GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
15 Haziran 2024 Cumartesi

Modası geçmez 1984

“Nisan ayının parlak ve soğuk bir günüydü ve saatler on üçü vuruyordu. Kötü rüzgardan kaçmak için çenesini göğsüne gömmüş olan Winston Smith, Zafer Malikaneleri’nin cam kapılarından hızla içeri girdi, ancak kumlu bir toz girdabının kendisiyle birlikte içeri girmesini önleyecek kadar hızlı değildi. Winston, merdiveni ikide bir durup dinlenerek ağır ağır çıkıyordu. Her katta, asansörün tam karşısına asılmış olan posterdeki kocaman yüz duvardan ona bakıyordu. Resim öyle yapılmıştı ki, gözler her davranışınızı izliyordu sanki. Posterin altında, Büyük Birader’in Gözü Üstünde yazıyordu”

Bugün 15 Haziran… Dünya siyasi edebiyatının halihazırda en değerli kitaplarından biri olan 1984, 15 Haziran 1949’da yayımlandığında bu cümlelerle başlıyordu.

1984, 1949’da yayınlandığında anında bir klasik haline geldi. İnsanlar bunda kolayca gerçeğe dönüşebilecek bir dünya görebiliyordu. Nazi diktatörlüğünün anısı hâlâ tazeydi, Sovyetler Birliği Demir Perde’yi dikmişti, ABD ise atom bombasına sahipti.

Orwell kelimelerin hem dikkati çekebileceğini hem de zihni değiştirebileceğini biliyordu. Kitabı Soğuk Savaş’ın sağlamlaştığı bir dönemde yazdı ve bu, o dönemdeki devlet gücünün doğasına ilişkin açık bir uyarı anlamına geliyordu.

Kitap hâlâ binlerce satıyor ve bize Donald Trump’tan, sosyal medyanın her türlüsüne kadar çağdaş siyaset ve güç hakkında çok şey anlatmaya devam ediyor. Kitapta yazılanları bazı yerel liderlerle ilişkilendirenler var ama biz bugün o topa girmeyelim.

Romanda Dünya, Okyanusya Avrasya ve Doğu Asya olmak üzere üç süper devletin kontrolü altına girmiş durumdadır. Bu üç süper güç son yirmi beş yıldır sürekli birbiriyle savaş halindedir ve bu sebeple tüm dünya da bir çeşit kaos hakimdir. Müttefikler sürekli değişse de Okyanusya yönetimi yaptığı manipülasyonlar ile sanki baştan beri aynı devletler ile ittifak halindeymiş gibi davranılmaktadır. Bir hafta halk Avrasya’yı düşman görerek küfürler savururken, sonraki hafta ezelden beri Avrasya ile dost olduklarına inanabilmektedirler. Zihinler tamamıyla kontrol altındadır. Uzaktan baktığımız zaman, aralarında hiçbir ideolojik ayrılık bulunmayan bu üç devletin arasında savaşmak için somut bir sebep bulunmuyormuş gibi gözükebilir. Fakat aslında savaş bir çeşit nitelik değiştirmiştir. Bu üç süper devlet aralarında öyle bir denge kurmuştur ki hiçbirinin birbirini yenilgiye uğratması mümkün değildir. Dolayısıyla, savaşın amacı eskiden olduğu gibi ne yeni topraklar ele geçirmek ne bağımsızlık kazanmak ne de galibiyettir. Savaşın temel amacı, genel yaşam düzeyini yükseltmeksizin makinelerin ürettiklerini tüketmektir. Romanın geçtiği yer, Avrasya ve Doğu Asya’nın diğer süper bölgeleriyle sürekli savaş halinde olan Okyanusya’nın bir parçası haline gelen distopik bir Britanya’dır.

Baskı, gözetim ve kontrol, Parti ve onun dört bakanlığı (Doğruluk, Barış, Bolluk ve Sevgi bakanlıkları) tarafından yönetilen bir toplumda yaşamın gerçekleridir.

Bu, her şeyin göründüğünün tam tersi olduğu bir “ikili konuşma” dünyasıdır; Gerçek yok, yalnızca yalan var; yalnızca savaş ve yalnızca yoksunluk var.

Orwell’in yeniliklerinden biri bizi yeni bir siyasi sözlüğe, kelimelerin bir iktidar biçimi olarak nasıl kötüye kullanılabileceğini gösterdiği “Yeni Konuşma”yı  (“Newspeak”) tanıtmaktır. Partiye muhalif düşüncelere sahip olmanın yasa dışı olduğu “Düşünce Suçu” (“Thoughtcrime”) gibi kelimeler; veya “olmayan kişi” (Unperson)…

Bu unperson Parti tarafından (örneğin Düşünce Suçu nedeniyle) idam edilen birinin varlığına ilişkin tüm kayıtların silineceği anlamına gelir.

Kitaptan haberdar olduğumda henüz 1984’te değildik. 84’ün üzerinden 40 yıl geçti dünya daha da fenaya gitti. Bugün bu kelimelerin çoğunu kullanmakla kalmıyoruz, aynı zamanda Orwell’in tanımladığı manipülatif işlev de hâlâ sağlam. Örneğin, ABD’de yeniden seçilmeye hazırlanan Donald Trump’ın danışmanı Kellyanne Conway, 2017’de Yönetim’in kendi “alternatif gerçekleri” olduğunu söylüyordu.

