GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
29 Mart 2012 Perşembe

Bu nasıl gazetecilik...

Taraf'a ve bir kısım medyaya fena taktım bugün. Neyin ve kimin tarafı olduğu malum olan gazetenin bugünkü manşeti, iki açıdan bu nasıl gazetecilik sorusunu sordurtan cinstendi.

KCK soruşturmasında tutuklanan bir gazetecinin itiraflarını sür manşetten vermiş gazete.
Büyük habercilik başarısı(!)
Bir gazeteci MİT ile işbirliği yapıp hem Kandil'e hem de PKK'nın Avrupa merkezine sızmış. Murat Karayılan denilen kanlı katille röportaj yapmış ama aynı zamanda MİT'in talimatıyla bölgenin detaylı görüntülerini de yakalamış. Karayılan'ın yuvasını ufuk çizgilerine kadar almış.
Terör örgütünün Avrupa'daki yapılanması hakkında 'gazeteci' kılığında bilgiler toplayıp MİT ile paylaşmış. Yardımları mukabilinde yüklü miktarda maaş da almış.
Ajan gazetecinin itirafları başlığıyla servis edilen haber ilk bakışta gazeteci ajanlık yapar mı sorusunu akla getiriyor.
Ama bir kaç satır daha okuyunca gazetenin asıl niyeti ortaya çıkıyor. Söz konusu gazetecinin adını açık açık verip, çalıştığı kuruma kadar deşifre ediyorlar.
Kime? Görünürde kamuoyuna... Ama asıl kanlı-bölücü örgüt PKK'ya...
'İşte içinize sızan ajan gazeteci bu. Şu ajansta çalışıyor' diyerek devlet için çalışmış bir insanı kanlı katillerin önüne yem olarak atıyor. Bas bayağı hedef gösteriyor.
Amacın haber yapmaktan öte olduğu açık.
Sadece ajan gazetecinin ev ve iş adresini açıkça yazmadıkları kalmış.
Sanıyorum kanlı örgütün şehir uzantıları sabah saatlerinden itibaren adres tespit çalışmalarına başlamışlardır. Basın özgürlüğü bu mudur?
Herşeyi ama herşeyi yazmak mıdır?
Devlet için çalışmış bir gazeteciyi deşifre edip PKK gibi devletin bütünlüğüne kast etmiş, kanlı bir örgütün önüne yem olarak atmak mıdır?
Sürmanşetten bir gazetecinin idam fermanını yazan bir gazete...
Buraya kadar olan biten skandal...
Ama asıl skandal bana göre bu da değil. Asıl skandal gazetenin bu itirafı ele geçir(e)bilmesi...
Ya da gazeteye bu belgenin sızdırılması... Devlet, KCK gibi terör örgütünün şehir yapılanmasına dönük büyük bir operasyona imza atıyor. Devletin bekasını ilgilendiren bir operasyon...
Özel yetkili mahkemeler onlarca kişiyi sorguluyor. Aralarında MİT mensuplarının da olduğu yüzlerce kişinin ifadesi, itirafı alınıyor. Üzerine Başbakan'ı da kapsayan bir MİT krizi patlyak veriyor. Böylesine kritik, vatanın bütünlüğünü ilgilendiren önemli bir itiraf, bir gazetenin eline nasıl geçiyor? Bu ne ciddiyetsizlik, bu ne aymazlık bu ne vurdumduymazlıktır.
Belki de Taraf, bu belgeyi haber yaparak gazeteciye iyilik etmiş bile olabilir. Çünkü, TARAF'ın ele geçirdiği bu belge içimizdeki İrlandalılar kanalıyla Kandil'in, İmralı'nın da eline geçebilirdi.
En azından şimdi önlem almak mümkün olabilir. Vatanın bütünlüğüne kast edenlerin davasındaki ifadelerin elden ele dolaştığını düşünmek bile Türkiye'nin ciddiyetiyle, özel yetkili mahkemelerin ağırlığıyla bağdaşmıyor.
Sürmanşeti facia olan gazetenin bugünkü manşeti de ayrı bir tartışma...
Milli Eğitim Bakanlığı'nın 19 Mayıs kutlamaları için aldığı karar tüm ülkede tartışıldı. 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı'nın Ankara dışındaki kentlerde stadyumda kutlanmasını yasaklayan bakanlığın tartışmalı kararını yargıya taşıyan bir vatandaşın başvurusunu değerlendiren Danıştay 10. Dairesi, bakanlıktan savunma istemiş.
