GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
28 Mart 2012 Çarşamba

3 Nisan'a dikkat!

Kentin ve ülkenin gündeminde önemli meseleler var. TBMM'de 4+4+4 tepişmesi olanca şiddetiyle sürüyor. Hükümetin kimseye sormadan masanın üzerine koyduğu yeni sistemin iyi yönleri de var tabi ki. Ama eğitim gibi hayati önemde bir konunun 'Ben yaptım oldu' mantığıyla masanın üzerine konulması en büyük sorun...
28 Şubat'la hesaplaşmaya çalışan hükümetin "8 yıllık kesintisiz eğitimi' ortadan kaldırmak için bulduğu yöntemin adı 4+4+4.

Sistemin yanlış yönleri var mı?
Evet, var.
Fakat sistemin doğru yanları da var. Öncelikle 12 yıldan önce diploma verilmemesi, herkesin 'kesintili de olsa' liseli olması büyük bir adım. İkinci olarak, üniversite sınavını kaldırmaya dönük adımlar... Ezbere dayalı sistemle birlikte o sistemin dayandığı son nokta olan 'üniversite sınavının' kaldırılacak olması, yetenekli çocukların çook eskiden olduğu gibi devlet tarafından özel eğitime alınacak olması, dershane mantığının ortadan kaldırılacak olması gibi...

Ama her ne hikmetse, her konuda tam ortadan ikiye bölünme konusunda uzman olan kamuoyu yine tam ortadan bölündü: 4+4+4'ü savunanlar ve karşı çıkanlar...
Başta siyasetçiler olmak üzere herkes...

Tabi ki işin bu noktaya gelmesinde konuyu 'dayatma mantığı' ile masanın üzerine koyan iktidar en büyük günahkar. Ama 'istemezükçü' görüntüden öteye gitmeyen muhalefetin de bu konuda sorumluluğu inkar edilemez. Gırtlak gırtlağa kavganın verildiği komisyona katkı koymak yerine bir hafta boyunca komisyonu tıkama taktiği izleyen muhalefet, gelinen noktada eğitim gibi önemli bir konuda müzakere şansını tamamen ortadan kaldırmıştır.
Damarına basılan 'Kasımpaşalı', talimatlarla 'emir-komuta zinciri' içinde sorunu çözme yoluna giderken, sadece bugünü değil yarınların da ötesini ilgilendiren eğitim sistemin çözümü, TBMM çatısı altındaki bir grup egosu yükseğin sidik yarışına terk edilmiştir.
CHP'nin Tandoğan'daki tepki mitingini izledim.
Tandoğan'a kaç kişinin geldiği ya da gelemediğine değil Türkiye'nin ana muhalefet liderinin üslubuna takıldım. Hükümete topyekun 'beyinsiz' diyen, diyebilen bir muhalefet lideri portresi vardı Tandoğan'da... Ve de Kemal Kılıçdaroğlu gibi 'devlet umuru görmüş' bir lidere 'beyinsiz, ahlaksız' gibi sözleri yakıştıramadım. Her kim için sarf edilmiş olursa olsun...
Sokağın dilini konuşacağım derken argonun daniskasına kaçan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, genel başkan seçildiği ilk dönemdeki gibi 'sakin güç' olma iddiasını sürdürmeliydi. Oysa ki Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlık koltuğuna oturduktan sonra ilk kaybettiği 'Gandiliği' yani sakin güç kimliği oldu.
Sakin güç, hırçın güce dönüştü. 'Ben ona gösteririm' tavrıyla hakaretin, argonun bini bir paraya dönüştü. Tandoğan'da da olan buydu. Hükümet beyinsiz, faşist, milli eğitim bakanı hırsız...
O yüzden Ankara'daki tepişmeden hiçbir beklentim yok. O ortamdan Türk halkı için sağlıklı bir sistem çıkacağına inanmıyorum. İktidar, 28 Şubat'ın intikamını/rövanşını almak için çabalarken muhalefet asüreci daha da siyasallaştırarak, Türkiye'nin geleceğini tıkıyor.
Günübirlik politikada birbirlerine üstünlük kurma gayretiyle üretilen polemikler de bir kulağımızdan girip jet hızıyla öbüründen çıkıyor.

