GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
18 Haziran 2013 Salı

Korkuyorum çünkü…

Kaç gündür izliyorum.
Elim klavyeye gitmiyor.
Korkuyorum, ürküyorum.
Hani bazen, kötü bir rüya görürsünüz, bir kâbus…
Yorganı başınıza çekip sabahın olmasını beklersiniz ya…
Yahut uyuyup uyanıp bambaşka bir dünyaya açmak istersiniz gözlerinizi…
Biraz öyle bir uyku halindeyim bir süredir.
Ama geçmiyor… Geçeceğe de benzemiyor.
Hala aynı korku, aynı kâbus, aynı korku iklimi…
Oysaki Gezi Parkı isyanı/direnişi 90 yıllık cumhuriyet yarım asırlık demokrasi tarihimiz açısından hatta 2 bin yıllık devlet geleneğimizde pek çok ilki yaşattı bizlere. Herkesin ama herkesin alması gereken dersler vardı içinde… Batı tarafından yıllarca ‘Barbarlıkla’ itham edilen Türk milletinin aslında ne denli asalet timsali olduğunu ortaya çıkardı Gezi Parkı eylemleri…
Provokatörleri saymazsak orantısız zekâsıyla öne çıkan Türk gençliği, dünyayı kendine hayran bırakmayı başardı. Ama dünyanın an be an izlediği sadece milletin asaleti, gençliğin zekâsı değildi. Devletin orantısız şiddetini de gördüler ne yazık ki… Devletin halkına yönelik barbarlığını…
Gezi Parkı eylemlerinden neredeyse herkes bir ders çıkardı, bir mesaj aldı. Başbakan hariç! Erdoğan’a göre Türk polisi demokrasi sınavını başarıyla vermiş.
‘Gezi Parkı’nı işgalcilerden temizledik’ diyor haşmetmeap!  Sanki Conkbayır’ını İngilizler’den Anzaklar’dan temizlemiş mübarek!
Kasıla kasıla tehdit savurmaya devam ediyor. Muzaffer bir ordunun komutanı edasıyla…
Padişahım çok yaşa demeyen herkes nasibini alıyor zat-ı devletlülerinden…
İktidarının ilk 5 yılında peşinden koştuğu AB’ye de zılgıt atıyor, hizaya getiremediği, sufle yapamadığı, ayar veremediği uluslar arası medyaya da. Aynı medya Erdoğan’ı kapak yaparken, Ortadoğu’nun yıldızı, Avrupa’nın yükselen değeri ilan ederken iyi, Gezi Parkı’ndaki orantısız şiddeti sansürsüz gösterirken kötü…
Gelelim Türk polisinin demokrasi sınavına…
İzmir’in sokaklarında eli sopalı sivil polisler gencecik çocukları köşe başlarında sıkıştırıp orantısızca ve de acımasızca dövdüler. Başbakan köprüden düşen polisi dilinden düşürmüyor ama biri polis mermisiyle ölen, öldürülen 4 genci ağzına bile almıyor. Kötü yönetilen bu süreçte kaybedilen, ölen, öldürülen 5 insanımızın sorumlusu, kimse kusura bakmasın en başta Başbakan Erdoğan’dır.
Hesabı bu dünyada değilse de öbür dünyada kendisine sorulacaktır. Aklıselim olan, biraz vicdan taşıyan herkes Türk polisinin çok ama çok kötü bir sınav verdiğini gördü, görüyor.
Türk medyasının ‘penguenleri’ gösterdiği saatlerde dünya medyası İstanbul’daki, İzmir’deki, Ankara’da ve Türkiye’nin 70 ilindeki vahşeti canlı yayınlıyordu çünkü.
Erdoğan’ın okuduğu gazeteler yazmasa da dünyanın bütün gazeteleri birinci sayfalarından Türkiye’deki dehşeti gözler önüne seriyordu. Sonraki günlerde yaşananları da herkes ama herkes gördü zaten. Polis, bu süreçte halka resmen zulmetti.
Başbakan Erdoğan’ın yüksek perdeden tehditvari söylemi de bu gerçeği değiştirmez.  Ama polis emir kuluydu. Bazıları kulluğu abartsalar da emir demiri kesiyordu sonuçta.
