GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
9 Temmuz 2013 Salı

Nerede kalmıştık…

Her açıdan yorucu olan son dönemin yükünü daha fazla taşıyamayarak kaçtığım Karaburun’dan kuş gibi hafiflemiş olarak döndüm.
Ramazan ayının ülkemize ve dünyaya önce ‘barış ve hoşgörü’ getirmesi temennisiyle, ‘nerede kalmıştık’ sorusunun etrafında kaleme sarıldım.
Canımızı sıkan, yüreğimizi parçalayan öyle çok mesele var ki;
Arap Baharı diye başlayan ama çoktan ‘kışa’ dönen süreç kan ve gözyaşıyla aynı anlama geliyor artık. Demokrasi ve sosyal adalet talebiyle diktatörlerine karşı ayaklanan Arap Dünyası, ‘gelenin gideni arattığı’ gerçeğiyle yüzleşiyor.
Suriye’de 100 bine yakın insanın katledilmesi…
Libya’da ‘diktatör’ Kaddafi’nin bile mumla aranması… 
Mısır’da namaz kılanların üzerine açılan ateş…
Namlusunu halkına çeviren, halkını katleden ordular…
İnsanlık dışı şiddeti destekleyen, onaylayan yahut sessiz kalan ‘medeniyet’
Yani AB, ABD vs…
Mısır’daki darbe üzerinden Türkiye’ye pay biçmeye çalışan, Taksim’le Tahrir arasında suni bir bağ kurup Mursi ile Erdoğan’ı aynı kefeye koyan ve ‘Müslüman Kardeşler ile AK Parti’yi’ karşılaştırıp iç siyasette yeni bir mağduriyet iklimi yaratmaya çalışanlar.
Gezi Parkı sürecini kirletme, marjinalize etme görevini/misyonunu yerine getiren ‘kalemşorların’ Gezicileri ‘darbeci’ ilan etme çabası…
Hala eski ezberler üzerinden toplum mühendisliği oynamaya kalkanların kokuşmuş, bayatlamış, tedavülden kalkmış taktiklerle ‘yersen’ türünden hamleleri.
Taksim Gezi Parkı olayları sırasında ‘Aman ha! Taksim’deki olayları Arap Baharı’yla mukayese etmeyelim. Türk Baharı demeyelim’ diyenlerin bugün Taksim’le Tahrir’i aynı cümle içinde kullanmaları… İbretle ve de kaygıyla izlediğim gelişmelerdendi.  
Diyorum ki;
Tahrir ile Taksim arasındaki farkı anlamayan bu ülkede gazetecilik yapmasın.
İki meydan arasındaki en temel en bariz fark şudur:
Tahrir’dekiler ellerinde olmayanın peşindeyken, Taksim’dekiler ellerindekini korumanın derdindedir. Tahrir’de olmayan demokrasi, olmayan para, sosyal adalet aranırken Taksim’de ‘eldeki’ demokrasi, cumhuriyet, laiklik korunmak istenmektedir.
Aş, iş talep listesinde hiç yoktur.
Umuyor ve diliyorum ki Ramazan ayının uhreviyeti bu ülkeyi yönetenlerin akıllarını başlarına devşirsin. Vicdan taşıdıklarını hatırlatsın onlara. Kalp gözlerini açsın. Ki ülkeyi meydan meydan bölüp, bir kesimi öbürünün üzerine salarak, ‘sopalı, palalı, silahlı’ siviller yaratıp, 60 yaşındaki kadınları, 15 yaşındaki gençleri, çocukları biber gazına boğan, öldüresiye döven, Türkiye’yi dünyaya rezil eden polisi ‘kahraman’ ilan edip, ‘destan yazdınız’ övgüsüyle, maaş taltifiyle azdırarak ne denli bir yanlışın altına imza attıklarını görsünler.  Ve de ülkenin yarısını ‘ötekileştirme’ gafletinin olası sonuçlarını…
 
Süreci okuyamayan sadece iktidar değil aslında…
Zekâlarına şapka çıkardığım demokrasi havarisi gençlerden rol çalmaya çalışanlar da bu süreci ıskaladı. Gençlerin sürüklediği/yönettiği sürecin popülaritesinden yararlanmaya çalışan, onlara eklemlenip rol çalan sendikalar, STK’lar, kargaşa ortamından beslenen şiddet yoluyla reklam yapmayı ihmal etmeyen gençliğin tertemiz, zeka dolu eylemini kirleten marjinal gruplar, örgütler…
Ve tabi ki siyasi muhalefet…
Halkın sokulmadığı Gezi Parkı’nda inceleme yapma gafletinde bulunan muhalefet lideri mesela... Mehter marşı gibi ‘bir ileri iki geri’ manevra yapan, bir dediği bir değini tutmayan bir başka muhalefet lideri…
Tabi ki ‘at gözlüklerinden’ kurtulamayan, yanlı, yanlış medya…
Sadece iktidar yanlısı olanları da kast etmiyorum.
Gezi Parkı’ndan canlı yayın yapan, muhalif medya da aynı yanlışın altına imza atıyor.
Öyle tehlikeli, öyle kindar bir dil kullanılıyor ki…
Muhalefet buysa ‘ben yokum’ diyesi geliyor insanın.
Meydan meydan bölünen, bayrak bayrak ayrılan bu ülkenin ihtiyacı olan şeyse…
Biraz normalleşmek. Siyasetçilerin ‘aklımı kaçırmış’ gibi konuşmaması, ötekileştirici değil birleştirici/kucaklayıcı olması mesela…
Mevlana gibi Yunus Emre gibi Hacı Bektaş Veli gibi ‘hoşgörü’ devlerini yetiştiren bu coğrafyada en son ihtiyacımız olan şeyse eli satırlı/palalı/silahlı/sopalı tipler.
Ve de her geçen gün dozu artan polis şiddeti…
*
Adalet, adalet ve de adalet…
İhtiyaçlar listesinin en başındakiyse adalet.
Mülkün temeli adalet… Bir gün herkese ama herkese lazım olacak olan adalet.
İki satır yazı yazan çocukları tutuklayan ama elindeki palayla kadınlara saldıranı salıveren adalet… Ölen genci suçlarken öldüren polise neredeyse ‘madalya’ takan adalet…
Eli sopalıyı koruyan ama eli bayraklıyı tutuklayan adalet…
Yani son dönemde neredeyse hiç olmayan adalet…
Neredeysen çık ortaya…
Tabi ki gerçekten varsan…
Bir hayalden, bir seraptan ibaret değilsen!
Kaf Dağı’nın ardındaki Zümrüdü Anka Kuşu değilsen.