***

İzmir'de ise 3 Nisan öncesi derin bir sessizlik hakim... İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne yönelik 'özel yetkili' operasyon için düğmeye basılalı dolu dolu 11 ay olacak bir kaç gün sonra... Başta Genel Sekreter Pervin Şenel Genç, Hilmi Özen, Mehmet Sayar olmak üzere üst düzey bürokratlar tam 11 aydır tutuklu... Hüseyin Kırmızı, Ali Sabuktay, Erhan Bey, Tülay Azeri, Selçuk Savcı, Muharrem Derbentoğulları, Halim Yazıcı gibi isimler 5 aydır tutuklu.
İddianame bir kaç ay önce tamamlandı. İlk duruşma 3 Nisan'da...
Tam 130 sanıklı çete davası için geri sayım sürerken, en az 10 gün boyunca devam edecek olan dava boyunca adliyenin içi kadar dışı için de özel bir çalışma söz konusu.

Bu yöndeki ilk açıklama CHP İl Başkanı Tacettin Bayır'dan geldi. 22 Kasım'taki 2. operasyon günün sabahında 'hiçbir şey olmamış gibi' koltuğunun altına aldığı 'görevden alınacak ilçe başkanları' listesiyle Ankara'nın/Genel Merkezin yolunu tutan Bayır'dan...
Ya da 2 Mayıs 2011'deki ilk operasyondan günler sonra 'Bu tablo bize yarar. 9. sıradaki vekil adayı arkadaşlarımı arayıp tebrik ettim' diyerek şuyu-u vukuundan beter bir söz söyleyen Bayır'dan... 'CHP örgütü Kocaoğlu için nöbet tutacak. İzmir'i adliyenin önüne yığacağız' diyen Bayır'ın bu sözlerinden 'içerideki dostlar adına' ürktüm, endişelendim. Neyse ki Milletvekili Alaattin Yüksel'in Bayır'ı düzelten ve kısmen daha makul açıklamayla biraz olsun rahatladım.
Çünkü, bana göre altı/içi boş olan bu davada görmek istediğim son şey adliyenin önünde sallanan CHP bayrakları ve de afişleriydi.
Çünkü davanının daha fazla siyasallaştırılmasının sürece en küçük katkısının olacağını sanmıyorum. Süreci daha da içinden çıkılmaz hale getirmek ve de düğümlemek dışında.

22 Kasım sonrasını bir düşünün... Hakimin serbest bıraktığı 13 kişi, Kılıçdaroğlu'nun Gündoğdu'da yaptığı mitingden bir hafta sonra tutuklandı. HSYK ve Yargıtay'ın yeni üyelerini AKP'nin militanı ilan eden Kılıçdaroğlu, beklenen özrü dilemeyince, savcının itirazını 4 kez erteleyen hakim, bir başka meslektaşının salıverdiği sanıkları tutukladı.
Onlar tam 5 aydır hapisteler bugün...

İddianame ortada... İçinde zimmet, sebepsiz zenginleşme ya da KİK operasyonundaki gibi trilyonluk hesap hareketleri yok! İddianame ve eklerindeki bilgiler ışığında İzmir Büyükşehir Belediyesi'nde çete olmağına hükmetmek için bir kaç celseye bile gerek yok hatta. Ama işin içine siyaset girerse durum değişebilir.
Sonuçta davanın düğümünü çözecek olan 4 kişi... İzmir 8. Ağır ceza mahkemesi heyeti... Sizce bu hakimler Ankara'daki ağabeylerine, üstlerine 'Adliye önünde toplanan CHP'lilerin baskısına boyun eğdiniz' dedirtmek ister mi istemez mi? Yanıt vermeden önce kendinizi onların yerine koyun lütfen.
Ama 397 yıl hapisle yargılanan ve halkın yaklaşık yüzde 60'nın oyunu almış bir Büyükşehir Belediye Başkanı da adliyede yalnız bırakılmaz. O yüzden Milletvekili Alaattin Yüksel'in 'sessiz kalabalık' tanımı daha doğru. Sadece 'adalet istiyoruz' pankartının altında toplanan sessiz bir kalabalık. CHP örgütünün yanısıra sivil toplum kuruluşları ve halkın da içinde olduğu sessiz ama kalabalık bir kitleden söz ediliyor bugün.
Doğrusu da budur.
Kendi adıma 3 Nisan'da toplu tahliyeler bekliyorum. En başta da 11 aydır tutuklu bulunanlar için... Çünkü Türkiye'de 'uzun tutukluluklar' tartışılıyor. Hem de bakanlar, başbakan yardımcıları, HSYK daire başkanları ve de yüksek yargı organları tarafından...
Ve hatta 'çete yok' ya da 'görevsizlik' kararı çıkarsa da şaşırmam. Çünkü, özel yetkili mahkemelerin alanlarının daraltılması gündemde... Silahlı mafya ya da terör örgütleriyle sınırlandırılması.. Hal böyleyken sayıştay raporları ya da ihale mevzuatı üzerinden yürütülen idari bir dava olması gereken İzmir Büyükşehir Davası'nın normal bir mahkemeye sevkedilmesi kararı ilk duruşmada bile çıkabilir. Yeter ki süreç daha fazla siyasallaştırılmasın.
Birileri il ya da ilçe başkanı olacak diye aylardır özgürlüklerinden yoksun kalan bürokratlar daha fazla çile çekmesin.