Buraya kadar herşey Türkiye'deki hukuk kuralları içinde görünüyor.
Bakanlık bir karar alıyor bir Türk vatandaşı (Konya’da yaşayan 25 yaşındaki bilgisayar programcısı Alper Ayhan) bu karardan rahatsız olup yürütmenin durdurulması için başvuru yapıyor.
Danıştay da bu başvuru üzerine bir karar alıyor.
Vay senmisin bu kararı alan?
Dağ başını Danıştay almış başlığıyla kaleme alınan haberde 19 Mayıs kutlamaları Kuzey Kore'deki uygulamaya benzetiliyor önce.
Ve ardından Danıştay'a hitaben de, 'Davayı reddetmek yerine savunma istedi' diyerek yüksek yargıya talimat veriyor. Sürmanşetinde bir gazetecinin idam fermanını yayınlayan gazete, manşetten Danıştay'a ayar verebiliyor.
Ve Türkiye'de basın özgürlüğü tartışılıyor. Gördüğünüz gibi ülke bütünlüğünü ilgilendiren bir davanın gizli belgelerinin bile yayınlandığı, yüksek yargıya neredeyse talimat verildiği ortamda hem de. Kimsenin gıkı çıkmıyor.
Bu kadar fütürsuz, bu kadar meslek etiğinden uzak bir gazeteciliğe bu ülkede nasıl göz yumuluyor? Kocaman bir soru işareti...
Ve bir kısım medyaya geldi sıra...
Dün Balyoz Davası'na ilişkin müthiş bir gelişme yaşandı.
En son 2003'te güncellendiği iddianamede belirtilen 'Balyoz Darbe Planına' ilişkin davaya delil olarak gösterilen CD'nin 2007'den sonra hazırlandığı ortaya çıktı.
Çünkü CD'nin içindeki 'Calipri' tipi yazılım 2007'den sonra piyasaya sürülmüştü.
Amerikalı bilim kuruluşunun verdiği rapor, Yıldız Teknik Üniversitesi'nce de onaylandı.
TSK 'cami bombalayacaktı' diye günlerce manşet atan yandaş meslektaşlar, 'cami bombalayıp kargaşa çıkarma' planının da içinde olduğu 2 adet CD'deki 150 dosyanın birileri tarafından deliller arasına iliştirildiğini net bir şekilde ortaya koyan belgeyi haber yapmadı.
TSK, darbeye hazırlık için camileri bombalayacaktı başlıklarıyla günlerce halkı askerden soğutan bir grup medya, attıkları manşetlerin boş çıktığı gerçeğiyle mi yüzleşemedi yoksa işlerine mi gelmedi merak ediyorum.
Tek satır mı yazılmaz böyle bir haber? Tek satır yoktu hiçbirinde.
Ayıp, yazık ve de günah! Camileri bombalayacaklardı diye günlerce üstünde zıpladığınız sanıklar için düzenlenmiş belgelerin 'sahte çıktığını' neden yazamadınız?
Sahte belgeleri düzenleyenlerle bir ilginiz, bağlantınız mı var yoksa?
Daha önce bu ve benzeri davalarda çok sayıda delil skandalı yaşadık.
'Sehfen değiştirilen evraklar, yanlışlıkla atılan mesajlar, SİM kartlara yine yanlışlıkla kopyalanan garip numaralar, bilgisayara uzaktan müdahale yöntemiyle yerleştirilen belgeler'
Ama hepsi birbir çözülüyor. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar diyenler haklı çıkıyor.
Anlaşılan o ki birileri 'derin devleti yok etme' adına kendi derin devletini yaratıyor.
Bu oldukça açık ve net! Ve tüm bu operasyon meyda üzerinden yapıyor.
Ne yazık ki meslektaşlarımız dün olduğu gibi bugün de maşa olarak kullanılıyor. 28 Şubat'ın gazetecilerini listeleyip idam sephasına çekmeye çalışan bir grup yandaş arkadaş, rovanşist duygularının esiri olup, olmadık yanlıştığın parçası olabiliyor.
Mesleğini bu ortamda layıkıyla icra etmeye çalışan az sayıdaki gazeteci de olan biteni uzaktan korku, endişe ve dehşet içinde izlemeye ve anlamaya çalışıyor.
Kendi adıma tüm bu olanları gördükçe, devlete, adalete, dine, diyanete, dindara olan inancım zayıflıyor. Ve kalemi-kağıdı bırakıp, arkama bakmadan koşmak istiyorum zaman zaman.