Ne demek “alternatif gerçekler?” Gerçekliğin kelimeler aracılığıyla psikolojik olarak kontrol edilmeye çalışılmasından başka bir şey değil! 1984, Trump’ın seçilmesi ve bu röportajın yayınlanmasının ardından Amazon’un en çok satan kitabı oldu.

Ama aşk sınır tanımıyor elbette! Ya da kitapta karşılaşınca biz öyle sandık! Orwell’in Hakikat Bakanlığı’nın koridorlarında, baş kahraman Winston ile iş arkadaşı Julia arasında bir gerçek aşk kıvılcımı gelişiyor. Winston ve Julia önce düşünsel ortaklık kuruyorlar. Dünya savaşları, Büyük Birader ve Parti öncesindeki belirsiz ve güvenilmez anılara dayanan, diğer olası yaşam ve düşünme biçimlerine ilişkin ülke yönetimine göre yasa dışı düşünceleri paylaşıyorlar.

Ancak muazzam gözetleme güçleri ve Düşünce Polisi’nin çabaları sayesinde Büyük Birader her şeyi bilir ve aşıklar çok geçmeden şüpheli haline geldiler.  Winston tutuklanır Parti’nin ağır toplarından O’Brien’ın huzuruna çıkarılır. Ona göre güç, toplamı sıfır olan bir denklemdir: Eğer onu başkalarını aşağılamak için kullanmazsanız, onlar da aynı şekilde size karşı kullanacaklardır.

Orwell’in kitabında çok fazla dram, gerilim ve hatta korku var. Etrafında gördüklerini yazdı ama uygarlığın doğuştan gelen kırılganlığına karşı keskin bir hassasiyetle bunları filtreledi.

Bugünlerde pek çok güç politikası internette dolaşıyor. Savaş sırasında BBC’de çalışan Orwell bu konuya duyarlıydı. Siyasi gücün doğasını anlamak bugün Orwell’in yazdığı zamandan çok daha önemli. O zamanlar baskı ve manipülasyon “daha ??basit” ve daha acımasızdı; günümüzde sosyal kontrol ve kaynakları daha şeffaf…

Orwell’in bir yazar olarak değişmez değeri, siyasi iktidarın karakteri hakkında bize kayıtsız kalamayacağımızı, düzeltmeyi hükümete bırakamayacağımızı, onu kadere bırakamayacağımızı ve en iyisini umamayacağımızı söyleyen bir şablon sunmasıdır.

Winston Smith için işler pek iyi gitmedi. İşkence ve beyin yıkamayla sınırları zorlanan Julia’ya ihanet etti...  Ve bu sefil durumu için de sonunda Partinin haklı olduğuna kendini inandırdı: “Kendisine karşı zafer kazanmıştı. Büyük Birader’i seviyordu.

Hikâye orada bitiyor. Ancak yazar ve aktivist Orwell için Hakikat, Barış, Bolluk ve Sevgi mücadelesi daha yeni başlıyordu.

Bugün 1984, Winston, Julia ve O’Brien’ın gerçek dünyasının gerçeğe dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna dair bir uyarı olarak karşımıza çıkmıyor. Aksine, gerçek değeri bize güç ve tiranlığın kelimelerin kullanımı ve bunların nasıl dolayımlandığı yoluyla mümkün kılındığını öğretmesidir.

Dolayımlamak" terimi, bir şeyi doğrudan değil de aracı veya başka bir şey vasıtasıyla yapmak anlamına gelir. Bu kavram, genellikle sosyal bilimler ve felsefe alanlarında, özellikle de iletişim ve anlamlandırma süreçlerinde kullanılır. Dolayımlamak, bir düşünceyi, bilgiyi, hissi ya da anlamı doğrudan değil, bir aracı (örneğin dil, medya, semboller) kullanarak iletmeyi ifade eder.

Örneğin, bir mesajı doğrudan birine söylemek yerine bir mektup yazarak iletmek, bu mesajı dolayım aracılığıyla iletmektir. Benzer şekilde, medya üzerinden bilgi almak da bilginin medya aracılığıyla dolayım yoluyla alınmasıdır. Bu terim, iletişim ve güç ilişkileri bağlamında, anlamların ve bilgilerin nasıl iletildiği ve yorumlandığı üzerine yapılan analizlerde sıkça kullanılır.

***

Nasıl biter roman: “Winston başını kaldırıp o kocaman yüze baktı. O siyah bıyığın ardına gizlenen gülümseyişin anlamını kavraması kırk yılını almıştı. Ah, o acımasız, boş aldanışlar! Ah, o sevecen kucaktan dik kafalı, bile isteye kaçışlar! Yanaklarından cin kokulu iki damla gözyaşı süzüldü. Ama artık her şey yoluna girmişti, mücadele sona ermişti. Sonunda kendine karşı zafere ulaşmıştı. Büyük Birader’i çok seviyordu.”

Galiba 1984’ün modası hiç geçmeyecek.