GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
2 Kasım 2015 Pazartesi

Bu insanlar delirmiş olabilir mi sizce?

Ankara katliamı’ndan sonra saldırıyı nasıl değerlendirdiğine yönelik soruya ‘Çocuklarının öldürülmesinin ardından suçlu ilan edilmek, saldırıya uğramak… Bütün bunlar insanları nasıl delirtmiyor, gerçekten anlamıyorum’ demişti sevgili Ece Temelkuran. Seçim sonuçlarıyla ilgili yorumu sorulsa bugün, ‘Bu insanlar delirmiş’ diyebilir belki de artık Ece. Dün akşam sonuçlar üç aşağı beş yukarı belli olduğunda, malum kitle ile kıvraklıklarıyla ‘kendilerini izleyen yılanın dahi belini kıranlar’ haricindekilerin ilk tespitleri bu yöndeydi zira: Bu insanlar delirmiş!
 
‘Delirme’ gibi gerçek dışı olacak bir yakıştırma yapmasam da dün akşam hem yakın çevrem hem de sosyal medya hallerinden hissettiğim duygu… ‘Acı veren/geri döndürülemeyecek bir kayıp sonrasında verilebilecek en doğal tepki’ olan ‘şok ve inkar’ haliydi bolca.
‘Aşırı üzüntü çektiği için kaybettiği kişinin ölümünü bir türlü kabullenmek istemeyen’ insanlar misali, sonuca bir türlü inanamayan, sonuçtan Seçim Bilişim Sistemi SEÇSİS’i sorumlu tutanların yanı sıra… Süratle normal evreleri atlayıp kaybın ‘patolojik evresi’nde sağa/sola, elbette kimi parti ve liderlerine öfke ve hiddet boca edenler de mebzul miktardaydı.
Şok ve inkar öyle baskındı ki, yüzde 9 artışın, yüzde 49’a vurmuş oy oranının çalınarak elde edilemeyeceği, eğer öyle olsa hepimizden kabul görmüş, önceki seçimde de canla başla çalışmış Oy ve Ötesi’nden yüksek ve belgeli itiraz geleceği, sandık başlarındaki her partinin müşahitlerinin çoktan çıngar çıkartmış olacağı düşünülemedi bile.
Oysa… Şok ve inkar dönemini sağ salim atlatıp bir sonraki evreye geçmekle… Daha bir hafta önce “Sabır… 2 Kasım sabahı tarihimizin bir dönemi kapanacak” diye yazıp dün akşam kıvraklık ve çeviklik dehası gösterenlere elbet erişemesek/yetişemesek de sorunun tespitini doğru yapmak, onarımın nasıl olacağını bulmakla yükümlüyüz artık. Memleketi terk etmek, başka ülkelere yerleşmek gibi bir planımız, plandan öte bunu gerçekleştirecek maddi gücümüz/çifte pasaportumuz ya da isteğimiz yoksa elbette…
 
