GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
14 Nisan 2012 Cumartesi

Karar: Sükut-u hayal!

Dava tarihi... 130 sanıklı Büyükşehir davası. İlk kez bir Büyükşehir Belediye Başkanı hakkında 400 yıl (dile kolay 4 asır) hapis cezası isteniyor. 100'e yakın belediye bürokratı hakkında 'çete/örgüt' suçlamasıyla onlarca yıl... 10 ay sonra açıklanan iddianameyi satır satır tarıyoruz.

Zimmet yok, sebebsiz zenginleşme yok!
Hiçbir sanık hakkında özellikle de belediye başkanı ve bürokratları hakkında sebebsiz zenginleşme, yasa dışı hesap hareketi iddiası yok.
Çete/örgüt tanımı için şart olan 'cebir/şiddet' iddiası da yok!
Koskoca davanın sadece bir tane 'müştekisi' vardı.
Mahkeme Başkanı Cahit Kargılı'nın tanımıyla artık o da yok. İddianameye 'müşteki' (şikayetçi) olarak yazılan Cem Cevahir Kiraz'ı 'muhbir, ihbarcı' ilan etti Başkan Kargılı...
Koskoca çete davasının mağduru olarak yazılan kişinin de şikayetçi olmadığı iddia edildi avukatlar tarafından.
İki bürokratın birbirine çektiği özel mesaj ve personel ihalesi sırasında sendikacıların birilerini tartakladığı iddiası dışında şiddetin, cebirin izi bile yok.
İki münferit olayla 130 kişilik çete/örgüt suçlaması yapmayı akılla, mantıkla ya da yürürlükte olan hukuk kurallarıyla izah etmekse kolay değil. Ve dahası köylüden satın alıp okullara mandalina, süt dağıtan, öğretmenlere atkı/kaşkol dağıtan bir çete değil pratikte tasavvurda, tahayyülde bile mümkün görünmüyor.
Geçen yıl Mayıs başında başlayan süreç bu yılın Nisanında duruşmaya dönebildi. Bu süreçte onlarca kişi özgürlüklerinden mahrum bırakıldı. Kirli servislerle masumiyet karinesi ihlal edildi, deyim yerindeyse insanların onurlarıyla oynandı.
Davanın hazırlık savcısı HSYK'ya yükselmiş, operasyon hakimi mahkeme başkanı yapılmış, bazı savcıların yetkileri kritik zamanlarda alınmış, mahkeme başkanı kritik bir zamanda emekliye ayrılmış, olmadık bir anda hakim değiştirilmiş, serbest bırakılan 13 kişi savcılık itirazıyla yeniden içeri tıkılmış...
3 Nisan'daki tarihi dava bu atmosferde başladı. Davanın siyasi olduğuna dair kuşku alabildiğine yayılmış hatta genel bir kanaate dönmüştü. Büyükşehir davasına olumsuz bakanların cezalandırıldığı, olumlu bakanların yüceltildiği bir süreçte başlayan ve 10 güne yayılan ilk duruşmada adalete olan inanç ilk günlerde az da olsa vardı.
Devam eden günlerde ise mahkeme heyetinin 'adalet dağıtacağına' olan inanç katlanarak artmış, gergin başlayan duruşmanın sonraki günlerinde yeri gelmiş ağlanmış yeri gelmiş espriler patlatılarak salon kahkahalara boğulmuştu.
Herkes gibi ben de umutluydum.
Ve savunmaları dinledikçe, iddianamenin karanlık sayfaları aydınlanıyor özellikle de tutuklu sanıkların tahliyesine dönük umutlar artıyordu. Başta Çete Reisi olarak lanse edilen Başkan Aziz Kocaoğlu olmak üzere savunmalarında soru işaretine mahal bırakmadılar.
Maruz kaldıkları hukuksuzluğa isyan ederken bile cümleleri seçerek, ses tonlarını ayarlayarak konuştular. Mahkemeyle polemik (Birkaç münferit olay dışında) yaşanmadı.
 
Mahkeme Başkanı Cahit Kargılı, anlatılanları büyük bir sabırla dinliyordu. Zaman zaman savunmaya geçse de sık sık özel yetkili savcının iddianamesine dönük eleştirilere katılıyor, sanıkları destekler nitelikle konuşmalar yapıyordu.
Çengil'in 'müşteki' yani şikayetçi olarak adını yazdığı kişiye 'sen müşteki değil muhbirsin' demesi bile iddianameye dönük eleştiri olarak kabul ediliyor, teknik tapelerin çözümünde yapılan maddi hataları, eksik ve hatalı yorumları kabul edip düzeltmesi salondaki umudu katlıyordu. Ama karar sonrası hem salonda hem adliye dışında hem de İzmir kamuoyunda umudun yerini karamsarlık ve hayal kırıklığı aldı.
Oysa ki bu mahkeme hem sanıkların hem de avukatların belgeli savunmalarını esas alıp hem tahliye hem de beraat verebilirdi. En azından tutukluların yarısını tahliye edebilirdi.

