GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
15 Aralık 2015 Salı

‘Milli Birlik ve Kardeşlik’ projeniz bu mudur?

“Van Gölü’nün kıyısında oturmuş, elimde viski, ‘ne olacak bu Nişantaşı’nın hali’ diye düşünüyorum” diyordu Gezi isyanı sırasında bir caps’te…
Yüzümüze çarparak gülümseten, hala aklımızda kalmış bir diğeri ise ‘Batı’ya gitmeyin, Batı çok karışık’tı.
Penguen medyasını işaret eden en çarpıcı capslerden biri de ‘Kürtlerin niye iki çanak taktırdığını şimdi anlıyorum’du…
Şimdi biz, hiçbir şey yokmuş gibi sürdürdüğümüz hayatlarımızda, günlük rutin koşuşturmalarımızda…
Mesela İzban’ın yine niye geciktiğine, yine çok kalabalık olduğuna mızmızlanırken…
Cebimizi delip geçmeye ramak kalmış su faturalarına isyan edip bir yandan da ‘Yandaş medya İzmir’e laf ediyordu, oh işte Melih yapmış yapacağını, suda zam rekoru kırmış’ diye bıdılarken…
Ya da ne bileyim, yılbaşı telaşına kapılmış, kime ne alınacağını, hangi sosyal sorumluluk kermesine gidileceğini, kime ‘kırmızı don’ alıp kime kuş konduracağımızı hesaplarken…
Beşiktaş’a, Fener’e zıplarken, lig yarışını kimin göğüsleyeceği üzerine geyik çevirirken…
Veya çok daha ciddi(!) konularla, mesela ‘CHP İzmir’e kimin il başkanı olacağı’ üzerine iştigalde bulunup kulislere dalıp dalıp çıkarken…
Orada… O çok uzak ilçelerde… Gitmesek de kalmasak da bizim olduğunu çığırdığımız köylerde silahlar, mayınlar, roketler patlıyor, kan akıyor durmaksızın.
Asker, polis, çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek ölüyor, öldürülüyor.
Silahların ortasında kalmış, kaçmaya çalışırlarken vurulmuş sivillerin haberleri geliyor.
Kordon’da ya da Boğaz’da deniz kıyısında oturmuş, elimde viski, ‘Ne olacak bu Doğu’nun hali’, ‘Doğu’ya gitmem, Doğu çok karışık’ capsleri dönmüyor.
En güzel sesin, en tarz giyinenin, en arızalının seçileceği yarışmalardan kafayı kaldırıp ‘Kürtlerin niye iki çanak taktırdığı’ sorusunu sormak akla gelmiyor belki ama…
Ne kadar gözlerimizi kapasak da…
Ne kadar kulaklarımızı tıkasak da sosyal medya var ya…
Ara ara düşüyor orada gözlerimizin önüne. Gören gözler bakmaya utanıyor. Sanki Filistin’den ya da ne bileyim Irak’tanmış gibi duvarları delik deşik olmuş, camları parçalanmış evlere.. 
 
Bu ülkede 16 Ağustos ile 11 Aralık tarihleri arasında 7 farklı kentin 17 ilçesinde 52 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
Son 4 ayda, Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Hakkari ve Muş’a bağlı ilçelerde sokağa çıkma yasağı uygulanan gün sayısı 170’i geçti.
Diyarbakır’ın Sur ve Silvan, Mardin’in Nusaybin, Şırnak’ın Cizre gibi çatışmaların yoğun olarak yaşandığı yerleşim yerlerinden 200 binin üzerinde insan göç etti.
Şırnak’ın Cizre ve Silopi ilçeleriyle, Mardin Nusaybin’de dünden itibaren yine sokağa çıkma yasağı getirildi.
Burada rehavet, orada vahamet arttı; nihayetinde Cizre ve Silopi’de görev yapan 3 bini aşkın öğretmene milli eğitim müdürlükleri tarafından gönderilen cep telefonu mesajıyla –hizmet içi eğitim bahanesiyle- bulundukları yerleri terk etmeleri istendi.
 