***

Ve siyaset... CHP Konak yazılarından sonra üzülenler, kırılanlar olmuş. Niyetimiz tabi ki kimseyi kırmak, dökmek değildi. Olan biteni anlamaya ve de anlatmaya çalıştık sadece. Gazetecilikten başka derdimiz de yok siyaseten beklentimiz de. Üzülenler ve de kırılanlar sadece CHP'de de değil tabi ki... AK Parti cephesinde de egedesonsoz.com'un haberleri bomba gibi yankı buluyor. Başarılı muhabirimiz Fatih Yapar'ın AK Parti kulislerine ilişkin kaleme aldığı son haberin başlığı 'Akay içeriden mi yıkılacak?'tı. Hem Akay kırılmış hem de adı geçen iki yardımcısı Mahmut Badem ve Atilla Kaya... Oysa ki ortada kırılacak, kıracak bir şey yoktu.
Jet hızıyla döşendiği/yazıldığı belli olan açıklamada bizim siyaset mühendisliği yaptığımız yazıyordu. Siyaset mühendisliği yapmak! Hem de iktidar partisinde mümkünmüş gibi...
Diyelim ki mümkün! Bizim bu türden hesap/kitap içinde olmadığımız o metni kaleme alanlar tarafından bilinmiyormuş gibi...
Mayıs ayında yapılması planlanan ama henüz tarihi netleşmemiş olan AK Parti il kongresine dönük belirsizlik sürüyor.
Aday olacağını açıklayan ve şu anda seçilmiş başkanlığa en yakın isim olan Ömer Cihat Akay 'genel merkezin' adayı olmayı başarabilecek mi?
Kulislerde adı geçen Bülent Delican, Dursun Ali Özkan, Latif Özkan, Bekir Pakdemirli, Ayşe Neşe Edebali hatta Ömür Kabak teşkilatın ve de Ankara'nın gözüne girebilecek mi?
Milletvekilleri ne diyecek? İzmir'in bakanları bu isimlerden hangisine sıcak bakacak?
Ortada yanıt bekleyen bir sürü soru varken geçtiğimiz günlerde kulağıma gelen ek bir bilgiyi genç arkadaşım Fatih Yapar'a fısıldadım.
Eğer genel merkez Ömer Cihat Akay'ı 'dinlendirme kararı' verirse, çözümü yönetim içinde arayabilir. İşte o an 'il başkanı ol' teklifi gidecek isimlerin başında Ödemiş'in eski başkanı Mahmut Badem ve de son seçimin Torbalı adayı Atilla Kaya gelebilir. Bazı milletvekillerinin, İzmirli bakanların hatta ilçe başkanlarının bu iki isme daha sıcak bakabileceği söyleniyor.
Tabi ki Ö. Cihat Akay'ı kenara çekme kararından sonra...
Atilla Kaya'nın da Mahmut Badem'in de doğrudan bu yönde bir çalışmalarının olmadığını biliyorum. Lakin, birileri için 'B planı' olduklarını onlar da biliyor.
Zaten AK Parti'nin geleneğinde de genellikle çözüm 'içeriden' aranır.
Ali Aşlık İsmail Katmerci'nin yönetimindeydi. Aydın Şengül ve Ömür Kabak da Aşlık'ın yönetiminde... Aşlık'a rakip olan Kerem Ali Sürekli ise onun başkan vekiliydi.
Bilmem anlatabildim mi?