GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
14 Haziran 2022 Salı

Anadolu’nun bütün renkleri…

“Atatürk’ten beri bilinçli bir Anadolu sevgisi uyandı.”diye başlar ‘Dionysos ve Anadolu Köylüsü’ adlı kitabına sevgili Metin And Hocamız ve şöyle devam eder:

“Yalnız toprağına, köylüsüne değil, onun fışkırttığı uygarlıklarada duyulan, henüz ürkek, çekinik, fakat soylu, anlamlı bir sevgi, aydınından gelen bir kucaklaşma isteği. Oysa Anadolu köylüsü hanidir, aynı göğü, kuşları, yemişleri, ekinleriyle yalnız toprağıyla değil onun bu uygarlıklarıyla da sıkı fıkı olmuş. Evi, tarlası onların tapınaklarının, oyun yerlerinin dizi dibinde, boy boy, kırık, sağlam, çeşitli yüzlü tanrılarıyla yadırgamaksızın senli benli, onlardan kendisine kalmış taş tekneye öteberisini koyuyor, sunak taşını malı gibi kullanıyor. Ancak bu taştan, durağan, cansız uygarlığın yanı sıra Anadolu köylüsünün ardılı olduğu uygarlıklarla daha canlı bir alışverişi var, onların inançlarını da benimsemiş, doğanın, yaşamın tükenmezliğini kışkırtıp sağlayacak davranışlarını da sürdürüyor.”

Ahmet Kutsi Tecer’in 1961 yılında İstanbul’da düzenlenen I. Halk Oyunları Semineri’nde sunduğu bildiride verdiği örnek, bu anlamda ilginçtir. Genç bir köylüye oynadıkları oyunu niye tercih ettiklerini soruyor; köylü nedenini bilmediğini ama oynamanın zorunluluk olduğunu söylüyor. “Oynanmasa da olur mu?” sorusuna köylü, Tecer’i tuhaf tuhaf süzerek “Oynamamak olmaz ki...” diye yanıt veriyor.

Önceki gece Aşık Veysel Amfi Tiyatrosu’nda yetişkinlerin halk oyunları gösterisini izlerken, bu konunun Cumhuriyetimizin büyük başarılarından biri olduğunu bir kez daha düşündüm.

Anadolu insanının kültürel kimliğini ve bedensel devinim kodlarını barındıran yerel dansların, bir Ulus Devlet yaratma çabasındaki Cumhuriyet’in kurucu babaları için ne kadar önemli olduğu çok açıktır. 1926’dan başlayarak ‘milli bir repertuvar’ oluşturulması da boşuna değildir.

Güzel ülkemiz halk dansları açısından bir laboratuvar gibidir ve köylerinde tespit edilen 4000’in üzerinde oyun ile dünya üzerindeki en zengin dans karakterine sahip ülkedir. Cumhuriyet’in bu zenginliği atlaması düşünülebilir miydi?Başta Gazi olmak üzere, tüm yöneticiler halk danslarını koşulsuz ve severek öğrendiler.

Aşık Veysel’deki gösteride arkadaşlarıma dediğim gibi,Anadolu’nun Doğu ve Batı kültürleri arasında bir köprü olması önemlidir ve büyük bir zenginliktir. Bu zenginlikten dilimiz, mutfağımız, müziğimiz, halk kültürümüzün ve Anadolu insanının yaşamının bir parçası olan halk danslarımız da nasibini almıştır.

Sahneye bakıyorum, her yaştan ama her daim genç insanlar, bu büyük çeşitliliğimizi sevgiylekucaklamaya çalışıyorlar.Bazı ezgiler ve tavırlar sanki tam geleneksel haliyle; bazıları da biraz daha güncel bir yorumla işlenmiş gibi... Anadolu’da imbikten süzülerek biriken kültür, yeniliğe açık, senteze de uygun. Aslında ne kadar değerli bir kültürel birikimin içinde yaşıyoruz.

GeçenlerdeSelim Sırrı Tarcan’ın anılarını yeniden okudum bir vesile ile. Vaktiyle Tarcan, Ege Bölgesi’nden vatani görevini yapmaya gelen yöresel zeybek dansçılarını bir araya getirerek, bir uyum içerisinde birlikte oynatmış. Şimdi kendi adıyla anılan ve aslında Birinci Dünya Savaşı yıllarında koreografisini yaptığı buTarcan Zeybeği, Atatürk’ün huzurunda 14 Ekim 1925 tarihinde,İzmir Kız Öğretmen Okulu’nda oynanmış. Daha sonra halk müziğimizin klasik Batı müziği formuna dönüştürülmesiyle çok sevilen bir ezgi olan“Zeybekler”i, Bülent Tarcan, 3 Numaralı Piyano süitinin 2. Bölümü olarak bestelemiş.

1925 yılının başlarında gazetelerde şöyle bir haber yayınlanmış: “Reisi Cumhur Hazretleri evvelki gün Hükümet Dairesinde icra edilen kabul merasimi esnasında,Terbiyei Bedeniye Müfettişi Umumiyesi Selim Sırrı Bey’e iltifat etmişler ve yeniden tanzim ettiği zeybek raksının kadınlarla birlikte oynanan şeklini görmek istediklerini de bildirmişlerdir.” Bakar mısınız şu güzelliğe…

Önceki gece sahnede erkekten çok kadın vardı. Gazi’nin bu dileğinin gerçekleşmiş olması ve yaşıyor olması ne güzel…

Metin Anddiyor ki:“Türkler Anadolu’ya ilk geldiklerinde, orada kendi sayılarının en az on katı daha kalabalık halka karıştı, kendi getirdiklerini onlarda bulduklarına kattı, onlarla kaynaştı, sonra da bunu sonuna kadar korumasını bildi. Uygarlıkların sürekliliği damarlardaki kanda değil fakat davranışlarda beliriyor. Kuşaktan kuşağa yaşam ve ölüm karşısında aynı davranışlar, aynı törenler el değiştiriyor. Bu davranışlar başlar üzerinden aşan birer meşale gibi el değiştirmiyor, halkın ruhuna siniyor, oraya yuvalanıyor.”

***

Aşık Veysel’de,dört sivil toplum kuruluşunun ekipleri sahneyeçıktı: Ege Üniversitesi Mezunlar Derneği , Ege Kültür Derneği, İzmir Turizm Folklor Derneği veEgeperdans… Tüm dansçıları ve eğitmenleri canı gönülden kutluyorum. Büyük iş, büyük emek, büyük özveri…

Finalde Ege Kültür Derneği’nin ‘Kentte Gelenek’ adlı karma gösterisinde, tüm dansçıların ve eğitmenlerin elele tutuşması, yan yana, omuz omuza oynaması unutulmazdı. Anadolu’nun her yerinden ezgiler ve figürlerle gönülleri fethettiler. Bir ara baktım, EÜ Türk Musikisi Konservatuvarı, Türk Halk Oyunları Bölümü hocası dostum Prof. Dr. Öcal Özbilgin, üşenmemiş efe kostümlerini kuşanmış,final sahnesinde dans eden o büyük kalabalığa karışmış. Duygulanmamak mümkün değildi doğrusu… Şu bir gerçek, dünyanın her yerinde halk dansları insanı eğitir, kibrinden uzaklaştırır, ortamı güzelleştirir… Öyle ya, “Niye oynanmasın ki?” Emek verenlere şükranla…

***Fotoğraf: Bora Çal***