GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
6 Nisan 2012 Cuma

Kadı!

Ülke gündemini uzunca bir süredir yargı belirliyor. Bu kesin! Aldığı ve alamadığı kararlarla son 4-5 yılda yargıyla yatıp yargıyla kalkıyoruz. Ulusal gündem Ergenekon, Hrant Dink, Balyoz, KCK, Odatv gibi 'bitmeyen şarkı' makamındaki davaların detaylarıyla dolup taşıyor. Zaman aşımına uğratılan Sivas ve hızlı tren davası ve de henüz başlayan 'tarihi' 12 Eylül Davası da cabası.
(12 Eylül'e müdahil olmayan Süleyman Demirel'in yanıtı muhteşemdi bu arada)

Yerel gündemde bir yıldır işi gücü bırakıp anlamaya ve anlatmaya çalıştığımız İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin 130 sanıklı çete/örgüt davasını da atlamayalım.
Adalet ihtiyacı derinleşirken adil yargılama koşullarına dair reform üzerine reform yapılıyor. Ama nafile... Hapishanelerde yer yok! Kimilerine göre gerçek suçlular dışarıda...
Türkiye sadece büyüme oranlarıyla değil hapisteki tutuklu-hükümlü sayısıyla da uzak ara şampiyon.
Ve de tabi ki AİHM'deki mahkumiyetle sonuçlanan dosya sayısıyla...
İleri demokrasiye(!) geçtiğimiz şu günlerde ultra modern hapishaneler inşaa edip, iftiharla hizmete açıyoruz. Siyaset yargıyı kuşatıyor, yargı giderek siyasallaşıyor. Medya desen ölmüş, ağlayanı yok!
Bu tabloda da adalet ya hiç gelmiyor ya da geç geliyor.
Eften püften nedenlerle onlarca/yüzlerce kişi gözaltına alınıp, masumiyet karinesi ayaklar altına alınarak kirletiliyor, yıpratılıyor.
Yaşanan mağduriyetin ne tarifi mümkün ne de tazmini.
Büyükşehir davasının 130 kişilik çete listesine sokuşturulan çok yakın bir dostumun 5 yaşındaki oğlu, ana okulundaki günlük ödevinde hakim karşısındaki babasını resmediyor.
Hayatları boyunca adliyenin önünden geçmemiş, tamamı sabıkasız devlet memurları aylardır bırakın uzmanlığı, tarafsızlığından/objektifliğinden bile şüphelenilen bilir-kişilerin tek taraflı raporlarla hapiste tutuluyor. Tutuklulara hükümlü muamelesi yapılıyor.
Masum insanlar mağdur ediliyor. Analar, bacılar, gardaşlar, çocuklar ağlatılıyor.
*
Türkiye'yi hala etkisinde tutan koskoca 1980 darbesinin faturası 95 yaşındaki Kenan Evren'le 85 yaşındaki Tahsin Şahinkaya'ya kesiliyor. Darbeden hesap soruluyor.
*
Tam da burada bir dostumun (Tacettin Bulut) anlattığı hikaye geliyor aklıma.
Devrin birinde adamın biri hırsızlık için tırmandığı evin penceresindeki pergulenin çökmesi sonucu yere çakılır. Gürültüye uyanan ev sahibi ve ahali suçüstü yaptığı hırsızı kulağından tutup Kadı'nın karşısına çıkarır.
Haliyle ev sahibi hırsızdan davacıdır.
Kadı ise hırzısın yüzüne bile bakmadan; 'götürüp bunu asın' diye talimat verir.
Hırsız karara itiraz eder.
-Efendim. Tamam hırsızlık için pencereye tırmandım. Ama pergule kırıldığı için yere düştüm, ayağım kırıldı. Hırsızlık da yapamadım. Ben de evsahibinden davacıyım. Perguleyi doğru yapamamış.
Bu kez evsahibine dönen Kadı, 'İyi o zaman götürün evsahibini asın' der.
Bu kez itiraz evsahibinden gelir.
-Efendim hiç olur mu? Kendime güzel bir ev yaptım. Ama pencerenin pergulesini yapan usta, bir çiviyi eksik çakmış. Dolayısıyla suçlu odur.
Kadı yine hiç düşünmeden inzibatlara talimat verir.
-Perguleci ustayı bulun ve asın!
Usta bulunur, ama ustanın da itirazı vardır karara...
-Efendim, buraya bir çivi eksik çaktığım doğrudur. Ama bu benim suçum değil. Evin tüm pencerelerini bir güzel yaptım. Tam sıra bu pencereye gelmişti ki, gözüm o an sokaktan geçen bir kırmızı entarili kadına takıldı.
Öyle güzel giyinmişti ki... Aklım onda kaldı ve bir çiviyi eksik çakmış olabilirim. Suç benim değil, kırmızı entarili kadınındır.
Kadı bu itirazı da yerinde bulur. Ve inzibatlarına yeni bir talimat verir.
-O kırmızı entarili kadını bulun ve asın!
Bir süre sonra kırmızı entarili kadın Kadı'nın karşısındadir. Ve karara itiraz eder.
-Efendim ben genç bir bayanım. Güzel giyinmek hakkım. Geçenlerde çarşıdaki basmacıya gittim. Satıcı bu kırmızı basmayı önüme koyunca dayanamıdım. Alıp diktirdim. Suç benim değildir. Bu güzel basmayı satan basmacınındır.
Kadı bir kez daha yön değiştirir.
-Peki, basmacıyı getirin ve asın diye talimat verir.
Basmacı da karara itiraz edecektir tabi ki...
-Efendim ben ne yapayım. Falan boyacı bu basmaları öyle güzel boyamış ki ben de dayanamadım, metrelerce aldım. Eğer bu suçsa, suçlu boyacıdır.
Hakimin kafası yine karışır...
Peki, o boyacıyı bulun ve asın' der.
Boyacı huzura gelir. Hüküm yüzüne okunur ve asılmak üzere arka bahçeye götürülür.
Bir süre sonra inzibatlar koşa koşa Kadı'nın huzuruna gelir.
-Efendim, o boyacıyı asamadık.
-Neden?
Çünkü, darağacımız 1,70 uzunluğunda boyacı ise 1,95.
Hakim, kısa süre düşündükten sonra...
-O zaman kısa boylu bir boyacı bulun ve asın. Nasıl olsa bir suçu vardır.
 
