GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
22 Haziran 2013 Cumartesi

Gezi’nin muhtemel siyasi sonuçları (2)

Ülkemizi kasıp kavuran Gezi isyanı başta sosyal bilimciler olmak üzere çeşitli disiplinlerin ilgi odağı olmaya başladı. Çok sayıda siyaset bilimcisi, sosyal psikolog 90 gençliğinin damga vurduğu ve halen dalga dalga devam eden isyanın şifrelerini çözmeye çalışıyor bugünlerde.
Şimdiden şarkılara esin kaynağı olan bu sürecin kitaplara, filmlere dönüşmesi de an meselesidir artık…
Gerek yurt içinden gerekse uluslar arası pek çok düşünce kuruluşunun isyan günlerinin ardından alana inip Taksim ve Kazlıçeşme üzerinden Türkiye’nin MR’ını çekmeye çalışacağından da eminim ayrıca...
Halen isyanın kökenindeki şifreleri çözmeye çalışan bir gazeteci olarak daha çok bu olayların siyasete yansımalarıyla ilgileniyorum.
Çünkü isyanı başlatan da körükleyen de siyasetin ta kendisidir. O nedenle isyanın yani toplumsal yangının ilk olarak siyaset kurumunu yakması beklenir. 
Yangına körükle gidip, isyan ateşinin ülke sınırlarını aşıp dünyaya yayılmasının baş sorumlusu olan Tayyip Erdoğan, kendisini Kazlıçeşme’ye atarak Taksim ateşinden kurtulmaya çalışıyor.
Ancak bu hamle bu ateşin öncelikle onu yakmasını engellemeyecek sadece malum sonu biraz ertelemeye yarayacaktır.
Cumhurbaşkanı Gül’ün ‘imaj uyarısına’ kulak vermek lazım bu noktada: “10 yılda biriktirdiğiniz imajı bir haftada yerle bir edersiniz…”
Elbette ki Türk siyasetinin içine düştüğü bunalımın bir sonucu olarak ortaya çıkan Taksim isyanı, öncelikle siyaset kurumunu yakacaktır.
Ama tek başına iktidarı yakacağını düşünmek abesle iştigalden öte değildir.
İsyan günlerinden ellerini ovuşturarak ‘Yaşasın meydanlar doluyor, oylar bize gelecek’ diye düşünen muhalefetin öncelikle şunu kabul etmesi gerekir.
Halk bu isyanda aslında ilk dersi, mesajı muhalefete vermiştir!
Ve muhalefet partilerine demiştir ki;
Sizin yapamadığınız muhalefeti biz yapıyoruz. Size verdiğimiz ‘muhalefet’ görevini layıkıyla yapamadığınızdan bu noktaya geldik. Şimdi çekilin ve muhalefetin nasıl yapıldığını görün.
Özellikle tazyikli suyun karşısında zeka fışkırtan gençler eski ezberlerle üzerlerine gelen siyaset eskilerini fena dağıttı.
Başbakan Erdoğan gibi bir laf ebesinin, siyaset cambazının çaresizlik içinde sağa-sola saldırması, olmadık ekstrem örneklere tutunarak gençlerin akıl dolu isyanına kara çalma çabaları, iftira hatta yalan haberlere tutunma gayretleri, bir kitleyi öbür kitlenin üzerine salma provokasyonu tek bir anlama gelir.
Kesin bir yenilgi, ağır bir hezimet…
Bugün başka meydanlar üzerinden, bindirilmiş kıtalar marifetiyle kaleye giren golleri çıkarma çabaları karşısında atalarımız olsa aynen şöyle derdi:
Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye…
 
Sonuçta Erdoğan isyan ateşinden kendini korumak için hangi adımı atarsa atsın bu ateşin siyaset kurumunu şekillendireceği gerçeğinden kurtulamayacaktır.
Her ne kadar ‘Mesaj falan almadım, siz Kazlıçeşme’den mesaj aldınız mı?’ dese de Erdoğan artık kendisine 3 dönem tek başına iktidar olanağı sunan bir ülkeyi iki farklı meydana bölmüş, ayırmış bir liderdir. Ve attığı adımlar, söylediği sözler tarihi bir vesika gibi yarınların siyasetçilerine örnek olacaktır. En azından bir krizin nasıl yönetilemeyeceği konusunda…
 
