GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
4 Kasım 2015 Çarşamba

Senin derdinin dermanı içindir kardeşim…

Herkes bir ucundan başladı konuşuyor/yazıyor ama… Kimse birbirinin hikayesini dinlemiyor henüz. Kulaklar duymak istenilene kilitlenmiş vaziyette.
Herkes kendine benzeyeni, kendi gibi düşüneni arıyor aslında ve zafer çığlıkları atanların, işi bayağılaştırıp ‘nasıl da koyduk’ diyenlerin haricinde…
Ülkenin yarısı fena dağılmış halde.
Bunu görmek/hissetmek için alim olmaya ihtiyaç yok üstelik.
Gir sosyal medyaya, bak paylaşımlara, anla.
Ya da yolda ilk karşılaştığın birine sor, anlatsın sana ‘1 Kasım akşamından bu yana’yı yana yakıla.
Oysa pek çoğumuz ‘kumaş bu’ demişizdir en azından bir kere.
‘En tarz’ giyinenin seçildiği programa şöyle bir bakarken, önce birbirlerini aşağılayan gencecik kızların sonrasında da jüri önünde rendelenişlerine utanarak şahitlik ederken demişinizdir hiç değilse.
Ya da ne bileyim adalet dağıtan(!) cinayet çözen bir sabah programında… Asla ve kat’a yabancı erkek eli sıkmadığını söyleyen, kocası öldürülmüş, görüntüsüyle ‘ben dindarım’ diyen genç bir kadının, sevgilisini itiraf edişini ve kaynıyla da aşna fişneleştiğini dillendirenlere verdiği şüpheli cevapları dinlerken… ‘Kumaşımız bu’yu mırıldanmışızdır.
‘Kumaş bu’ da…
Kumaş dediğin bin bir çeşit.
Örmesi var, dokuması var, dokusuzu, su geçirmezi var. Keteni pamuklusu, yünlüsü, ipeği, angorası, kaşmiri, akriliki, lateksi, naylonu, polyesteri…
Dokuma türüne göre balıksırtı olanı var, etamini, sateni, poplini, jakarı, panaması, gabardini, poplin olanı.
Kimi esnek, kimi havadar, kimi yumuşak, kimi katur kutur, kimi akışkan, kimi ter tutmaz kimi yakar, kimi üşütür, kimi su geçirmez. Kimi tiril tiril durur, kimi buruş buruş… Kimisi doğal, kimisi sentetik/yapay... Kimisine iğne batmaz, kimisi çuvaldız ister. Bazısı elbiseye gider, bazısı smokine, kiminden ceket olur, kiminden kefen bezi.
Bu kadar çok çeşidi, hangi kumaşla hangi giysinin dikileceğini en iyi terzi bilir. Ölmeye yüz tutmuş bir meslekten kendinize ne kadar pay çıkarırsınız? Hanginiz hadi kumaşı tanıdınız diyelim, biçip dikebilirsiniz?
Hiç uzun etmeyeyim sevgili kardeşim. Biz, her birimiz, tanımadığımız kumaşlara hayali elbiseler diken terzileriz… Şimdi ortaya çıkan ve bize garabet görünen, üzerimize uydurulmaya çalışılan giysilerden fevkalade mutsuz, kırılmış, küskün, ne yapacağını bilemeyen kalabalığız. Konfeksiyondan çıkmış kalabalığa bakıp, ‘nerde bunun işçiliği, nerde bunun özgünlüğü, nerde bunun özelliği’ diye kahrımızdan dişlerimizi sıkmaktayız. Tanımadığımız kumaşlara elbise biçmeye kalkıştığımızı, tanımaya çalışmadığımızı unutarak, belki de hiç bilmeyerek hem de…
Yılgınız şimdi. Tenimizden kırgınlık fışkırıyor, kızgınlık, umutsuzluk. Güvendiği dağlara kar yağarken çıplak… Yenilmişlik duygusu taaa iliklerin içine işlemiş, ayazda kalmış gibi soğuk…
 
Önce kumaşı tanımaya çalışmak… Sonra ölçü almayı bilmek… Prova yapmak, biçmek, dikmek, tekrar tekrar elden geçirip hatasını kusurunu düzeltmek, ilmek ilmek örmek…
Çok istemek ve bunun için çok ama pek çok çalışmak…
Altından kalkması zor, hiç kolay değil biliyorum da… Bil ki imkansız değil.
Önce kendine gelmeyi bekle hele. Acele etme. Neyin sana iyi geldiğini/geleceğini, ancak sen bilebilirsin.
İster tak takıştır, inadına çık sokaklara, ister bas müzik çalarına, efkar karmasına dal bi ufak eşliğinde. Ya da kitaplara gömül ya da ardı ardına filmlere vur kendini.
Saatlerce yürü. Ya da ufka bak veya yerdeki karıncalara. Karıncalar iyidir mesela, cüsselerine bakmaz, her engeli aşarlar. Devasa ayağını koy önüne, illa ki bir yol bulup giderler, giderken kayıplarını da sırtlarında taşırlar.
Yine de sana iyi geleni sen bul. İç’ine dön, iç’ine danış. Uzun süredir bu gürültüde duyamadığın sesini dinle, ona kulak ver sessizlikte. Sonra dönersin yine. Ama sakın akvaryumun ortasına konulan cama hiç durmadan çarpıp cam kaldırılınca karşı tarafa hamle yapmaktan kendiliğinden vazgeçen balıklara benzeme!
“Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim” diyorsun ya… Sen Kavafis’i dinle.
“Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de…”
 
En az senin kadar kederli, en az senin kadar üzgün ama bazen sendelese de asla umutsuz/hedefsiz yaşamamış bir dosttan, son bir söz daha sana.
‘İnsan’ olduğun için, için acıyor yanıyor ya. Tercihin hala ‘insan’ kalmaktan yanaysa, ‘insan, en çok severken insandır’ı sakın ola unutma…