GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
23 Nisan 2013 Salı

Deprem bizim evde oldu…

Cuma günü geldi telefon. Gürsan Ablam, halamın Davutlar’da kalp krizi geçirdiğini, apar topar önce Kuşadası, ardından Aydın’da özel bir hastaneye kaldırıldığını, kalpte üç damarın tıkalı olduğunu ve acilen ameliyata alındığını anlattı bir çırpıda. ‘Doktor uzun bir ameliyat olacağını söyledi. Sakın gelmeye kalkma, ben seni bilgilendireceğim. Şu an annem için tek yapabileceğin dua etmek’ dedi.
Elimde telefon öylece kalakalsam da… Bir süre sonra içimdeki sesle yüreklenip gündelik işlerimin peşine takıldım.
İç seslerin bazen yanıltıcı olabileceği fikrini zihnimden atmaya, ‘dört ay önce geçirdiği 5.5 saatlik büyük kanser ameliyatından nasıl sağlam çıktıysa, halamın bu ameliyattan da yine diri çıkacağına’ olan inancıma gölge düşürmemeye uğraştım.
Elim işte, kalbim Aydın’da; gelecek müjdeli haberi bekledim öylece…
 
Cumartesi günü yapılan MHP’nin bayrak mitingini ‘gazeteci’ olarak izleyeceğimi ve okurlarla paylaşacağımı duyurmuştum son yazımda.
İzmirliler miting alanına doğru ilerlerken; kızım, yeğenim ve kız kardeşinin yüzünü son kez görmek görmek isteyen yaslı ve yaşlı babamla, Aydın yolundaydık.
İzmir’den ‘vur de vuralım, öl de ölelim’ sloganları yükselirken…
Biz, soğuk bir morgda bembeyaz örtüler altında yatan ölümüzle vedalaşıyorduk.
Beyaz saçlarını okşadık, yanaklarına dokunduk usulca… Varsa bir hakkımız, helal ettik. Soğuk bir çekmecede bırakırken halamı, sadece onu değil çocukluğumuzu da kaybetmiş gibiydik…
Halamı pazar günü Karşıyaka’da toprağa verirken, çocukları, torunları, yeğenleri, kuzenleri olarak… Biraz da bunun için ağlıyorduk…
*
Dünyanın en güzel, en zarif, en anlayışlı, en birleştirici, en fedakar/cefakâr insanlarından biri olan halam Zekiye Ercan 87 yaşındaydı.
Yıllar yılı binlerce gencini tabutlara sıralamış bir ülkede… Acıyı katlanılır kılan ‘sıralı ölüm’ sözcüğüne sığınmış/sarılmışken… ‘Deprem uzmanı’ oğlu, bunun ‘sıra’ olmadığını, annesinin (halamın) Kuşadası’nda öldürüldüğünü Hürriyet Gazetesi’nin manşetinden, ‘Deprem bizim evimizde oldu’ isyanıyla duyurdu.  “2013 felaket yılı olacak dedim, beni buldu” diyordu Ahmet Abim. Türkiye’nin bildiği/tanıdığı ismiyle; Prof. Dr. Ahmet Ercan.
Acısı şüphesiz hepimizden çok daha derin, çok daha fazla olmasına rağmen; benim gibi acıyla körleşmemiş, her zamanki bilimsel bakışı ve adalet isyanıyla, ‘bu acının başka birinin de acısı olmaması’ adına, soruna odaklanmıştı.
Kışın 60 bin, yazın yüz binlerce nüfusu olan Kuşadası’nda tek bir kardiyolog bulunduğuna, onun da Perşembe günü görevli olarak ilçe dışında olduğu için, şiddetli bir kriz geçiren halamın hastane hastane dolaştırılırken 2 saate yakın ‘zaman kaybından’ kaybedildiğine dikkat çekiyordu.
 
‘Ölüm gelmiş cihane, baş ağrısı bahane’ öğretisiyle, ‘kader’ örgüsüyle büyütülmüşüz biz. Elbette ölüm kaçınılmaz ve her ölümün bir nedeni olacaktır. Da… O gün kalp krizi geçiren gencecik, henüz ‘sıra’nın gelmediği düşünülecek biri de olabilirdi; maddi imkanları özel ambulansla Aydın’da özel bir hastaneye taşıyamayacak durumda birileri de…
Bahaneler ortadan kaldırıldığında da kayıp yaşanırsa eğer, o kaderdir, ona sığınılır. Ama Kuşadası’nda yaşanana ‘başağrısı bahane’ demek, yakışık almaz. Hele ki ‘sağlıkta devrim yaptık’ diyenlere (kısmen de olsa bunu başaranlara) hiç yakışmaz.
Umarım ailemizin canını acıtan bu ölüm ve nedeni, başkalarının yaşaması için bir ‘vesile’ olur da… ‘Sıralı ölüm’ dışında sarılacak/sığınacak bir teselli daha buluruz… Umarım.