GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
29 Aralık 2015 Salı

Cumhuriyet ‘son kale’yse, İzmir burcu niye yıkıldı?

25 Ekim 2013 “Çıkan Kısmın Özeti” başlıklı Cumhuriyet’teki ilk yazısında (25 Ekim 2013) diyordu ki Can Dündar…
“… Şimdi yeni bir şehirde, yeni
bir evde, yeni bir gazetede, yeni
bir hayata başlıyorum.
Gerçek anlamda ömrümün geri kalanının ilk günü bugün...
Üniversitede, suç delili niyetine ve inadına logosu görünecek şekilde cebimde
taşıdığım gazetede, “ustalar meclisi”nde ilk günüm...
Nemrutlar yine Cumhuriyet’i soracak, bu kez “Yazarım” diyeceğim.
Bağımsızlığıyla, patronsuzluğuyla övüneceğim.
“İnsan yaşadığı yere mi benzer, yoksa kendine mi benzetir yaşadığı yeri” bilmiyorum.
Öfkesinde boğulmaya namzet bir despotluk devrinde, devrilen korkak kaleler şehrinde, cesaretin “son kale”lerinden birinde mevzilenmeye geliyorum.
Mevzilenelim ki, bir halk gülebilsin diye... Merhaba!”
30 Aralık 2014’te “Karanlık bir Yılı Noktalarken” de…
“…Karanlık bir yıl geçirdik biz de… Yumruklarımız sıkılı; suretlerimiz gergin…
Gecenin daha da uzayacağına inananlar yılgın…
Lakin engel tanımayanlar, karanlıkta da görmenin, karanlığı yenmenin yollarını biliyor.
Siyahın baskısının ilelebet sürmeyeceğini, kara bulutları ebemkuşaklarının deleceğini görüyor.
Okuduğumuz tarih kitapları da, usta ressamların tabloları da aynı şeyi söylüyor.
İyisi mi siz de aşın engelleri; karanlığın baskısına karşı, sanatın, kitabın, inancın, direncin, ümidin ipine sarılın.
Güneşe tırmanan merdivenimizin kılavuz ateşböcekleri onlar; ki bizi yarının rengârenk seherine çıkaracaklar.
Hepinize mutlu yıllar!” diye yazıyordu Can Dündar…

10 Şubat 2015, bir süredir basın camiasındaki fısıltıların yazılı teyidinin yapıldığı gündü. Cumhuriyet’teki köşesinden duyurdu Dündar.
“…Dün, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu’nun genel yayın yönetmenliğim için görev çağrısını alınca, Konur Sokak günlerine döndüm.
Karşı balkondan gıptayla baktığım, zorlu günlerdeki cesaretine hayran kaldığım, yazarlarını örnek aldığım Cumhuriyet’i düşündüm.
Şimdi, 12 Eylül’dekine benzer bir baskı döneminde, yine suskunluğa bürünmüş, havuzlarda boğulmuş bir medya düzeninde, özgür, bağımsız basının son kalelerinden birinde, eskisi gibi tehditlerle, baskılarla, davalarla yıldırılmaya çalışılan o gazetede, üstelik tarihi öneme sahip bir seçimin hemen arifesinde sorumluluk üstleniyorum.
Arkamızda milli mücadeleyle başlayan bir tarih ve bir büyük gelenek var.
Yanımızda, Gezi ruhuyla canlanmış, gençleşmiş, güçlenmiş mücadele azmi...
Başucumuzda, bize ışığıyla yol gösteren, yitirdiğimiz ustaların fotoğrafları...
Bize düşen, sâri bir hastalık gibi yayılan umutsuzluk, yılgınlık dalgasını kıracak bir cesaretle, gazetenin -istisnasız- bütün birikimini sahiplenip seferber etmek, onu yeniliklerle beslemek, dayanışma içinde, daha geniş kitlelere ulaştırmaya gayret etmek...
35 yıl önce, Cumhuriyet manzaralı bir büroda mesleğe ilk adımlarını atan o stajyer muhabirin heyecanıyla başlıyorum işe.. Aynı kararlılıkla, aynı inançla...”
 
