GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
13 Mayıs 2012 Pazar

Siyasal partiler ve din grupları

Bu binyılın başında, kapitalizmin ideologları tarafından; yüzyılın, dinlerin yükseliş çağı olduğu ilan edilmişti. O zamanlar bu öngörüye pek anlam verememiştik.
Şimdi anlıyoruz ki, uluslararası sistem, dinlere olan talebin yükselmesini uygun gördüğü için dinler çağını ilan etti.
Çünkü, kapitalistler, yoksulların alanları doldurup sistemi protesto etmeleri yerine, tapınaklara doluşup dua etmelerini istiyor.
 
Yeni dünya düzeninde Ortadoğu yeniden yapılandırılırken öngörülen yeni siyasal yapıda, din ve etnisite gruplarının kontrolüne giren siyasal partiler öne çıkarıldı.
Doksanlı yılların ikinci yarısından itibaren Türkiye’de de görünmez eller tarafından dizayn edilmeye başlanan siyasetin aynı doğrultuda dönüştürüldüğüne tanık oluyoruz. Uluslararası sistemin destek verdiği globalizasyon politikalarına uyum sağlayan her siyasal partide kontrol mutlaka bir veya birkaç din grubunun eline geçti.
 
BDP’de Kürt etnisitesi söz sahibi. AKP’de Sünniler, Nur cemaatleri ve benzeri İslamcı gruplar söz sahibi. CHP’de Alevi etkinliği tırmandırılıyor. Alevilerin karar mekanizmalarını ele geçirmesi yakındır.
Din grupları siyasal yaşamda söz sahibi olduğunda, o gruba mensup kişilerin ilerici, demokrat olmaları bir şey ifade etmez. O din grubunun ilke ve kurallarını yok sayacak irade grup içinde barınamaz. Grubun hiyerarşik yapısı içinde şekillenen siyasal kararlara uymamak kimsenin haddi değildir.
 
Neden böyle?
Önce, yeni dünya düzeninin bileşenleri olarak dile getirilen kavramlara bir göz atalım; insan hakları, demokrasi, sivil toplum, serbest pazar ve özelleştirme.
İnsan haklarından ne anlaşıldığına baktığımızda; insan haklarının temeline grup hakları yerleştirilmek suretiyle insan tekinin kişi olarak sahip olduğu hakların gri bir alana itildiğini görüyoruz. Kişi haklarının yerini grup hakları alıyor.
Demokrasiden ne anlaşıldığına baktığımızda; halkı geri plana çeken ve cemaatleşen toplumu öne çıkaran, katılımcılık ilkesini görmezden gelen bir anlayışın sergilendiğini görüyoruz. Kapitalistlerin talep ettikleri serbesti sanki demokrasiymiş gibi sunuluyor.
1789’dan beri kapitalist sistemin iktidar paylaşımında hesaba katmak zorunda olduğu halk, yeni dünya düzeninde, din ve etnisite grupları tarafından ikame edilmektedir.
Modernizme, Aydınlanma düşüncesine yöneltilen eleştiri 1789 ihtilaline kadar götürülmekte ve ihtilalin insanlık tarihine getirdikleri şaibeli kılınmak istenmektedir. Bu gözden düşürme girişiminin başarılması halinde, kapitalistler, halkların talebi olan insan hakları ve refahın tabana yayılması baskısından kurtulmayı umuyor olmalı.
Sivil topluma gelince; hak arayan devrimci kitle örgütlerini tasfiye etmek amacıyla devreye sokulan STÖ’ler, sivil toplumun simgesi olmuştur.
Sivil toplum kavramına yüklenen anlam ve işlev, örgütlü toplumu öngörmüyor, ama sivil toplum örgütlerinde bir araya gelerek uluslararası sisteme sadakat bildiren başkaldırı kültürüne yabancılaşmış toplumu öngörüyor.
Din ve etnisite gruplarının dokusunu oluşturduğu sivil toplum, halk olgusunun alternatifi oldu. Halk, birey yok edilmek suretiyle cemaat toplumuna dönüştürülüyor.
Sivilleşmek, halkın vesayetten kurtulması anlamına gelmiyor. Vesayet kılık değiştiriyor. Üniformalı vesayet gidiyor, cübbeli vesayet geliyor.
Serbest pazar ve özelleştirme; halkın refah düzeyini yükseltmek ve sosyal güvenliği yaygınlaştırmak amacıyla devletin yaptığı harcamaları kısmak isteyen kapitalistler, bu arzularını serbest pazar ekonomisi ve özelleştirme ile realize ettiler.
Daha az devlet, domestik devlet dediler, hayat bütünüyle kapitalist iş oldu.
Kapitalist sistem tarafından bize sunulan, çalışmak için yaşamaktan ibaret bir hayattır.
Marks’ın emek değer kuramında işaret ettiği gibi; sermaye, toplumu örgütlüyor.
 
Sermaye, kapitalist iş olarak algıladığı hayatlarımıza çeki düzen verirken ve toplumu yeni kriterlere göre örgütlerken doğal olarak kamusal yaşamı ve siyaseti de yeniden dizayn etti. Gerçekte, “değişim” dedikleri tam olarak budur. Merkezde, sağda ve solda siyaset yeniden yapılanıyor.
 
Belki de bu yüzden, CHP’de yaşanmakta olanlara baktığımızda aklımız karışıyor. Halbuki, Türkiye’nin başına ne gelmişse, CHP’nin başına da o geliyor.
CHP’de büyük bir yol ayrımının koşulları hızla oluşuyor. Merkez sağı ve İslamcı sağı harmanlayıp AKP’yi ortaya çıkaran güç, sıranın sola geldiğini söylüyor.