GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
10 Haziran 2013 Pazartesi

Çaresizliğin, korkunun resmi… İki Türkiye!

Başbakan Erdoğan’ı izlerken korktum.  Bindirilmiş kıtalara seslenirken, ç aresizliği gözlerinden de sözlerinde de okunuyordu. İki millet, iki Türkiye yaratmakta beis görmedi.
Öteki yüzde 50’nin sesini bastırmak, beriki yüzde 50’nin kan kaybını durdurmak için, Taksim’de, Gündoğdu’da, Kızılay’da ve ülkenin dört bir yanında demokrasi dersi veren gençleri  3-5 marjinal üzerinden kirletip gözden düşürmeye çalışan Erdoğan’ın en şaşırtıcı hamlesi de hala sorunlarını çözmediği başörtülü kızlar oldu. Onları da Gezi Eylemi’nin merkezine yerleştirmekte sakınca görmedi. Ya da 18 yıl sonra yinelediği Taksim’e Camii vaadi, eylemci gençlerin ‘Taksim’de Kandil’ hamlesiyle boşa çıkınca ‘başörtülü’ kızların arkasına saklandı bir kez daha.  Oysaki Taksim Meydanı’nda ‘Kandil’ mumları yanarken dua edenler arasında çok sayıda başörtülü anti kapitalist Müslüman vardı.
Ve meydanları dolduran milyonların başörtüsüyle, dinle, camiyle sorunu yoktu.
Her sıkıştığında camiye, dine sığınmaya alışık olan Sayın Erdoğan, klasik ‘böl-parçala-yönet’ taktiğiyle halkı da meydanları da ayırmaya çalıştı.
Ve tüm bu baskıcı tutuma rağmen 14 gündür Türkiye’ye demokrasi dersi veren başını ‘tweet atan gençlerin’ çektiği kitlelere toplumsal destek çığ gibi büyüyor. Erdoğan’ı karşılamak için canhıraş bir mücadele verilirken insanların en iyimser tahminle biber gazı yemeyi göze alarak meydanlara destek çıkması üzerinde durulması gereken bir nokta.  Demek ki Sayın Cumhurbaşkanı haklı… Bir kesimin diğer kesini baskılamaya çalışması büyük çatışmaların ve acıların kaynağı oluyor. Ve Başbakan Erdoğan’ın bizatihi yaratmaya çalıştığı Türkiye fotoğrafında tam olarak bu tehlike var. Bir kesimin diğerini baskılama çabası… Sayın Başbakan’ı ilk kez bu denli çaresiz gördüm.  Kendinden emin küheylanın yerinde sesi titreyen ve tutunacak bir dal arayan ama ne pahasına olursa olsun maçı kazanmaya çalışan kararlı bir Erdoğan vardı.
Oysaki ne iyi olurdu şimdi birkaç Ergenekoncu dışarıda olsaydı? Ya da emekli subayların tamamını içeri atmamış olsalardı. Yahut 28 Şubatçıların…
Yargıtay’da, Danıştay’da ya da HSYK’da da kimse kalmadı suçlayacak. Hepsi eş, dost, tanıdık.
Bürokrasi desen odacısına kadar kadrolaşıldı.  
Faturayı CHP’ye kesmeye çalıştı. O da olmadı. Çünkü millet CHP’nin böylesi bir kitleyi sokağa indiremeyeceğini, Kılıçdaroğlu’nun bu kitlenin önünden değil arkasından yürüdüğünü biliyor.
Köşk desen ‘kardeşin’ elinde… YÖK’te de durum kontrol altında…
Muhalif yazar, televizyoncu desen… Ya işinden edildiler ya hapse atıldılar. Kalan bir kaçının gücü de kitleleri zehirlemeye yetmez.
TSK desen… Topuk selamıyla giriyor artık huzura… Muma döndüler şimdilerde.
Erdoğan’ın işi işte bu yüzden zor…  En sevdiği oyunun adı ‘mağdurum da mağdurumdu.
Mağduru oynayacak oyuncu bile kalmadı. Uzun lafın kısası koca Türkiye’de Erdoğan’ı mağdur edecek bir güç, kişi ya da kurum kalmadı.  O artık mağdur edilen değil mağdur eden pozisyonuna terfi etti.  
Dış güçler vs zırvası yapılıyor şu günlerde…  Obama ile verilen ‘samimi pozlar’ın, beraber ıslanılan yağmurların anısı çok tazeyken zor.  İsrail de özür dilediğine göre ‘dış güçler de ‘ kim ola ki…  İran ya da Rusya mı yoksa?
Faiz lobisi diyorlar… Hangi faiz lobisi? Türkiye kadar faizi bol bir ülke mi vardı sıcak paraya…
Olmuyor, olmuyor, olmuyor.  Boşa koysa dolmuyor, doluya koysa almıyor.
Ve bu millet artık yemiyor, kanmıyor.  Suni düşmanlar, paranoyalar, kışkırtıcı, provakatif söylemler…
Kimse hatayı sahibinde aramıyor. Başbakan’ın baltayı taşa vurduğunu görmüyor.
Hem de çok sert bir taşa… Halkın bizatihi kendisine…
Çırpındıkça batıyor o yüzden. Battıkça daha büyük hatalar yapıyor.
Meydanlardaki zeka küpü eylemcileri karalamak için uydurulan ‘camiye birayla girdiler’ haberini caminin imamı bile yalanladı. Ama Erdoğan bindirilmiş kıtaları doldurmak, fişeklemek için ‘yalan haberi’ kullanmaktan bile imtina etmedi.  Ümüğünü sıkarız ne demektir?
Bir Başbakan’ın üslubu bu mu olmalıdır? Meydanların anladığı dilden konuşmak ne anlama gelmektedir? Bizi dünyaya rezil eden ‘polis devlet’ görüntüleri yetmedi galiba.  Biber gazından, coptan, orantısız tazyikli sudan daha da ötesi mi var? Varsa daha ötesi nedir? Meydanı meydana kırdırmak mı yoksa?
Yahut şöyle soralım… Biri polis ikisi su gibi genç…  Tam 3 insanımızı kaybettik!  Anlaşılan yetmemiş… Ve hala kan istiyor birileri… Meydanlara kin, nefret tohumları ekiliyor. Kan kokuyor sözleri…
Halk halkla karşı karşıya getiriliyor.  
Kılıçdaroğlu’na sırf Taksim’e yürüdü diye ‘Birinin burnu kanarsa sorumlusu sensin’ diyen Sayın Başbakan bindirilmiş kıtalar tarafından doldurulan meydanları kışkırtırken yıllar önce Madımak’ı yakmaya gidenler gibi ‘Ya Allah bismillah Allahü Ekber’ naraları attırdığı kitlelerin yapacaklarından da kendisinin sorumlu olacağını düşündü mü acaba?  
Şakası yok bu işin beyler… Şakası yok! Kimin hangi koltuk için çırpındığı umurumda değil.
Bir adım sonrası kan… Bir adım sonrası gözyaşı…
Bunu herkes, akl-ı selim olan herkes görüyor. Sayın Başbakan’ın dışında…
Sayın vekillere bir kez daha sesleniyorum.
Hayatınızda bir gün için milletin vekili olun… Ve Sayın Başbakan’ı anladığı dilden uyarın… Normalleşmesini sağlayın… Yoksa sizler de büyük günaha/suça ortak olacaksınız. Unutmayın.
Nasıl oldu, neden/niçin sorularıyla vakit öldürmeyin artık.
Eeeeh yetti be noktasına gelen gençler korku duvarlarını yıktı. Kısıtlanan özgürlükler, artan yasaklar, dinlemeler, izlemeler, özel yetkili operasyonlar, azalan demokrasi, azalan adalet, artan biber gazı, azalan oksijen… Ve tabi ki yetersiz, kifayetsiz muhalefet…  El pençe divan bir vekil sürüsü… Kabine!
Güçlendikçe yükselen, yükseldikçe yalnızlaşan… Halkından uzaklaşan bir lider… Dünün mazlumu… Bugün ‘eli/dili sopalısına dönüştü.

