GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
4 Mayıs 2012 Cuma

Sosyalizm bu ülkeye uğramadı

Türkiye, sol dinamikleri işlemeyen bir ülkedir. Türk solu, teoride ve pratikte ülke sorunlarının üstesinden gelecek, emekçilerin toplumsal taleplerini karşılayacak siyasal programlar oluşturamadı, sosyalist partiler siyasal yaşamda kalıcı olamadı.
 
Türkiye’de solun yükselişte olduğu 60’lı ve 70’li yıllar boyunca, bir yaş kategorisi olan gençlik sosyal bir sınıf gibi davranarak devrimci hareketin öncülüğüne soyundu.
İşçi sınıfının kendisi için sınıf olmak konusundaki isteksizliği, sosyalist partilerin birbirinin önünü kesmesi, gençlik hareketlerinin devrimci öncülüğünün önünü açtı.
Kılavuzu gençlik olan devrimci hareket, toplumsal tabanı olmadığından, bilindiği üzere 1980 darbesinde karakolda son buldu.
Kentsoylu gençliğin devrim hayalleriyle başlayan, yetmişli yıllarda kırsal alana da yayılan devrimci mücadelenin bedelini binlerce genç hayatlarıyla ödedi.
 
Devrimciler zindanlarda çürürken, işçiler göçüp geldikleri büyük kentlerin varoşlarında kendi devrimlerini yaşıyorlardı. Şehrin ışıl ışıl bulvarları, göz alıcı vitrinler, sinema afişlerindeki renkli, türkçe, sinemaskop hayatlar, fotoroman yaşantılar, videoların sunduğu görsel şölen, televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi; bütün zenginliğiyle önlerine serilen kent yaşamı işçi sınıfının asıl devrimiydi. Ve işçi sınıfının tutkuyla yaşadığı bu değişimin önüne geçmeye çalışan devrimciler, işçiler tarafından dost değil düşman olarak algılanmıştı.
1980’de askeri darbeye karşı en ufak direnç göstermeyen işçiler, işçi sınıfı öncülüğünde devrime hiçbir zaman inanmadı.
Sendikal mücadeleden bütün anladığı ücret sendikacılığı olan sözüm ona devrimci sendikal mücadele, 1980’de daha ilk vuruşta yerle bir oldu.
 
Yetmişli yıllarda, her grubun kendi fraksiyonunu oluşturduğu, adeta mitoz bölünmeyle çoğalan devrimci harekete, akşamdan sabaha yeni fraksiyonlar ekleniyordu. Aslında kuramsal açıdan birbirinden farklı olmalarını gerektirecek maddi temelleri olmayan fraksiyonların devrimden anladıkları, birbirini suçlamak ve kavga etmekten ibaretti.
 
Köylüler toprağa bağlı yaşamanın bütün ağırlığıyla ve sağın oy deposu olmak sıfatıyla elde tüfek, dağa çıkan devrimcileri avlamak için yollara düşmüştü.
İşçiler içinden geçmekte oldukları kentlileşme sürecinde kendi devrimlerini yaşamakta olduklarından, bu devrime karşı tehdit olarak algıladıkları devrimcilere öfkeliydiler.
 
Orta sınıflara gelince, küçük burjuva özellikleri dik durmalarına engel teşkil ettiğinden, her yöne rahatlıkla dönebildiklerinden; 1980 darbesini ayakta alkışladılar, Turgut Özal’ı sırtlarında taşıdılar, Erdoğan’ı değişimin lideri yaptılar.
 
Marksist düşünceye dayalı yeni tezler ve dünya problemlerine ışık tutan yeni değerlendirmeler, yaklaşımlar yeryüzünde ilgiyle izleniyor. Kapital okumaları yeniden yapılıyor. Marksist düşünce “…ile okumak” stratejisiyle yeni ufuklar açıyor. Dünyanın dört bir yanında sosyalizm fikri küllerinden yeniden doğuyor.
Türkiye’de ise, bırakın Marksist cenahta olan biteni, Sosyalist Enternasyonal toplantılarında konuşulanlar bile doğru dürüst izlenmiyor. CHP’nin herhangi bir ilçe binasına girin, partililere sorun Sosyalist Enternasyonal toplantılarında ne olup bittiğini, o zaman daha iyi anlayacaksınız ne söylemek istediğimi. Dünyadan bi haberiz.
Sol düşünce bu ülkeye ne yapsın!
 
Ne komünistimiz komüniste benziyor, ne sosyalistimiz sosyaliste benziyor, ne sosyal demokratımız sosyal demokrata benziyor, ne de burjuvamız burjuvaya…
Her şeyin kolayına ve ucuzuna teşneyiz. Bedel ödemeden zahmetsiz yaşamayı seviyoruz. Sorun soruşturun, Kurtuluş Savaşında kaç şehit vermişiz, kaç asker kaçağımız var?
Geçen yüzyılda Atatürk öncülüğünde kurmayı başardığımız Cumhuriyet bu yüzyılda yok edilirken kılımız kıpırdamıyorsa, bu yüzdendir.
Maalesef biz bize benziyoruz.
 
*Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı asılışlarının kırkıncı yılında anıyoruz…