02 Mart 2015’te ‘Geri sayım başladı’ diye yazıyordu.
“Bu hafta sonuna doğru önce Cumhuriyet’in reklamlarını televizyonlarda görmeye, radyolarda duymaya başlayacaksınız.
Ardından 8 Mart Pazar günü, Cumhuriyet, baştan sona yenilenmiş yüzüyle çıkacak huzurunuza…
Yeni sayfalar, imzalar, diziler, ekler, haberler, sürprizler gelecek birbirinin peşi sıra…
Cumhuriyet’e gönül verenler, destek de verecek.
Cumhuriyet konuşacak, konuşulacak, konuşturacak.
Konuşuldukça, Cumhuriyet’in değerleri, ilkeleri, geleneği, çağdaş, yenilikçi, modern bir anlayışla geleceğe taşınacak.
Yeni okurlara açılacak Cumhuriyet... Toplumun daha geniş kesimlerine ulaşacak. Ona uzak duranlara da kendini tanıtacak. Hafta sonları kotunu giyip “Sokak”a çıkacak. Kadınlarla, gençlerle, sözü olan, ama sesini duyurmakta zorlanan kimsesizlerle buluşacak.
Tarihi bir seçime giderken bilinen çizgisini, demokrasiyi, laikliği, insan haklarını, özgürlükleri, daha da cesur bir tonda seslendirmeye, savunmaya devam edecek.
Muhabirinden editörüne, tasarımcısından köşe yazarına kadar hepimizin ortak hedefi bu…”

9 Mart 2015, pastalı, kahkahalı bir fotoğrafın, ortak hedefin etrafında kenetlenmiş bir ekibin, yenilenmiş, matbaadan getirildiğinde heyecanla kapışılan Cumhuriyet’in öyküsü vardı Can Dündar’ın köşesinde. “İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, yazarımız Hikmet Çetinkaya, yazı işleri ekibimiz, editörlerimiz, muhabirlerimizle birlikte, üzerinde ‘Cumhuriyet yeniden’ yazan pastamızı keserek kutladık” diyordu Dündar.

Okurların telefonla ‘eski ilkelerini gençleşmiş elbisesi içinde daha kararlılık ve cesaretle savunan Cumhuriyet’i kutladığını, cesur gazetecilik örnekleriyle yola devam edileceğini’ duyuruyor, yeni Cumhuriyet’in “Ege ve Ankara’da, haftalık ekler yerine her gün yerel haberler veren bir köşeye kavuşacağını, diğer yeniliklerini de birbiri peşi sıra sergileyeceğini, 90’ına gelmiş bir gazetenin, zorlu koşullar altında bile ne kadar genç durabildiğini, ne kadar enerjik olabildiğini göstereceğini” müjdeliyordu.

Bugün… 29 Aralık 2015’te… Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ın Ankara Temsilcisi Erdem Gül ile birlikte, “örgüte üye olmadan bilerek ve isteyerek yardım etmek”, “siyasi ve askeri casusluk”, “gizli kalması gereken bilgileri açıklama” suçlarından tutuklanmalarının 33. gününde… Cumhuriyetin bir kalesi daha düştü İzmir’de…
49 yıllık Cumhuriyet İzmir Bürosu kapatıldı, İzmir temsilciliği lağvedildi, 10 basın emekçinin işine son verildi.

Tirajını ve ilan gelirini Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerden alabilen Cumhuriyet Gazetesi’nin; İstanbul Merkez’i saymazsak Ankara’yla birlikte var olan iki bürosundan birini İzmir’i kapatmasını, bu kapatmanın gerekçesi olarak ‘ekonomik zorluklar’ın gösterilmesini anlamak zor elbet. İnanmak ise neredeyse imkansız…
 
Kadroları eksilterek yenilenen, eksiltmelere rağmen kadroları teliflilerle birlikte 300’ün üzerinde olan bir gazetenin ekonomik sıkıntı çektiğini… İktidar baskısının bütün muhalif yayınlar gibi Cumhuriyet’in gelirlerine de yansıdığını… Kamu kaynaklarının çoktandır sadece ‘havuz’a aktığı gerçeğini hepimiz biliyoruz. Anlıyoruz da.