Ve emri veren
Başbakan’a göre polis demokrasi sınavını başarıyla vermişti.
Demek ki Başbakan’ın ‘ileri demokrasi’ diye dilinden düşürmediği bu olsa gerekti.
Demek ki ileri demokrasi denilen şey aslında namluları halka doğrultup gaz bombası atmak, gencecik çocukların gözlerini plastik mermilerle kör etmek, bazılarını öldürmek, 50-60’ını ağır travmatik tedaviye mecbur etmek, ölüm döşeğine düşürmek, tomalarla masum insanları havaya uçurup komaya sokmak, kadını/yaşlısı/çocuğu ayırt etmeden hamamböceği ilaçlar gibi halkını biber gazına boğmak, eli sopalı sivil tiplere gencecik çocukları kurbanlık koyun gibi ikram etmek…
Dünyanın ‘itidale’ davet ettiği, başta Ertuğrul Günay olmak üzere önemli bir kitlenin merhamet çağrısı yaptığı Erdoğan’ın yaşananlardan hiçbir ders almaması, halen provatif söylemlerle halkı bölmeye, parçalamaya devam etmesi korkularımı arttırıyor. Dahası etrafındakilerin hala ‘dur’ dememesi, diyememesi…
Ve polisin müdahale gücünü arttırmaktan söz ediyor Başbakan…
Sırtını sıvazlayıp ‘aferin’ dediği polisin… Yardımcısı Arınç, gerekirse TSK’nın da kullanılabileceğini söylüyor.
Keşke yok olmaya yüz tutan demokratik iklimi genişletmekten söz etseler, edebilselerdi.
Ama beyhude beklentimiz. Görünen o ki öyle bir şey olmayacak.
Bundan böyle ‘gak’ diyenin diline biber gazı guk diyenin gözüne plastik mermi… Olmadı biberli tazyikli su… Yetmedi jandarma. O da yetmedi TSK.
Ya o da yetmezse ne olacak? NATO’dan mı yardım alacaksınız?
Kişisel ikbal ve koltuk hırsıyla, gözler körelmiş, kulaklar duymuyor, kalpler taşlaşmış ne yazık ki. Kötü yönetilen bir süreç nedeniyle iki Türkiye fotoğrafı yaratıldı. Taksim’i yaratan da Erdoğan’dır Kazlıçeşme’yi yaratan da…
Her iki Türkiye fotoğrafı da yürütmenin başı olarak bizzat onun beceriksizliği yüzünden ortaya çıkmıştır. Eğer Gezi Parkı’ndaki masum insanlara ilk günlerde haşere muamelesi yapılmasaydı, Türkiye ayağa kaldırılmasaydı… Olaylar karşısında vakur, soğukkanlı davranılıp gereği yerine getirilseydi. Halk provoke edilmeseydi. İkiye bölünmeseydi.
Orantısız şiddete karşı yürüyenlere ‘çapulcu’, arada bir içkisini içenlere hasta muamelesi yapılıp ‘alkolik’ denilmeseydi, halk boşu boşuna galeyana getirilmeseydi.
Sakin, kucaklayıcı bir üslupla, insanları anlamaya çalışarak, en başından dinleyerek yaklaşılsaydı. Zeytinyağı gibi üste çıkmak için olmadık düşmanlar, paranoyalar üretilmeseydi. Faiz lobisi, dış güçler gibi bilindik klişelerle gençlerin demokrasi isyanı kirletilmeye çalışılmasaydı. Bu tür süreçlerden beslenen marjinal grupların hatta derin devletin provokasyonları meydanlardaki masum insanlara mal edilmeseydi.
Herkesin ezberini bozan gençlerin dünyaya şapka çıkartan eylemi, demokrasimizin geldiği nokta açısından bir zenginlik olarak görülebilseydi.
Dediğim dedik, öttürdüğüm düdük anlayışından öte ‘Bizim de yanlışlarımız oldu’ noktasına gelebilseydi zat-ı devletlüleri… O meşhur karizmayı korumak uğruna bir ülkeyi ateşe atan adımlar atılmasaydı.
Ne mi olurdu? En azından biri polis 4’ü hayatının baharındaki beş vatandaşımız hayatta olurdu. Bu bile yetmez mi?
Yetmiyor anlaşılan…