Neler oluyor, ne oluyoruz böyle?
Haberdar.com’da, üç gündür ‘hendek ve barikatları anlama rehberi’ yazan, habercilik reflekslerine, adilliğine her zaman güvendiğim İzmirli meslektaşım Celal Başlangıç’ı okuyorum. 3 günlük yazı dizisinin bugünkü bölümünde şöyle diyordu Celal.
“Kentin üzerinden simsiyah dumanlar yükseliyordu.
 Çarşıda bütün işyerleri neredeyse yerle bir olmuştu.
Kimi yanmış, yıkılmıştı ama ayakta duranlar arasında da mermi değmemiş tek bir ev kalmamıştı.
Günlerce taranmıştı kentin dört bir yanı. Sonunda "yalan" olduğu anlaşılan "PKK baskını" bahanesiyle yakılarak, yıkılarak, taranarak, top atışına tutularak haritadan silinmek istenmişti koskoca bir ilçe.
Silahlar susunca, tam 18 cenaze çıktı Lice'den.
Bunlardan biri de bölgede öldürülen en üst rütbeli subaydı; Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın.
22 Ekim 1993'te Tuğgeneral Aydın'a yapılan suikast sonrası başlamıştı Lice olayları. Sözüm ona PKK'nin yaptığı bir suikast sonucu öldürülmüştü general. Bunun üzerine yakılıp yıkılmıştı Lice.
Günler süren çatışmadan sonra Lice'de yaşananları "Vahşeti gördüm" diye anlatan o kabus günlerin tanığı öğretmen Mahmut Cantekin olaylar bitince karşılaştığı bir meslektaşına nasıl kurtulduğunu sorar. Aldığı yanıt şaşırtıcıdır:
"Bilirsin Cumhuriyet İlkokulu, Emniyet müdürlüğüne yakındır. Polisler, emniyet müdürlüğünün üstündeki lojmanlarda oturuyorlar. Polislerin, subayların çocuklarının hepsi bizim öğrencilerimiz. Olay başlamadan subay ve polis velilerimiz okula geldi. Çocuklarını alırlarken bizi uyardılar: 'Biraz sonra Lice yakılacak. Öğrencilerinizi eve gönderin. Siz de evi sağlam olan arkadaşlarınızın evine gidin. Olay çok büyük olacak'. Biz öğretmenler acil toplandık… Çocukları evlerine gönderip, okulu terk etme kararı aldık. Diğer okulları uyarmak istedik. Telefonları kesmişlerdi…"
 
Devam ediyor Celal Başlangıç:
“Tanıdık geldi değil mi? Dünden beri Cizre'de, Silopi'de yaşananlarla, bundan tam 22 yıl önce Lice'de yaşananlar ne kadar da benziyor birbirine.
Elbette o yıllarda cep telefonu, SMS mesajı atma olanağı olmadığı için 1993'te Lice'de öğretmenler yaklaşan felaketi okuldan çocuklarını almaya gelen subay ve polis olan velilerin verdikleri haber üzerine öğrenmişlerdi.
İşte o günden bu yana Türkiye Cumhuriyeti Devletinin "Kürt sorunu" konusunda aldığı mesafe bu!
Bu sefer devlet, Cizre'de ve Silopi'de yaşanacak olan kabusu bir gün öncesinden cep telefonlarına gönderdiği SMS'lerle öğretmenlere haber verdi.
Milli Eğitim Bakanlığı, Cizre'deki öğretmenlere resmen "Gidin" diyordu:
 "Tüm öğretmen ve idarecilerimiz bakanlığımız tarafından 14.12.2015 tarihinden itibaren hizmet içi eğitime alınmıştır. Öğretmenlerimiz seminerlerini memleketlerinde alabilirler."
Silopi'deki öğretmenlere ise Milli Eğitim'in "tavsiyesi", "üç gün ortadan kaybolun" şeklindeydi: Merkez okullarda görev yapan öğretmenler 14-15-16.12. 2015 tarihlerinde hizmet içi eğitime alınacağından belirtilen tarihlerde okullar tatil edilmiştir."
*
16 Ağustos'tan bu yana yedi kentteki 17 ilçede, 50 kezden fazla ilan edilen sokağa çıkma yasaklarından etkilenen nüfusun toplamı 1.5 milyona yaklaşıyor.
1.5 milyon insan can ve mal derdinde. Kış günü ellerine aldıkları iki bavul, iki denkle yerlerini yurtlarını -hiç değilse canlarını kurtarmak için- terk etmek zorunda kalmışlar; bizimse tek yapabildiğimiz (o da bir kısmımızın) sosyal medyada haberleri/görüntüleri like’lamak, paylaşmak, retwetlemek…
Çok örgütsüzüz. Çok sindirildik. Çok korkuyoruz. Çoluk çocuğumuz, bi dünya derdimiz, kaygımız, endişemiz var. Kaşını kaldırdın soruşturma, laf soktun mahkeme, itiraz ettin hapishane. Hepsine eyvallah da…
O karanlık, o ne olduğunu bilemediğimiz O HAL, buralara, Batı’ya gelmez mi sanıyorsunuz?
Ne zaman unuttunuz Gezi’de gözü çıkarılan çocukları, dövülerek öldürülen gençleri, sokak aralarında sopalarla genç avına çıkmış karanlık güçleri, kafaya göze sıkılan plastik mermilerden korunmak için kurulan barikatları?
Adına ister çatışma de, ister terör, ister savaş; Doğu’da/Güneydoğu’da dağlarda yaşanmıyor, adı her neyse o artık şehirlerde/ilçelerde/köylerde.
Ve bu adı ‘her neyse’nin, daha çok kanla, daha çok kavgayla, daha çok sertleşmeyle düzeleceğine inanan var mı aranızda?
Bu kan 30 yılı aşkındır akıyor; gözümüzün önünden de yıllardır verilmiş demeçler/klişeler/beylik cümleler:
 
