GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
22 Haziran 2024 Cumartesi

İnsan İzmir’de bir gemi olursa

İbrahim yatağında yaşlılık hantallığıyla doğruldu. ‘Son Beste’ filminden göz yaşlarıyla çıktıkları ânı hatırladı. Hacer’i o gece susturmak mümkün olmamıştı. Belgin Doruk’un mezarına pembe karanfillerle giden Zeki Müren’e hüngür hüngür ağlaması, eve varınca bile durmamıştı. Sare’ye sarılarak zar zor anlaşılır sesle, “Bu kadar mı zor saadet,” demişti. Sonraki hayatı boyunca da onun zor olmadığını kanıtlamak için çalıştı. En yakınındakilere adadı ömrünü.

Salondan Sare’yle Nil’in sesleri geliyordu. İbrahim titreyen elleriyle birkaç satır karaladı. Kâğıdı yine de özenle katlayıp cebine koydu. Odasının kapısını açtı. Omzu çökük İbrahim’in sesine dönen karısı ve kızı sevinerek onu karşıladılar.

“Gel böyle, gel otur.”

İbrahim, Nil’in arkasına yastık desteği koyduğu koltuğa oturdu. Bir kâğıda, “Gün nerede?” diye yazdı. Nil “Birazdan gelecekmiş baba,” diye duyurmak için sesini yükselterek cevapladı. Halbuki İbrahim kolay duyuyor, sadece konuşamıyordu. ‘Peki’ der gibi kafasını salladı. Nil odadaki su bardağını getirip koltuğun yanındaki sehpaya koydu. Elini okşayan Sare’ye bakan İbrahim’in genzi doldu, göz pınarı zorlandı.

Yıllara rağmen o hâlâ Elhamra Sineması’nın önündeki Sare’ydi. Yorgun bir yazıyla kâğıda “Zeki Müren, Son Beste” yazdı. Sare’nin boğazı aniden ağrıyla düğümlendi. Yutkunsa da geçmiyordu. Toparlamaya çalıştı kendini. Onun da gözünde filmi izledikleri an canlandı. Sonra Hacer... O kötü gün... Nil’e baktı. “Çok üzgünüm yavrum, çok üzgünüm,” dedi içinden. Ağlayan Sare’ye sarıldı Nil. Annesinin nefesi hıçkırık ve gözyaşlarıyla kesiliyordu. Babasının sessiz ağlamalarıysa ancak yüzünden ve gözlerinden anlaşılıyordu. İbrahim’in gözleri Nil’in mavi gözlerine kilitlendi. Çivit mavisinin derinliğine dalarak kayboldu. Hatırasında, yıllar önce günde beş seans, haftada yedi gün, ayda dört hafta, dört ay boyunca, sinema sinema gezip dinlediği, her kelimesini Hacer’le karşılıklı ezbere söylediği ‘Son Beste’ filmini baştan sona izledi. Her sahneyi tekrarlayan, replikleri kolaylıkla çekip çıkaran zihnine inanamıyordu.

***

Yinelemekten hiç sakınmadığım bir cümle: İzmir bizim sevgili, sevecen ve yaşamaktan onur ve mutluluk duyduğumuz evimizdir… Murat Cem Miman'ın "İnsan Bir Gemi" (Yakın Kitabevi) romanını şu bayram tatilinde okudum, 1950'lerin İzmir'inde geçen hikayeleri bitirdikten sonra çocukluğumun İzmir sinemalarına gittim ve bu cümleyi tekrar ettim: İzmir bizim güzel evimiz… Her şeye rağmen!

Girişteki cümleleri çok sevdim ve kitabın 4. Bölümünden aldım

Tanıtımında da dile getirildiği gibi “İnsan Bir Gemi”, İzmir’e dönen bir pursantaj memurunu, (İbrahim) çevresindeki sıradan insanların büyük hikayelerini, dönemi ve politik atmosferi lirik bir dille anlatıyor. Kahramanların hayatına radyo ve sinemanın girdiği, izledikleri filmlerle bütünleştikleri o yıllara ait İzmir tarihi de gerçekçi üslupla perdeye yansır gibi aktarılıyor. Hüzünlü, sırlı, başına buyruk bu roman, dönem filmlerine benzer melodram yapısının içinde karakterlerini okuyucunun zihninde konuşturma gücüne de sahip.