Dün akşam seçim sonuçlarıyla birlikte ekranlarda izlediğimiz gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, anket şirketlerinin temsilcileri rakamları uzun uzun irdelediler, pek çoğu da değerli katkılarda bulundular. Bugün de gazetelerde köşe yazarları sürdürüyorlar neden/niçin/nasıl sorularının yanıtlarını bulmayı.
Kimimiz gerçeğin/sadece yalın gerçeğin peşindeyiz bu satırları takip ederken; kimimiz de yaramıza merhem olacak bir cümlenin, ‘işte bu’ dedirtecek, sarılabileceğimiz bir kelimenin.
İnkara sapmadan şoku yaşamış ve de atlatmış ama derin bir üzüntü/hüzün duyduğunu da saklamayan… Kendine iyi gelecek olanın ‘gerçek’ olduğunu bilen biri olarak ben de satır satır okuyorum yazıları/analizleri/yorumları. Satır aralarını. Dün akşam kendimce bulduğum en yakın sebebin ‘korku’ olduğu tespitiyle, Can Dündar’ın satırlarında karşılaşıyorum. 
(…) Başkentte 100’ü aşkın cana mal olan, Türkiye’nin en büyük katliamının üzerinden sadece üç hafta geçti. O üç hafta içinde birçok muhalefet partisi mitinglerini iptal etti. HDP lideri, bomba endişesiyle yurtdışına çıkmak zorunda kaldı.
İki seçim arasında bir yüksek ateş hali yaşadık.
Ve yüksek ateşli insanlar nasıl davranırsa, toplum da öyle davrandı.
Korku, seçmeni esir aldı.
***
Korkunun pençesine düşen toplumlar, örgütlü direnç imkânları yoksa kendilerini koruyacak bir güç odağına sığınmak ister.
Birçok diktatörlüğün doğum yeri, bu korku tünelidir.
Bu, korunaksız toplumların “masum” davranış özelliğidir.
Davutoğlu’nun bombalar sonrası AK Parti’nin oylarının arttığını söylemesi ilk işaretti.
PKK’nin de gönüllü dahil olduğu bir çatışma süreci ve birbiri peşi sıra patlayan bombalar, AKP’nin seçim zaferinin barutunu oluşturdu.”
*
Geçtiğimiz ay “psikanalizin Nobel’i” diye de tanımlanan Mary Sigourney Psikanaliz Ödülü’nü alan (ve bu ödülü alan ilk Türk bilim insanı olan) Prof. Dr. Vamık Volkan işaret etmişti ‘korku’ya. 82 yaşında ve hâlâ barış için çalışan Volkan, ödül nedeniyle kendisiyle yapılan ve Ankara katliamı sonrasına denk gelen röportajda Türkiye’deki ‘ruh katliamı’na değiniyordu. “Korku var Türkiye’de. Herkes korkuyor. Kimse bunları konuşamıyor. Hayır! Konuşmamız lazım” diyen ünlü bilim adamının, “Psikolojik ölümün daniskası bu. Bir de yas tutma meselesi var. Türkiye’de gerçek ölümle psikolojik ölüm bir araya gelmiş” sözleri de çarpıcıydı; ‘nasıl yani’ diye soran gazeteciye verdiği cevap da:
“Kaç kişi öldü Türkiye’de son 20 yıl içinde? Diyelim ki 50 bin. Kaç tane anne babası, arkadaşı, kardeşi var bu 50 bin kişinin? Bakın Türkiye’de milyonlarca kişi yas tutuyor. Fakat yas tutmak da paramparça ediliyor. Normal yas tutmak başkadır, travma içinde yas tutmak çok başka bir şeydir. Çünkü öfke var, çaresizlik var. Bazı halledemediğiniz hisler var. Bu psikolojinin değişmesi gerekiyor. Ölenlerin nereye bağlı, hangi taraftan olduklarına bakılıyor Türkiye’de. O vakit, hep birlikte yas tutulmuyor. Yas da kutuplaşmayı derinleştiriyor. İşte bu, travmalı yas hali.”
*
Koalisyondan korkmadığını 7 Haziran sonuçlarıyla kanıtlayan, 5 ay sonra yaşananlar ve yaşatılanlardan sonra ‘tek partiye/istikrar’a savrulan/sarılan kitleyi ‘cehaletle, akılsızlıkla’ suçlarsanız eğer, “7 Haziran’daki sonuçlara bakıp güzelleme yapan da sendin” diye hatırlatırlar adama.
Ne “Bu ülkeye bu kadar orman fazla, daha çok maden ruhsatı verilmeli. Üç nükleer santral yetmez, en az 8 tane olmalı... Termik santral sayısı iki katına çıkmalı... Tek zeytin ağacı kalmamalı... Akarsu olan her derin vadiye bir ya da birkaç baraj inşa edilmeli... Bütün ulusal parklar imara açılmalı, her ormanın içinden otoyol geçirilmeli ki rahatça fabrikalar kurulabilsin. Hizmet edenin komisyonunu alması makul karşılanmalı...’Fıtrat’ gerçeği artık kabul edilmeli... Herkes tevekkül etmeli... Hak aramaktan vazgeçilmeli. Devlet ne verirse teşekkür edilmeli... Bugünkü seçimlerde halkımızın verdiği mesaj özetle budur” diyen öfkeye…
Ne de “Hazirandan sonra muhalefet bir Meclis Başkan'ı seçip hırsızlıkların üzerine gidebilseydi, TBMM'yi çalıştırıp yolsuzlukları, pislikleri deşebilseydi bu gün koşullar çok farklı olacaktı” diyen ‘keşke’lere ihtiyacımız var bugün.
5 ayda 700 can gittiyse canımızdan ve can/mal korkusu ecele değilse de AKP’ye fayda sağladıysa durup düşüneceğiz hep birlikte.
‘Çaresizlik’ girdaplarına kapılmadan, şimdiki muhafazakar iktidarın ağzında başka anlamlar kazanmış/kapanın elinde kalmış ‘vicdan, adap, ahlak’ gibi çiğnenip tükürülmüş kelimelerin üzerine takılmadan, gerçek tespiti yapmaya ihtiyacımız var diye düşünüyorum.
Kendinizi zaman zaman ‘Ölüler Ülkesi tanrılarının sonsuza dek taş yuvarlamaya mahkûm ettiği’ Sisifos gibi hissetseniz de…
‘Şiir perisi’ Miryam Şulam’ın dediği/sorduğu gibi
“sessizlikte...şaşkınlıkta...haykırışta büyük hüzün var gibi...
fısıltıda bir ses 'umudunu yitirme' dedi...
'insan kal... insanca yaşa... insana güven' dedi...
başka çaremiz var mı?”