkılar yapacaktır.
Yüzyılın başında, Doğu Akdeniz’de Beyrut, İskenderiye, Batı’da Atina gerilerken, Levant’ın üç büyük liman kentinden İzmir’in yıldızı parlamaya başladı. Uluslararası konjonktür İzmir’in yıldızını parlatıyor.
 
Ne var ki, İzmir’in bir cazibe merkezi olarak ortaya çıkışını, İzmir’in iyi yönetilmesine borçlu değiliz.
Tam aksine, aydınıyla, sanatçısıyla, iş adamıyla, yerel yönetimiyle, mülki idaresiyle, İzmir’in çok da iyi yönetildiğini düşünmüyorum.
 
Eski İzmir evlerini yıkıp sahil şeridine o çirkin binaları yapan vandallığın ve yağmacılığın elan sürdüğünü görmeliyiz.
Zeytinin ve üzümün yerini yazlık evlerin aldığı bir kültürün talihsiz mirasçıları olarak, İzmir’in tarihi ve kültürel mirasının yok olmasından sorumlu olduğumuzu kabul etmeliyiz.
İzmir’in beş bin veya sekiz bin yıllık geçmişinden söz ederken, binlerce yıllık mirastan geriye sadece birkaç arkeolojik kazı kaldığını da görmeliyiz.
Belli ki bu topraklarda yaşanmışlıktan nasibimize pek bir şey düşmemiş.
 
Hal böyle iken, İzmir bir dünya kenti olma yolunda hareketlenmeye başladı. Metropolleşme sürecinde İzmir’in nasıl yönetileceği, bir problem olarak bambaşka boyutlarda tartışmaya açılacak.
Başarı istiyorsak, mevcut yönetici zümresinin, kenti yönetmeye aday olanların, kentin kanaat önderlerinin, kentin önemli kurum ve kuruluşlarının yöneticilerinin bakış açılarını gözden geçirmelerine şiddetle ihtiyaç var.
 
İzmir değişecek; ya hep birlikte, ya da İzmirliye rağmen. İzmir illaki bu değişimi yaşayacak. Böyle gelmiş ama bu defa böyle gitmeyecek.