 

Yazar sizi kırmızı perdeli bir salonun koltuklarında veya yazlık sinemanın tahta sandalyelerinde gazoz içerken kitabını okumaya davet ediyor.  Romanda, başta İbrahim her karakterin bir gemi gibi taşıdığı yükler var. Sosyal, siyasal ve ekonomik koşullar, İzmir'e özgü kültürel yaşam ve bireysel istekler, herkesin sırtına farklı bir yük bindiriyor. Yazar, İzmir'deki sinemaların geçmişini ve sinemanın giderek bir ticari alan haline geldiği dönemi belgesel tadında aktararak, toplumsal değişimin ipuçlarını da sunuyor. İbrahim'in etrafında dönen olayları anlatan "İnsan Bir Gemi" romanı, avludaki portakal ağacının gölgesinde bir aile hayatı ve dramını gözler önüne seriyor. Hem bir aile hikayesi hem de bir İzmir romanı olarak değerlendirilebilir.

Eşrefpaşa’dan İkiçeşmelik yoluyla Çankaya’ya inen ve Basmane’ye giden yolda birçok sinema vardır ve bu sinemalar, insanların sinema filmleriyle büyüyüp film karakterleriyle özdeşleştikleri zamanları temsil eder. Zeki Müren, Fatma Girik, Cüneyt Arkın, Kartal Tibet ve Filiz Akın gibi sanatçıların, insanların hayatlarına anlam kattığı, yaşamın zorluklarını hafiflettiği yıllardır.

O dönemin İzmir’inden ne arasak bulmak mümkün kitapta: Dönemin İzmir’deki klasik bir ailesinin özellikleri, mahalle kültürünün paylaşımcı yanları… Siyasal belirsizlikler, toplumsal yapılar, ahlaki endişeler, kişisel hayaller ve sınırlamalar... Bunun yanında, yeni bir teknoloji hem fırsatlar hem de riskler getiriyor. Roman, olumlu ve olumsuz tüm unsurlara rağmen geçmişe karşı bir özlem duygusu uyandırıyor.

Dili sade ve anlatımı akıcı. Kitabı okurken adeta bir film izler gibi hissediyorsunuz. İzmir’e ve döneme özgü, unutulmaya yüz tutmuş kelimeleri ve ifadeleri hatırlamamıza yardımcı oluyor. "İnsan Bir Gemi", çok şey vaat eden bir roman.

***

Murat Cem Miman, Evrensel’de Handan Gökçek ile yaptığı söyleşide çok önemli bir soruya da cevap vermiş: Kimdir bu pursantaj memuru:

Sinema Yüksek Lisansı alırken Türk Sinema Tarihi’nde ilk kez duymuştum bu mesleği. 1950’li yıllarda sinema ticari kazanç haline gelmeye başlayınca film yapımcılarının bir süre filmlerini yurtiçinde dağıtımı ve filmlerinden para kazanılmasının yolu olmuş. Sinema salonları işletmecileriyle film şirketleri salonun giderleri düşüldükten sonra kazanılan paranın yüzdelik hesapla paylaşımı üzerinden önceden anlaşırlarmış. Ama film şirketi hem gösterilen giderlerin hem de gerçek seyirci sayısının kendi adına teyidi için şirket adına bir memuru salonlara görevlendirmek üzere göndermeye başlamış. O dönemde ülkede film şirketlerinin kendi denetimcileri yani pursantaj memurları varmış. Bunlardan en ünlüsü de Yılmaz Güney’dir. Bu memurlar doğru kazancın film şirketine aktarılması konusunda görevliler. Ama gerçekten işleri zor. Sadece paranın denetlenmesi ve doğru gönderilmesi konusunda değil. Filmin o şehirde salon salon dolaşması, filme zarar gelmemesi için çaba göstermeleri dışında her gün tüm seans saatlerinde, haftalarca, aylarca filmi izlemek ve o sırada seyirciyi kontrol etmeleri de gerekiyor. Çünkü sinema salonlarına gelen seyirci sayısının yanı sıra seyircinin en çok heyecanlandığı, alkışladığı, sinirlendiği sahneleri de not ediyorlar. Bunlar bir defterde toplanıyor ve film şirketleri bunları inceliyor. Zaten bir sonraki dönemde bölgesel dağıtım şirketleri gerekliliği de böyle ortaya çıkmış. Örneğin efelerle ilgili film Ankara’da tutmazken Ege’de tutuyor, vurdulu kırdı film Adana’da çok tutuyor. Yani bir anlamda rating cihazı görevi de görüyormuş pursantaj memurları. Yılmaz Güney’in Adana’da pursantaj memurluğu sırasında film elektrik kesintisiyle durunca tüm salona filmi bizzat kendisi oynarmış gibi anlatması bilinen bir rivayet.

Kitabın başında sunulan harita İzmir’i bilen bilmeyen her okur için yararlı…