GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
18 Temmuz 2022 Pazartesi

AB’de “Feta” örneği: Biz bunu yapabilir miyiz?

Dünyanın bütün lezzetlerine damağını açmış birisi olarak Avrupa seyahatlerinde kahvaltılarda peynir mevzuunda biraz zorlanırım. Alıştığımız zeytini peyniri sadece Ege adalarında buluruz ama ilk gün otel kahvaltısında aradığımız peynir yoksa en yakın marketten feta bulur getirir arkadaşlarımız. 4 yıl önce Kopenhag’ta da öyle olmuştu, yakın marketten Danish-feta diye bir peynir almıştık, çok benziyordu ama bizim Yunan fetası değildi. Tatmayanlar için küçük bir not; Ezine teneke peynirine benzer feta ama lezzet olarak tabii ki uzaktadır. Avrupa’da nefis köreltir sadece, tatsız peynirlerin yanında… Anadolu’nun peynir zenginliği ile ne Fransa ne de İtalya karşılaştırılabilir…

Yunanlı kardeşler “6 bin yıldır koyun ve keçi sütünden peynir yaptığı için” 'Feta'nın kültürel mirasının bir parçası olduğunu söylerler. Tartışılır ama haklı oldukları yanlar vardır.

Geçen hafta Polonya’da da feta ile nefis köreltip döndük, İstanbul’da aktarma beklerken Euronews’a bakıyorum, Avrupa Adalet Divanı Kararını okudum, başlıkta “Feta, Yunanistan’ın peyniri” diyordu. Yunanistan ile Danimarka arasında siyasi krize neden olan Feta peynirine ilişkin davayı karara bağlayan Avrupa Adalet Divanı, “İsim hakkı Yunanistan’a ait” demişti.

Yunanistan Tarım Bakanlığı, ‘sembolik’ bir Yunan ürünü olduğu iddiasıyla Feta peynirini ‘kendine maletmekle’ suçladığı Danimarka'ya karşı yasal işlem başlatılması için Avrupa Birliği Komisyonu’na başvurmuştu.

İki ülke arasında yıllardır devam eden mesele dolayısıyla 2020 yılında, yasal önlemler alınması için konuyu yargıya taşıyan Yunanistan, Danimarka'nın AB düzenlemeleriyle ‘işbirliği yapmayı reddettiği’, Danimarkalı üreticilerin ‘taklit Feta' ürettiği ve ‘taklit AB peynirlerini’ AB üyesi olmayan ülkelere izinsiz olarak ihraç ettiği suçlamalarında bulunmuştu. Mahkeme, Danimarkalı üreticilerin 'Feta' ismiyle AB içerisinde satış yapamayacağına hükmetti.

Yargıçlar, “Danimarka, üçüncü ülkelere ihraç edilmek üzere hazırlanan peynir için 'Feta' adının kullanılmasını durdurmayarak AB hukuku kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmemiştir” demişlerdi.

Benzeri durum mozarella peyniri için İtalyanlarla Almanlar arasında sorun olmuştu… Sanki kendilerininmiş gibi Kuzey Makedonya ile Yunanistan arasında “musakka” krizi de çıkmıştı.

Bizde ise açgözlüler bırakın uluslararası işlerle uğraşmayı birbirlerinin gözlerini oyarlar.. Zaman zaman burada da yazarım coğrafi işaret işinin bizde genellikle palavradan yürüdüğünü bildiririm. İşte bizim yapamadığımız budur. Kastamonu’da üretilen siyez bulgurunun 100 katı siyez satılır Türkiye’de kimsenin gıkı çıkmaz. Tarım bakanlığının açıkladığı sahtekar listelerinde sahte Ayvalık yağları hep ilk sıradadır, İstanbul’da anlı şanlı marketlerde Ayvalık’ta asla üretilmemiş yağlar Ayvalık yağı ismiyle satılır, millet de alır, evine götürür.

Aslında durumu Gıda Mühendisleri Odası Başkanı İ. Uğur Toprak ne güzel özetlemişti: Coğrafi İşaret uygulaması genel itibariyle yerel üretimi ve kırsal kalkınmayı desteklerken, geleneksel bilgi ve kültürel değerleri de korumayı amaçlar, tüm bu özellikleri doğrultusunda biyoçeşitliliğe de olumlu katkıda bulunur. Coğrafi İşaret uygulaması bir yanıyla geleneksel üretim yöntemlerini ve ürünleri ön plana çıkartarak, tarihsel öneme sahip bu uygulamaların devamlılığına destek olmaktayken diğer yanıyla piyasada ayrı bir pazarlama alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünya çapında yerelliğe olan ilgi her geçen yıl daha da artmaktadır. Bu ilgi göz önünde bulundurulduğuna Coğrafi İşaret sistemi de maalesef tekelci, neoliberal gıda sistemi tarafından sömürüye açık bir hale gelmektedir. Yerele olan ilgi dolayısıyla Coğrafi İşaret sahibi ürünler, mevcut gıda politikaları göz önünde bulundurulduğunda üreticiler kadar, bu işi sadece para kazanma hırsıyla yapan aracılara da kazanç sağlamaktadır.

Uygulama göz önünde bulundurulduğunda esas amacın bir bölgeyle özdeşlemiş ürünün diğerlerinden ayrılması ve bu türden ürünlerin ve üretim yöntemlerinin korunması olduğu akıldan çıkartılmamalıdır. Küçük üreticiler ve aile çiftçileri bu bağlamda desteklenmeli, onların asırlardır uyguladıkları yöntemler ve ürettikleri ürünler gerçek değerlerini bulmalıdır.