Halkını, el pençe divan teşkilatıyla karıştıran, onları biçimlendirmeye kalkan, kindar-dindar gençlik istediğini açıkça beyan eden, kaç çocuk yapılacağından nasıl doğurtulacağına kadar belirleyici olmaya çalışan, ağzından çıkan kanun, dudaklarından dökülen yönetmelik olan, sandıktan çıkınca istediği gibi at oynatabileceği kanısına varan ve bunu uygulamaya kalkan, en sonunda da baltayı taşa vuran bir lider.
 Ve iflah olmayacağını sözleriyle ortaya koyan hatta ülkeyi daha karanlık bir noktaya sürüklediği gün gibi aşikâr olan Sayın Başbakan… Size sesleniyorum.
Lütfen ya tüm Türkiye’nin başbakanı olun… Ya da tezelden istifa edin, yol yakından bırakın.
Bölen değil birleştiren olun. Kendi ellerinizde iki Türkiye yarattığınızın farkına varın.
Yanlışlarınızla Taksim’i yarattınız şimdi de Taksim’i ezdirmek için Kazlıçeşme’yi Esenboğa’yı, Tandoğan’ı yaratıyorsunuz. Güzel ülkemizi geçmişte bedelini çok ağır ödediğimiz dönemlere götürüyorsunuz adım adım. Sonuçları çok ağır olacak bir sürece…
En başa dönün bir kez daha… Gezi Parkı’na… Beyoğlu Belediye Başkanı gibi değil Türkiye’nin Başbakan’ı gibi bakın meseleye… İstanbul Valisi gibi… 13 gün sonra da olsa ‘Bir gönül için binlerce kez’ özür dileyin. Bir kez olsun yanlışınızı kabul edin, halkınızla diyalog kurmaya çalışın yeniden…
Peygamberler bile hata yaparken dahası hatasını kabul ederken, burnundan kıl aldırmaz tavrınız bu inadım inat haliniz yüzünden ülkemizin içerde ve dışarıda düştüğü duruma bakın son bir kez. 
Beyaz bir sayfa açın ve halkınıza kendinizi affettirin… Özür dileyin!
Normalleşin, normalleştirin…  Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye öğüdünü okuyun…
İflah olmaz bir diktatör gibi davranmayı bırakıp ustalık dönemindeki bir demokrat gibi olmaya çalışın.
Ve son bir not…
Dediniz ki ‘Başbakana ağza alınmayacak küfürler savuran, bunu duvara yazan gençlik’ benim gençliğim olamaz. Eyvallah!
Bizler de her yazımızda, televizyon/radyo programımızda aynı uyarıyı yapıyoruz. Yakmayın, yıkmayın, sövmeyin… Zaten eylemcilerin ancak yüzde 1’i bu türden bir çirkinliğin tarafı oluyor.  
Lakin merak ettiğim bir şey var…
Küfreden gençlik benim gençliğim olamaz derken kendisinden yaşça büyük bir vekile milletin gözü önünde daha geçen ay ana/avrat söven bir milletvekilini hala partinizde tuttuğunuzu biliyorsunuz değil mi? Tüzüğünüzde ‘küfre ceza olmadığı’ için ihraç edemediğinizi…
Bu durumda küfreden gençlik değil ama küfreden vekil sizin olabiliyor galiba…
Ne dersiniz? İğne mi çuvaldız mı? Yoksa samimiyet mi?