GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
17 Nisan 2012 Salı

İzmir için seçim vakti!

İzmir'deki tarihi davanın sonucuna ilişkin hayal kırıklığım uzun sürdü. Pek çok açıdan travmatik sonuçlar doğuracak bir süreçten geçiyoruz milletçe.

Ve bu sürecin göbeğinde ne yazık ki yargı var.
Yani mülkün yani devletin temeli kabul edilen yargı...
Bir yandan dibine kadar kadrolaşma özellikle yüksek yargıda sürüyor.
Daha bugün Anayasa Mahkemesi'ne kendilerine yakın bir ismi atadı Sayın Cumhurbaşkanı...
HSYK, Yargıtay ve Danıştay'daki bademler çoktan çiçek açtı. Hatta meyveye döndü.
*
İşi gücü bırakıp geçmişle hesaplaşmaya çalışıyoruz. Geleceği/yarını dizayn etmek yerine geçmişin/dünün intikamını almak önceliğimiz oldu.
Hükümetin attığı her adımda bir intikam kokusu...
Kesif, şiddetli bir rövanş duygusu... Böyle olunca da atılan adımların bir kısmı doğru da olsa destekleyemiyorsunuz.
28 Şubat süreci mesela...
Genç yaşta olmama rağmen 16 yıl önce olanlara şiddetle, dibine kadar karşı çıkanlardan biriyim.
Sadece Sincan'da tankların yürütülmesine değil, üniversitlerdeki başörtüsü krizine de 'özgürlükler' penceresinden yaklaşanlardanım.
Devlet memurlarının, gazetecilerin, STK'ların dahası birilerinin fişlenmesi, ötekileştirilmesi, TSK'nın ülke savunması yerine ülke yönetimine ağırlık vermesine, teröre/teröriste değil demokrasiye balans ayarı yapmasına...
Tabi ki dönemin Başbakan'ı merhum Necmettin Erbakan'ın TBMM kürsüsünden 'Bu ülkede bir şeyler olacak ama kanlı mı olacak kansız mı olacak?' diyerek balans ayarına davetiye çıkarması...
Öylesine hassas süreçte 'Sarıklı cübbeli ne kadar şeyh/şıh varsa' Başbakanlık konutunda iftar yemeğine davet edilmesi..
Şevki Yılmaz gibi vekillerin ağızlarından salyalar saçarak bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e savaş açması, Hasan Mezarcı gibi sonradan kendisi İsa/Mesih ilan edecek bir akıl hastasının saçma sapan demeçleri, sözleri..
'Laiklik elden gidiyor, İran'a dönüyoruz' korkularının hakim olduğu toplumun gözünün içine baka baka Sincan'daki Filistin gecesine İran Büyükelçisi'nin davet edilmesi..
Daha neler, neler...
Bugün herkes 28 Şubat'ı konuşuyor, tartışıyor.
Ama madalyonun öbür yüzüne, yani siyasi iktidarın hatalarına değinmeye cür'et eden yok.
Aynı 28 Şubatçıların zihniyeti gibi...
Tek taraflı yargılama, hatta yargısız infaz!
Üstküne tüy diker gibi Sincan'da tank yürüten komutanların Sincan'daki cezaevine konulması...
Başbakan Erdoğan başta olmak üzere herkesin dilinde aynı şarkı...
'İntikam peşinde değiliz'
İyi de memlekette cezaevi mi kalmadı ki 28 Şubatçıları Sincan'a gönderdiniz o zaman?
İşte bu aslında bizim demokrasiyi ne kadar içselleştirebildiğimizin ölçütü.
Feodal toplumlara özgü 'kana kan, dişe diş' ya da şeriata özgü 'Kısasa kısas' pratiğinin açığa çıktığı an. Darbe anayasının 26 maddesinin değiştirildiği 'referandumun' darbenin yıldönümü olan 12 Eylül'de yapılmasında da aynı temel dürtünün yönlendirmesi vardı yine 28 Şubat sürecinin en sert önlemi olan 8 yıllık kesintisiz eğitimin yeniden kesintili hale getiren 4+4+4 yasasının meclise indirilme tarihi olarak 28 Şubat tarihinin seçilmesinde de.
Hem referandumun hem de 4+4+4'ün övülecek noktaları var aslında. Ama altındaki ilkel intikam/rövanş duyguları nedeniyle dilimiz dönmüyor, elimiz kaleme/klavyeye gitmiyor.

