GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
27 Kasım 2015 Cuma

Ya hafız ya kebikeç!

“Eskiden el yazması kitapların içine ‘ya hafız, ya kebikeç’ yazılırmış. Bu duanın, kitabı haşarattan, nemden ya da yangından koruduğuna inanılırmış. Ve yine rivayet olur ki bu yazının mürekkebi, böcekler için zehirli olan düğünçiçeği bitkisinin suyundan yapılırmış. Özel bir mürekkeple yazılan bir tür muska yani; ‘koruyan, esirgeyen kebikeç’ anlamında…”
Gerçek haber vermek için şartları zorlayan adeta savaşan gazetelerin/her tür matbuatın kıyıcığına nemden ve haşarattan ziyade iktidarın zulmünden korusun diye ‘ya hafız, ya kebikeç’ mi yazmalı acaba diye geçiriyorsam içimden…
Durum vahimdir gerçekten.
Sadece bizler değil, sizin için de, dün gece çaresizce kanal kanal gezinip ne olduğunu anlamaya çalışanlar, haber arayanlar için de…
 
Bugün Cumhuriyet Gazetesi İzmir Bürosunun önündeki bir avuç kalabalığı izlerken de…
Dün gece sosyal medyadaki haberlere/paylaşımlara bakarken de aynı duygu geziniyordu içimde, aynı soru: Biz kaç kişiyiz?
AKP’ye oy vermeyen yüzde 50’den bahsetmiyorum ama. O yüzde 50’nin içinde demokrasi istiyorsak, adil yargı istiyorsak, ifade özgürlüğü/basın özgürlüğü istiyorsak, hakça, eşit bölüşüm istiyorsak bu isteklerin arkasında duracak, gerekirse bedel ödeyecek, mücadele edecek, dayanışacak kaç kişi var diye soruyorum.
“Can Dündar ve Erdem Gül yalnız değildir” derken hangi kalabalıktan bahsettiğimizin farkında olup olunmadığını anlamaya çalışıyorum.
Cevabı hemen verilebilecek bir soru olmadığını bilsem de içimdeki ‘tahmin ettiğinden de azsınız’ sesini bastıramıyorum.
Ve asıl sorunun, müthiş bir örgütsüzlük, dağınıklık olduğunu…
Bu dağınıklığın küçük bir organizasyonda bile kendini nasıl gösterdiğine bakarak hayıflanıyorum.
Biteviye soruyorum sonra.
Görevini yerine getiren meslektaşlarının yanında durabilme dirayetini bile gösteremeyen, kendi gölgesinden bile korkar hale gelmiş gazetecilerle…
Siyaseti sadece kendi ikballeri için yapanlarla…
Sivil toplum örgütlenmesini sadece bir PR çalışması olarak görenlerle…
Yaptığı bir kutlama organizasyonunu bile skandala dönüştürmeyi başaran, davetlisinin dövülmesine göz yuman, üstüne bir de bunu çaresizce savunmaya çalışan belediye başkanlarıyla…
Delege avına çıkmış iflah olmaz yandan çarklılarla…
Kendinde devrim yapamazken devrimci olduğunu iddia edenlerle…
Nasıl olacak? Nereye varılacak? Ne yapılacak?
 
Can Dündar ve Erdem Gül tutuklandı. Onlar Silivri Cezaevi’nde.
İktidar eteğinin altına doluşmuşları saymazsak, dışarıda olanlar da şimdilik yarı açık cezaevinde.
13 yılın bilançosu sürekli değişiyor ama son bir ayınki net; ‘susturulan’ televizyon kanalı sayısı 15, el konulan gazete sayısı 2, işten çıkarılan gazeteci sayısı 1000, tutuklanan gazeteci sayısı 6… Henüz meydanlarda kitaplar yakılmamış, bütün haber kaynakları üzerinde tam kontrol sağlanmamış olsa da gidişatın, bu delice kavganın/kinin, bize huzur vaat etmediği çok belirgin…Apaçık. 
Kendi mesleğim adına da soru aynı. Ne yapılacak?
Gazetelerin, köşelerin kenarına ‘Ya hafız, ya kebikeç’ yazılıp bizi/ülkemizi düşmanlıktan, nefret ve zulümden, sırasız ölümlerden, soğuk ve yalnız zindanlardan koruması mı beklenecek…
Bildiklerimizi unutup yeniden biz olmanın yeni yolları mı aranacak… Hangisi?
Kendinizi kaybolmuş gibi hissederken, bu köşeyi direnme güzellemesiyle dolduramadığım için üzgünüm.
Satırlarımı sorulara bıraktığım için üzgünüm.
Umut çoğaltan bir yazı olmasını çok isterdim ama… Gelecek güzel günlere inanmış bir nesilken, güzel geleceğin giderek uzaklaştığını görmekten dolayı… Gerçekten çok üzgünüm. Umudu birlikte bulabileceğimize inanırsak ancak… Üzüntümüz coşkuya, korkularımız cesarete, hayallerimiz inanca dönüşür… ‘Hayal ettiğim ülke bu değildi’ sayıklamalarıyla göçüp gitmeyiz bu dünyadan işte o zaman. Aksini hayal etmek, dile getirmek de istemiyorum zaten…