"Devlet eşkıyaya pabuç bırakmaz, huzurlu olun." (Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ, 24 Mayıs 1986)
 
"Hainler mutlaka hüsrana uğrayacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın." (İçişleri Bakanı Yıldırım Akbulut, 2 Mart 1987)
 
"Devletimiz güneydoğudaki her türlü şer'in üstesinden gelebilecek güçtedir. Bu hainane teşebbüsleri, hareketleri yapanlar er geç pişman edilecektir." (TBMM Başkanı Necmettin Karaduman, 13 Ağustos 1989)
 
"Bu katil eşkıyalar nerede olurlarsa olsunlar hak ettikleri cezayı göreceklerdir. Belki yaptıklarından pişman olmaya bile vakitleri olmayacaktır." (Başbakan Mesut Yılmaz, 7 Ekim 1991)
 
"Eşkıyanın defteri er geç dürülecektir. Artık her türlü ok yaydan çıkmıştır." (Milli Savunma Bakanı Barlas Doğu, 25 Ekim 1991)
 
"Irak sınırında kuş uçmayacak." (Başbakan Süleyman Demirel 10 Eylül 1992)
 
"PKK Kuzey Irak'ta barınamayacaktır." (İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, 22 Haziran 1992)
 
"PKK'yı süpüreceğiz. Uzun süredir önemli planlar ve stratejiler üzerinde çalışıyoruz. Uygulamaya da geçiyoruz." (Hükümet Sözcüsü Yıldırım Aktuna, 23 Ekim 1993)
 
"Bu kış PKK'nın tüm kadrolarına büyük darbeler vuracağız. PKK'nın tüm kadrolarına büyük darbeler vuracağız. PKK'nın lider kadrosu yok edilecek. Hatta o örgütün başı dahil." (Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş, 10 Kasım 1993)
 
"PKK işi baharda bitecek." (Başbakan Süleyman Demirel, 21 Mayıs 1994)
 
"PKK'yı imha harekatı karşısında teröristler panik içindedir." (Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, 21 Mayıs 1994)
 
"PKK teröristleri Güneydoğu'nun her yerinde zemin kaybediyor." (Başbakan Tansu Çiller, 9 Nisan 1996)
 
"Teröre çok güzel bir darbe vurulmuştur." (Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, 21 Ekim 2007)
 
"Bu cinayet şebekesinin çökertildiğini göreceksiniz." (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 16 Ağustos 2011)
 
"Sınırlarımız içinde tek bir terörist kalmayana kadar mücadelemize devam edeceğiz." (Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 11 Ağustos 2015)
 
"Gerektiğinde de çok şedit bir şekilde kafalarını ezeceğiz." (İçişleri Bakanı Selami Altınok, 2 Eylül 2015)
 
"Dökülen her kanın hesabını soracağız" (Başbakan Ahmet Davutoğlu, 8 Eylül 2015)
 
Bunlara değil… “Evet ben korkuyorum ama hiç bir şey yapmamanın utancını taşımak istemiyorum. Çünkü her şey bittiğinde yapılan zulüm değil, bizlerin sessizliğidir hatırlanacak olan, acıtacak olan…” diyen vicdanlı seslere… Sosyal medyadan yankılanan şu çığlığa kulak verin:
“Bir devlet, kendi ülke sınırları içinde kentleri tanklarla kuşatıyorsa bunun adı, ‘terörle mücadele’ değildir...
Böyle basma-kalıp sözlerle sessiz kaldıkça bizler, oradan yükselen çığlıklar Kadıköy'deki bu evin duvarlarında yankılanacak... Adana'da, Denizli'de, Çorum'da sokaklara işleyecek...
Her birimizin içini yakacak... Bir gün sıra bize gelecek... Ne olur çok geç olmadan yükseltin sesinizi...  Çok geç olmadan, ‘artık yeter’ diye bağırın... Barıştan başka bir çıkar yolumuz yok, ne olur görün bunu...”
 
Barıştan başka çıkar yolumuz yok, ne olur görün bunu! ‘Savaşa hayır’ deyin, hemen şimdi barış isteyin!