**
Cemaat ne derse desin...
İmam bildiğini okuyor işte!
Rövanş, intikam gibi duygular 21. yüzyıl Türkiyesi'ne yakışmıyor.
İlkellikte töre cinayetleri ve kan davaları kadar eskiye dayanan 'intikam' duygusu Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ifadesiyle 'benzer' süreçlere davetiye çıkarır.
Allah bu ülkeyi yönetenlere, kendilerini mağdur edenleri mağdur etme fırsatı verdi.
Onlar da hiç düşünmeden mağdur ettiler.
Dünün mazlumları azılı birer zalime dönüştü.
İskender Pala'nın geçtiğimiz günlerde Taraf Gazetesi'ne verdiği röportajda altını çizdiği bir nokta var. (İskender Pala 28 Şubat'ta 'şeriatçı' olduğu gerekçesiyle ordudan atılan bir subay)
'Çevik Bir'i öyle görünce sevinemedim, çünkü bizim gibi insanlara (inançlı) intikam duygusu yakışmaz'
Yapılması gereken 'affetmek, görmezden gelmek' değil.
Elbette ki 28 Şubat'ın da hesabı sorulmalı...
Elbette ki mağduriyetler giderilmeli...
Ama kesif bir intikam kokusunun gölgesinde değil...
Çünkü böyle yaparak hiçbir şeyi çözmüş olmuyor aksine yeni sorunlara yarınlardaki yeni hesaplaşmalara davetiye çıkarmış olunuyor.
Ve ne yazık ki Türkiye'nin belki de son 50 yılı bu türden rövanşlarla, intikamlarla geçti.
Beyaz bir sayfa açıp yarınları dizayn etmek dururken dünün, önceki günün hesaplaşmalarıyla enerji kaybetmek, vakit geçirmek bunu yaparken de yeni mağduriyetler yaratmak niye...
İşte son bir kaç yıldır yanıt aradığım ama bulamadığım soru bu.

Başkan Aziz Kocaoğlu...
10 iş günü süren 130 sanıklı örgüt davanın 1 nolu ismi. 397 yılla yargılanıyor. Şaka gibi... Adam öldürse en çok 10 yıl yatardı. 'Silahım yok. Hatta çakı bile taşımadım' demesine rağmen 'çete reisi' olarak tanımlanıyor.
Siyaseten genel beklenti Kocaoğlu'nun bu süreçte 'pes edeceği' yönündeydi.
Ama o tam aksi bir karar aldı.
Karar almakla da kalmadı, personeline de deklare etti.
10 Nisan'da kaleme aldığım 'Tarihi davanın olası siyasi sonuçları' başlıklı yazıda davanın ilk sonucunun 'Kocaoğlu'nun 2014'teki zoraki adaylığı' olduğunun altını çizmiştim.
Başkan beni haksız çıkarmadı.
Ve bugünden bürokratlarına '2014'te yüzde 90 adayım, bu süreçte görev yapmak istemeyen gidebilir, bunu anlarım' diyerek doğru bir hamle yaptı.

Kocaoğlu'nun dava sonrası bürokratlarını toplayıp, 'Ben varım, bu süreci kaldıramayan gidebilir' sözü Büyükşehir Belediyesi'nin 1 yıldır iyice tıkanan damarlarına bir nevi by-pass niteliğinde...
Bırakıp giden olacak mı? Olabilir. Belki bir kaç kişi...
Emekliliği gelmiş, ununu elemiş, hayatının sonbaharında kötü rüya görmek istemeyen bir kaç kişi...
Çünkü İzmir Büyükşehir'de görev almak (hem de böylesine bir süreçte) ateşten gömlek. 'Bu gömleği giymek istemeyenlere saygı duyarım' diyor Kocaoğlu.
Bunu derken kalanlara da bir mesaj veriyor. 'ÇalışıyorMUŞ gibi görünmek yok. Herkes ama herkes kalan sürede elinden geleni yapacak. Ben bu yaşta 18 saat çalışıp ablukaya alınan, ateş altındaki bu gemiyi hedefe götürmeye çalışırken kimsenin yan gelip yatma, korkularının arkasına sinme, gevşek durma şansı/lüksü yok'
Bence bu toplantı sadece dava/operasyon sürecinden sonraki basit bir motivasyon hamlesi olmaktan öte anlamlar taşıyor.
İzmir için seçim vakti gelmiş, yerel seçim topu dün itibariyle Başkan Kocaoğlu tarafından ateşlenmiştir. CHP'nin adayı büyük ölçüde belli olmuştur. Çünkü böylesine kritik dava sürecinde Kocaoğlu makamı bırakamayacağı gibi CHP de Kocaoğlu'nu bırakamayacaktır. Vatana millete hayırlı olsun.