GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
24 Haziran 2013 Pazartesi

Gezi isyanının olası siyasi sonuçları (3)

Gezi Parkı sürecini anlamaya, şifrelerini çözmeye ve de muhtemel sonuçları üzerine kafa yormaya devam…
Türkiye’de iktidarın yorgunluğu, iktidar sahiplerinin yıpranmışlığı, halkın özgürlük alanlarına dair ‘düzenleme’ başlıklı yasaklar, demokrasinin azalması, biber gazının, polis şiddetinin artması, adaletin kavramının zedelenmesi, halkın iktidara oy vermeyen yüzde 50’sinin giderek dışlanması, ötekileştirilmesi…
Tüm bunlar dünyaya şapka çıkaran isyanın kökenindeki faktörlerden birkaçıydı.
Hiçbir miting, bindirilmiş kıtalarla oluşturulan hiçbir koreografi, bu doğal senfoninin üzerine çıkamaz.
İktidar sahiplerinin bu gerçeği örtme, gizleme hatta saptırma çabaları gülünç duruma düşmenin ötesine geçemeyecektir. 
Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişken, yapılan her türlü eylem, hariçten gazel okumaktır sadece…
Artık Türkiye meydanlar üzerinden çok net, bariz bir şekilde bölünmüştür.
Bizatihi Başbakan Erdoğan eliyle…
Kazlıçeşme ve Taksim!
Bir madalyonun iki yüzüdür aslında…
Kazlıçeşme ile Taksim birbirine madalyonun iki yüzü kadar yakın yahut o kadar uzaktır.
Sonuçta Türkiye, iki yakasını bir araya getirecek bir anlayışa muhtaçtır bugün.
Ve muhtaç olduğumuz bu anlayış en azından Başbakan Erdoğan’da yok.
Gezi’den alınacak ilk ders, mesaj belki de bu…
 
Bir önceki yazıda Gezi isyanının bir siyasi partiye dönüşmesinden çok siyasi partilerin meydanları okuyup, kendilerini dönüştürmelerinin daha önemli olduğunu anlatmaya çalışmıştık.
İktidarından muhalefetine kadar herkes meydanları okuyup, yönetim felsefesi başta olmak üzere kadrolarında bir dönüşüm yaratabilirse, eski ezberlerden kurtulmayı başarıp, halkın bilhassa da gençlerin dilini çözebilirse varlıklarını devam ettirebilecektir.
Aksi halde siyaset mezarlığındaki yerleri hazırdır.
‘Nasıl olur canım… AK Parti de mi siyaset mezarlığına?’ diyenleriniz olabilir.
Evet, meydanları okuyamazlarsa AK Parti’nin de gideceği yer orası…
Kaldı ki dünün, önceki günün anlı şanlı partilerinin mezar taşlarında aynı şey yazar…
‘Sen de buraya düşecek parti miydin, adam mıydın be…’
Sonuçta çağı okumak önemlidir. Çağın gerisinde kalan kim olursa olsun… Kişi, kurum, şirket, dernek, parti hatta devlet… Yok olmaya mecburdur.
Sonuçta bir eğilimler koalisyonu olan AK Parti’yi bir arada tutan faktörler belli. En başta milyar dolarlık ihalelerin yarattığı çekim gücü… Ama bu koalisyon ilelebet sürecek diye bir şey yok. Zaten son bir yılda ortaya çıkan gürültüye, görüntüye bakarsak koalisyonda derin çatlakları hemen fark ederiz. 