Biraz daha somutlaşıp mevcut veriler üzerinden hareket edersek…
Taksim Gezi Parkı isyanının Türk siyasetinde ne gibi değişikliklere yol açacağı fikrine odaklanmak lazım. Görülmüştür ki, artık tek taraflı, dayatmacı anlayış, ‘Ben yaptım oldu, ben yaparım, olur’ mantığı iflas etmiştir.
Şu ana kadar özellikle de son 10 yılda siyasetimize egemen olan ‘buyurgan’ üslup, yaklaşımın terk edilmesi gerektiği anlaşılmıştır. Emir kipiyle kurulan cümleler, kimseye sormadan atılan radikal adımların bilhassa da insanların özgürlük alanlarına dair müdahaleci yaklaşımın ters teptiği, onun yerine ‘yönetişim’ denilen modern yöntemin tercih edilmesi gerektiği bariz bir şekilde ortaya çıkmıştır. O nedenle Gezi Parkı’nın siyasetin her kademesine ilk mesajı budur.
Ve bu sonuç en başta iktidar sahiplerini bağlar. Ama muhalefetin de üslubunu bu çerçevede gözden geçirmesinde fayda vardır.
Artık 1940-50 yahut 60-70’li yılların ezberleriyle toplumun dizayn edilemeyeceği, halkın uysal bir sürü olmadığı, bilhassa gençliğin sürece katılımı ön şart olarak koştuğu, ‘Sandıktan çıktım, 4-5 sene astığım astık, kestiğim kestik’ mantığının bu yüzyılın anlayışı olmadığı, terk edilmesi gerektiği, iktidardır halk için ama halka rağmen olamayacağı, yolun birlikte yürünmesi gerektiği gibi ana fikirler siyaset kurumuna kısa sürede egemen olacaktır.
Mesaj falan almadım dese de Erdoğan’ın da bu bariz gerçeğin karşısında içten içe şapka çıkardığı kanısındayım. Özetle Gezi Parkı ‘yönetim bilimi’ olan siyasetin yöntemini, üslubunu gözden geçirmesini sağlaması bakımından bir dönüm noktası olacaktır.
Artık ‘buyurgan’ yaklaşım, emir kipli cümleler terk edilecek, ‘Ben yaptım oldu’ mantığı tarihin tozlu raflarına kaldırılacaktır.
Sadece siyaset için de geçerli değil bu yaklaşım…
Yönetimin olduğu her türlü organizasyon için geçerli… Sivil toplum örgütleri hatta medya için.
 
Peki, Gezi Parkı isyanı bir siyasi partiye dönüşür mü?
Sağcısından solcusuna kadar herkesi kol kola getiren ‘özgürlük’ çığlığının bir siyasi partiye dönüşmesi bugünden bakıldığında ‘zor’ hatta imkansız görünüyor.
Zaten meydanları dolduran kitlelerin amaçları bu değildi.
Bence onlar siyaset kurumunun meydanları okuyarak mesajı almasını parti kurmaktan daha çok önemsiyorlar.
Amaç hükümeti devirmek yahut muhalefeti kanatlandırmak değil. Bir parti kurmak hiç değil.
Ama meydanlar şifrelerin çözülmesini bekliyor.
Siyaset kurumundan temel beklenti bu…
‘Erdoğan’ı yedirmeyizciler’ de dahil herkese verilen tek bir mesaj var.
‘Özgürlük alanlarına girmeyin, halka sormadan halka rağmen adımlar atmayın…’
‘Bizim için neyin iyi neyin kötü olduğuna karar vermeyin, her şeyi kontrol altında tutma hastalığından kurtulun…’
Bu mesajı da Başbakan Erdoğan’ın şahsına verdi meydanlar.
Eğer iktidar ve muhalefet Gezi Parkı’nı sağlıklı okuyamaz ve oradan çıkan mesajları uygulamaya geçiremezse kısa vadede değilse de orta vadede hayatta kalamaz.
Tabi ki çıkan olaylar göstermiştir ki, Türkiye’de artık ciddi bir iktidar sorunu da vardır.
Yorulmuş, yıpranmış, yormuş ve de yıpratmış bir iktidar.
İktidar sorununun ortadan kalkması iki şekilde mümkün…
Ya iktidar meydanları okuyup gereğini yapacak ya meydanlar iktidarı yıkıp gereğini…
Demokrasi ihtiyacından doğan bu yangının iktidarı yıkmasının tek yolu vardır. Sandık!
Öte yandan Türkiye’de uzun yıllardır bir muhalefet sorunu olduğu son olaylarla bir kez daha tescillenmiştir. Sanmayın ki bu olaylar sadece iktidarı yıkacak, dönüştürecektir.
Muhalefet görevini gerektiği gibi yapamayan muhalefet partilerinin de bu yıkım sürecinden nasibini alacağına inananlardanım. En azından muhalefet partilerini idare edenlerin…
Kaldı ki bugün ‘merkeze oturmuş’ bir siyasi parti kurulsa, önümüz deki yerel ve genel seçimin galibi olmaması için hiçbir neden göremiyorum.
Belki de gezi parkı olaylarının ilk somut sonucu bu olacaktır Türk siyaseti için…
Kısmen AK Partililerin de içinde olduğu, ANAP’ın dört eğilimi gibi ülkeyi kucaklayan, Taksim’e de Kazlıçeşme’ye de eşit mesafede durabilen, yıpranan adalet ve sosyal adalet kavramlarını ayağa kaldırmaya talip bir siyasi parti, lider…
Neden olmasın?
Ortada bir talep varsa, arz da yakındır.  
Ne demiş şair… “Karanlığın en yoğun olduğu an aydınlığa en yakın zamandır, tandır.”

DEVAM EDECEK…