Anlayamadığımız… İzmir’de denenebilecek pek çok yol/yöntem varken, potansiyel tiraj ve gelir getirecek Türkiye’nin aydınlık yüzlü bir şehrinde, son yapılacak hamlenin devreye sokulmuş olması…
Cumhuriyet Gazetesi’nin 49 yıllık İzmir bürosunu kapatması,
İki gün içinde büronun boşaltılması ve gazete tabelasının 31 Aralık’ta indirilecek olması, binanın satılacak (hatta satılmış) olması, tasarrufla izah edilebilecek bir hamle değildir.
Bunu İstanbul merkez yönetiminin beceriksizliğine bağlamak da mümkün…
Ardında hangi hesap ve planların olduğu yönünde pek çok tahmin yürütmek de…
 
İcra Kurulu Başkanı avukat Akın Atalay tarafından İzmir Bürosu’nun temsilcisi Serdar Kızık’a tebliğ edilen kapatma kararından Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ın bilgisinin olmaması mümkün mü? Aynı zamanda Dündar’ın savunma avukatı olan Akın Atalay’ın bu kararı ona danışmadan alması ihtimali var mı?
2014 sona ererken “İyisi mi siz de aşın engelleri; karanlığın baskısına karşı, sanatın, kitabın, inancın, direncin, ümidin ipine sarılın” cümleleriyle umut dağıtan Can Dündar, Silivri kapısında ‘umut nöbeti’ tutan gazetecilere nasıl direnme mesajı gönderecek?
27 Aralık’takiyazısında ‘gazeteci dostlarımızın zekice bir kelime oyunuyla Sabahattin Ali’nin ünlü dizesinden basına ‘teslim olma’ mesajı üretmesine şapka çıkardım’ diyerek ‘Basın Öne Eğilmesin’ başlığıyla direnmenin güçlüğünü ve güzelliğini işleyen meslektaşımız, ‘son kale’ dediği Cumhuriyet’in İzmir burcunun yönetimce yıkılmasını nasıl izah edecek? İzah etmesine kuvvetli kalemi/edebiyat yardım edebilecek mi?

Dündar ve Erdem Gül’ün tutukluluğuna itirazı "Biz üzerimize düşeni yapıyor ve Anayasa'ya, yasalara, AİHS'ne, AİHM kararlarına aykırı olan tutuklama kararlarına itiraz ediyoruz. Gerisi sizin bileceğiniz iş. Tercih ve sorumluluk sizindir" cümlelerinden ibaret dilekçe ile yapan avukat Akın Atalay’dan, İzmir Cumhuriyet’in ‘ekonomik gerekçelerle’ kapatıldığı açıklaması dışında bir açıklama beklemek gibi bir aymazlık/romantiklik içinde değiliz elbet...

Ama Cumhuriyet’e ‘son kale’ diyen,
“Ve yargıyı, basını, eğitimi, sermayeyi ele geçirerek toplumu karanlığa sürüklemeye çalışan faşizan zihniyete karşı, toplumun tüm ilerici, çağdaş, muhalif kesimlerini ve “aydınlık insanları”nı kucaklayan bir yayın çizgisi izleyecek.
Gezi deneyimiyle söylersek,
Cumhuriyet, Gezi Direnişi’nde etrafını sarmaladığımız Taksim Cumhuriyet Anıtı gibi, bütün farklılıklarıyla aynı idealde buluşan insanları, çevresinde toplayacak” diye yazan… Silivri’de tecritte olsa da gazete ile ilişkisini sürdüren, yazılarıyla direnme ve umut saçan genel yayın yönetmeni ‘romantik isyankar’ Can Dündar’dan… O kan damlayan kaleminden -‘kesilen sakal daha gür çıkar’ ajitasyonundan öte- bir açıklama bekleme hakkına sahibiz. 

Yıllar sonra gelecek ‘Cumhuriyeti Çok Sevmiştim’ hesaplaşması değil, hemen şimdi yapılacak bir açıklama…