Kıssa bu ya... Hisseyi siz çıkarın artık!
*
Şimdi soruyorum.
Koskoca 12 Eylül Darbesi... Darbe süreci hala sürüyor. Darbenin yarattığı kurumlar 32 yıldır her iktidar tarafından tepe tepe kullanılıyor. YÖK mesela... Her iktidar YÖK üzerinden üniversiteleri dizayn ediyor en basitinden... Ve dahası. Halen darbecilerin yaptığı 1982 anayasasıyla yönetiliyoruz.
Yerli ve yabancı bedbahtların hazırlayıp, uyguladığı darbeyi iki ihtiyara fatura etmek ne kadar doğrudur. Meseleye bu pencereden bakıldığında Evren ve Şahinkaya, Kadı hissesindeki karakterlerden hangisiyle bağdaşmaktadır. Hırsız mı boyacı mı?
*
İkinci soru... İzmir Büyükşehir Belediyesi'ni ve kent kamuoyunu kilitleyen tarihi davaya bakalım. Aslında Kadı'nın izlediği yolla bugünün özel yetkili mahkemelerinin izlediği yöntem arasındaki benzerliği fark ettiniz mi? Hırsızdan evsahibine ulaşan, oradan pergule ustasına, kırmızı entarili kadına, basmacıya ve son olarak boyacıya uzanan bir suçlu listesi...
Bir nevi çete, örgüt bağlantısı..
Belki de özel yetkiliydi bu Kadı!
Ne dersiniz?
Başka sorum yok çünkü...
 
Not: AK Parti Milletvekili İlknur Denizli'yi Karaburun körfezindeki balık çiftlikleri için verdiği mücadele nedeniyle yürekten kutluyorum. Lakin, İlknur Hanım Karaburun-Foça arasını 'özel korunacak alan' ilan ettirmek için büyük tonajlı balık çiftliklerine dönük 'ÇED' sürecini dondururken, ÇED'den muaf tutulan küçük çiftliklerin bölgeyi istilası resmen başladı. İzmir'in en bakir/doğal koylarına sahip Karaburun-Foça Körfezi kendisi küçük ama sonuçları büyük bir kirlenme tehdidiyle karşı karşıya... Çevre Komisyonu Üyesi Aydın Şengül, Karaburun'a duyduğu hayranlığı her fırsatta dile getiren Kültür Turizm Bakanı İzmir Milletvekili Ertuğrul Günay ve de Denizcilik Bakanı İzmir Milletvekili Binali Yıldırım'a duyurulur. Umarım bakir koyları balık çiftlikleriyle doldurmak çılgın projelerden biri değildir. Balık çiftliği yapılacaksa sağlıklı bir planlamayla, belirlinecek bir bölgeye yapılabilir. Çiftliğe karşı değilim Yeter ki İzmir'in pırıl pırıl denizi, denizden bihaber yetkililerce çiftlik gibi kullanılmasın...