GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
8 Şubat 2016 Pazartesi

Tut kelin perçeminden!

Neresinden tutsan elinde kalan bir konuda yazmak yerine CHP’de oynanan ‘biri tutmuş, biri kesmiş, biri pişirmiş, biri de hani bana hani bana demiş’ tadındaki vodvili uzaktan izlemeyi yeğlemiş biriydim oyunun baş kahramanesi Aylin Nazlıaka’nın ‘tarihi savunması’nı(!) okuyuncaya kadar.

Bendeki hissiyatı hep ‘evde gün yapacağıma gider partide günümü gün ederim’ olmuş… Gökçekgillerin tepelemeye doyamadığı CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka, Atatürk portresinin duvardan indirilmesi tartışmalarının baş aktristi olması sebebiyle Yüksek Disiplin Kurulu’na sevk edilince, müthiş bir demeç patlattı biliyorsunuz. “Dreyfus da daha öncesinde yanlış bir şekilde yargılanmıştı ama tarih ona karşılığını verdi” dedi!

Ağız dolusu güleyim mi, ağız dolusu söveyim mi bilemediğim bu benzetme için önce derin bir nefes… Sonrasında da sanırım bir bilgi tazelemesi gerekiyor ki, tarihçi İlbey Ortaylı’nın bir yıl kadar önce köşesinde yer verdiği bu konu iyi bir adres.

Nazlıaka’nın adres gösterdiği/kendini özdeşleştirdiği ‘Dreyfus davası’ ile ilgili şöyle yazıyordu İlber Hoca:

“(…)Avrupa toplumları 16’ncı yüzyıldaki St. Bartolemi katliamı, 1618-1648 arasında Almanca konuşan ülkeleri kapsayan Protestan-Katolik kavgasıyla, yani 30 yıl savaşlarıyla sarsıldı. Fakat aynı toplumun bireylerini de dini ve etnik nedenlerle değil, düpedüz ideolojik eksen etrafında birbiriyle kapışması galiba daha çok yakın zamanların Fransa’sına mahsustur. 1871 Paris Komünü komünist devrimin miladı sayılır. Fransa gerçek anlamda ikiye ayrılmıştı; Versailles’da üslenen ve işgalci Almanya’dan çok Paris’in içinde mevzilenen komün devrimcilerini düşman bilen bir Fransa vardı. Komün yenildi.

Hiç umulmadık bir olaysa 1894 yılında Yahudi asıllı bir yüzbaşıyı grotesk, düzmece, gülünç bir mahkeme sonucu vatan haini olarak cezalandıran işlemle başladı. Yüzbaşı Alfred Dreyfus genelkurmayda çalışan düzgün bir subaydı. Bazı Fransız silahlarının yeni teknik özelliklerini Almanlara bildirmekle suçlanıyordu. Guyana açıklarındaki Şeytan Adası’na müebbet hapis mahkumu olarak gönderildi. Ortalık alevlendi fakat bir müddet sonra sükûnet avdet etti. Dreyfus’ün uğradığı haksızlık unutulacak gibiydi.

Dört yıl sonra 13 Ocak tarihli L’Aurore gazetesi, ünlü yazar Emile Zola’nın ilk sayfayı kaplayan makalesi ile yayımlandı. “J’accuse! / İtham Ediyorum!” başlıklı makale yüzbaşının masumiyetini savunuyor,  genelkurmayı ve yargıçları suçluyor ve yeniden yargılama istiyordu. Böylelikle Dreyfus’ü tutan ürkek kalabalığın vicdanını Emile Zola seslendirmişti. Kendisine, yakın gelecekteki Fransa’yı yönetecek Clemanceau, Jean Jaures gibi politikacılar da destek oldu.

Zola bir sosyalist miydi? Evet. Laikti, edebiyattaki rolünü, ünlü Marksist Plehanov “natüralist materyalizm” diye betimleyip adamakıllı tenkit eder. Ordu onu mahkemeye verince, Zola mahkum edildi, temyiz safhasından önce de İngiltere’ye sığındı.

Sokak birbirine girmişti. Aileler bile bölünmüş, kardeşler birbirine düşman olmuştu. Din ve laiklik, kozmopolitizm ve aşırı milliyetçilik, Fransız İhtilali’nin getirdiği kardeşlik ilkeleriyle ortaçağdan kalma Yahudi düşmanlığı birbirine girmişti. Fransa’nın bu halini seyreden Avusturyalı Yahudi gazeteci Theodor Herzl kararını verdi; kendisinin de savunduğu laik, dini önyargılardan kurtulmuş bir toplum pek gerçekleşemeyecekti. Hele Yahudiler için bu söz konusu olamazdı. Çözüm Yahudi Devleti’nin kurulmasındaydı. “Juden Staat / Yahudi Devleti” tezini çok geçmeden bastırdı. Avrupa’nın kibar ve okumuş Yahudi çevrelerinde taraftar bulamadıysa da Doğu Avrupa Yahudiliği kendisini alkışladı. Fransa’da Dreyfus olayı ve güçlenen antisemitizm modern siyonizmi yaratmıştı.”

*

Hukuk skandalı olarak tarihe geçen, Yahudi düşmanlığının tohumlarını atan, tarihte dinsel ırkçılığın doruk noktasına ulaştığı ender olaylardan birisi olan Dreyfus olayını kendi dedikodu malzemesiyle özleştiren… Verdiği örnekle, fikirlerini paylaşmadıkları ya da tanımadıkları insanlar için bile adaleti sağlamak uğruna yaşamları pahasına her türlü zorbalığa direnen namuslu insanların hatırasına saygısızlığın önde gidenini yapan bir milletvekili...

O dedikoduya şahit olup bunları anında önce bir haber portalına yetiştiren… Bununla da yetinmeyip bahsi geçen ‘Atatürk düşmanının’ İzmir Milletvekili Zeynep Altıok olduğu gibi bir algının yerleşmesi, böylece linç güruhunun devreye girmesi için basındaki kimi hazır/nazır kalemleri harekete geçiren.. Ve ortaya çıkan tabloyu kıs kıs gülerek, ellerini oğuşturarak izleyen, MHP’ye kapağı atmak için uygun koşulları kollayan bir başka İzmir Milletvekili…

Haftalardır köşe sakızı olmuş bir konuyu, uhulet ve suhuletle savuşturma/yatıştırma/aydınlatma becerisini gösteremeyen, televizyonda bir haber programının 20 dakikasını bu olaya ayırmak zorunda kalan bir parti genel başkanı…

Hadisenin bu kez hiç de gülemediğimiz ‘Seferoğulları’ ile ‘Tellioğulları’ didişmesi haline dönüşmesine sahici bir el atamayan parti yönetimi…

Sonuç? Tut kelin perçeminden…

Kel o kadar ortada ki, bir Emile Zola çıkmasını beklemeye bile hacet yok.