Karar sonrasında çoğu apoletli en az 10 tane AK Partili ile görüştüm. CHP'liler kadar olmasa da onları da tedirgin ve mutsuz gördüm.
Tabi ki bazılarının tedirginliği hatta üzüntüsü olayın giderek siyasallaşmasından kaynaklıydı.
İzmir'de yaklaşan yerel seçim atmosferinin yürütülen davanın gölgesinde kalmasından endişe ediyorlardı herşeyden önce. Bu davanın siyasi açıdan 2008 yazında yürütülen arsenik kampanyası gibi bir sonuç doğuracağını düşünmeye başlamışlardı şimdiden.
İddianamenin eksiklerle dolu olduğunu, iddianameye sokulan olayların tıpkısının İstanbul'da, Ankara'da, Kayseri'de ve de Konya'da da olduğunu biliyorlardı çünkü.
Şevval Sam, Sezen Aksu, Suzan Kardaş bu kentlerde de aynı koşullarda konser vermişti en azından... 
Giderek siyasallaşan davanın İzmir'i ideolojik açıdan yeniden kamplaştıracağını dahası İzmir'in CHP açısından yeniden (2009 öncesinde olduğu gibi) 'Odun da konulsa fark etmeyecek' bir seçim bölgesine döneceği noktasında endişelenmekte de haklıydılar.
*
Başta 130 kişilik listede adı bulunanlar olmak üzere kamuoyunu suküt-u hayale uğratan ilk kararı birkaç açıdan sorgulamak gerekirse;
Karar soruşturma süreciyle birlikte ele alındığında tarihi davanın aslında siyasal bir dava olduğu tezini güçlendirdi. En azından avukatların, siyasetçilerin, tutuklu yakınlarının ve de objektif kesimlerin görüşleri bu yönde. Mahkemeye dahası adalete olan olan inanç ve güven ise sarsıldı.
İşin içinde iş arayan ve dava üzerinden siyasal teori üretenlere bu noktadan sonra daha da saygı duyuyorum.Çünkü Türkiye'deki hukuk açmazlarını gördükçe adalete olan inancım benim de her geçen gün azalıyor.
Bazı somut örnekler üzerinden Türkiye neredeyse darbe süreçlerini, bugün herkesin eleştirdiği 28 Şubat sürecini aratmayan tehlikeli bir noktaya doğru gidiyor. İktidarın köşeye sıkıştığı davaların/dosyaların içinin boşaltılıp, muhalefetin maruz kaldığı davaların içini doldurma gayretinde olan yargı, bana göre iyi bir sınav vermiyor.
Pek çok tutukluyu Cumhurbaşkanı Gül'ün yolsuzluk iddialarına maruz kalan Kayseri Belediye Başkanı'nı tanıdığı kadar tanıyorum. Dahası pek çoğuna Gül'ün Kayseri Belediye Başkanı'na olduğu kadar kefilim. Uzun lafın kısası karar sonrası hayal kırıklığını herkes kadar yaşadım.
Ama belki de asıl hata buydu.
Yani böylesine bir davada ilk celsede tahliye beklemek abesle iştigaldi belki de.
Hem de yukarıda tarif ettiğimiz atmosferde başlayan bir davada...
Sürece dönük siyasal bir baskının olduğu algısı oldukça yaygın.
Sırf bu kanı bile mahkeme heyetini etkilemeye yeter... Gizli olduğu söylenen belgelerin daha emniyet safhasında servis edildiği...
Operasyona ve davaya katkı koyanların bir şekilde ödülendirildiği...
CHP'nin kalesi olan bir kentin kritik seçim öncesi tamamen kilitlendiği...
Dürüst sıfatıyla yüzde 57 oy almış Aziz Başkan'ın itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı...
Ve dahası ülke genelinde iktidara karşı duranların şu veya bu şekilde adliye koridorlarını, hapishaneleri boyladığı bir ortamda...
İlk celsede 'beraat ya da toplu tahliye' beklemek safdillikten duygusallıktan başka bir şey değildi belki de. Mahkeme heyetinin üzerindeki yükü düşündükçe, bu kararın bile 'pozitif' sayılması mümkün hatta.
Ama kesin olan şu ki, bu karar davanın siyasallaştığına olan inancı arttıracağından bundan sonraki celseleri etkileyecek. En azından 5 Temmuz'da savunmanın dili değişebilir. Hem salonun hem de adliye dışının çok daha gürültülü olacağı kesin görünüyor. 
Ne olursa olsun, kim ne düşünürse düşünsün... 
Adalete olan inancınızı herşeye rağmen sonuna kadar koruyun derim... Doğrunun kalesi yıkılmaz çünkü.