Gelelim muhalefet cephesine…
Gezi isyanıyla birlikte iktidarın kan kaybı sürüyor.
Sağlıklı, kamuoyunu yanıltmayı amaçlamayan anketlere göre iktidar partisi hızla eriyor.
Ama muhalefette kıpırdanma yok.
Yani iktidarın kaybettiği muhalefete gelmiyor. Ya nereye gidiyor? ‘Kararsız, küskün seçmen’ hanesine… Muhalefetin de okuması gereken öncelikli mesaj bu…
İktidara karşı ayaklanan meydanlar muhalefete yönelmiyorsa… Şapkayı öne koyma vakti gelmiş demektir. Ancak kesin olan şu ki… Az da olsa muhalefet meydanlardaki tablodan beslenecektir. Özellikle de yerel seçimlerde…
Ben yaptım oldu mantığından kurtulup ‘iki dudak demokrasisi’ yerine geniş halk kesimlerinin desteklediği adaylarla yola çıkan parti, lider bariz şekilde kazanacaktır.
Şimdiye kadar iktidar muhalefetin yetersizliğinden beslenirken önümüzdeki yerel seçimler muhalefetin iktidarın yıpranmışlığından besleneceği bir süreci başlatabilir.
Tabi ki meydanları doğru okuyan bir adım öne çıkacaktır.
Ama ister okusun ister okumasın Erdoğan’a ders vermeye programlanmış bir kitle varken muhalefetin değirmeni daha hızlı dönecektir.
Erdoğan’a ders vermeye, haddini bildirmeye yahut ayağını yere bastırmaya kararlı kitle, ilk dersi yerel seçimlerde verecektir.
Bu nedenle önceki yazıda önümüzdeki yerel seçimlerin 1989’a benzeyebileceği hatta 2015 genel seçimlerinin de 1991’e yakın sonuç doğurabileceği tezini attım ortaya... Tarihin tekerrür edebileceğini öngördüm. Çünkü tarihi olayların hangi koşullar altında tekerrür ettiğini iyi biliyorum.
Dünden yani tarihten ders alınmayan, aynı hatalara düşülen her süreç tekrar etmeye mecburdur. 
Özal’ın tek parti iktidarıyla yarattığı yorgunluğun benzerini Erdoğan’da yaşıyoruz.
Tek parti iktidarı kolay taşınabilir bir yük değil.
Düşünün bir kez… İki dudağınızdan çıkan her şey ya kanun ya yönetmelik oluyor. Savaş açtığınız tüm cepheler bir biçimde teslim olmuş, teslim alınmış… Geçmişe dönük tüm hesaplar en ağırından görülmüş, milletvekilleri desen emre amade… Kabine çakı gibi… Asker, polis, yargı… Tüm güçler kontrol altında… Böylesi bir tablo etten kemikten herkese hata yaptırır…
Böylesi bir güçle donatılmış herkes gün gelir o gücün esiri olur.
İşte dün Özal’ın bugün de Erdoğan’ın içine düştüğü açmaz budur.
Ve her iki örnekte de toplum yorulmuş, iktidarı taşıyamaz hale gelmiştir.
Yalnız 2014’ün 1989’dan farklı sonuçları da olacaktır. Bu fark öncelikle askeri darbenin ardından dümene geçen Özal ile ardı ardına patlak veren ekonomik-siyasal krizlerin yarattığı toplumsal travmanın yarattığı Erdoğan arasındaki derin nüans farklarından doğacaktır.
En başta Özal’a dönük isyan ekonomik temelliyken Erdoğan’a dönük isyanın ilk sırasında özgürlük, laiklik, cumhuriyet değerleri gibi ideolojik, yaşamsal endişeler var.
Doğru yönetilebilirse yaşamsal endişelerin tetiklediği isyanın siyasal sonucu çok daha kesin ve çok daha ağır olabilir.
Öte yandan bu süreç özellikle önümüzdeki 2 yıl boyunca somut sonuçlar doğurmaya devam edecektir. Öncelikle 2014 sonrasında cumhurbaşkanlığı ve ardından 2015 genel seçimleri…
İki yıl içinde 3 kez sandık başına gidecek olan Türk halkı, mevcut 2,5 partiye sıkışmışlık içinde kendini ifade edemeyebilir. İktidarı onaylamayan, muhalefeti de yetersiz bulan, çıkış yolu arayan ama bulamayan halk, krizi doğru yorumlayabilen, Kazlıçeşme ile Taksim’i birleştirme gücüne sahip bir yeni parti, lider arayışını sürdürebilir.
Ve olağanüstü süreçler kendi liderini yaratır, bulur. 
Kurtuluş Savaşı’nın Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını yarattığı gibi…
Şu anda isim olarak söylemek zor. Ama Türk milleti bağrından her an yeni bir lider daha çıkarabilir.
Çıkarmalıdır da…
Yüzü eskimiş, sözü eskimiş, düşüncesi eskimişlerle bu ülkenin bir yere gidemediği, gidemeyeceği aşikârken bir an önce yeni bir lider, yeni bir kadro çıkarmalıdır bu millet.
Meydanlardan alınacak ikinci önemli ders…
Gençlere, bilhassa da özgür düşünceli gençlere yol açılmalıdır.
Çağı okuyan, özgür düşünen, yaratıcı gençlere…
Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar, Adnan Menderes, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Deniz Baykal, Necmettin Erbakan…
Siyaseten bir baltaya sap olduklarında henüz 30’lu yaşlarındalar.
Ecevit 30’unda vekil ve bakan…
Baykal da öyle… Demirel, Erbakan o yaşlarında parti, ülke yönetiyor. Atatürk paşa, mareşal…
 
1980 darbesinin en ağır sonucudur Gezi Parkı isyanının temelinde yatan…
Gençliğin birkaç nesil siyasete ara vermesi… Gençlik ara verince yahut özgür düşünceli, sorgulayan, yaratıcı gençlik siyasetten uzak durunca, eski yüzlerin, eski sözlerin egemen olduğu siyaset kurumu, toplumu yeterince sağlıklı okuyamadı.
Okuyamayınca da yaşadığımız sosyal isyan kaçınılmaz oldu.

DEVAM EDECEK…