GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
11 Ağustos 2011 Perşembe

Söz konusu ceberut devlet ise, gerisi teferruattır

Cumhuriyet Devrimi 1938 yılında fiilen son bulduktan sonra 70 yıldır bu ülkede yaşananların özeti, yazının başlığında ifade ettiğim gibidir.
 
Halk, devletin bekası için fedakarlık eden kalabalıktır. Millet, ulus devletin üniter yapısının unsurudur. Laiklik, halka karşı silahlı kuvvetler tarafından korunan bir ilkedir. Ordu-bürokrasi, Cumhuriyet’in hamisidir.
Şimdi, 60 yıldır karşı devrimin ardıllarınca yönetilen ülkede bu yapı çözülüyor.
 
Ulusalcı ve/veya milliyetçi çevrelerin kabullenmekte zorlandığı bu gerçek; İslamcı-Kürt iş birliğine ilginç fırsatlar sunuyor… Lozan’ın rövanşı gibi…
 
Ezber bozan yeni siyasetin karşısına dikilerek, savunulacak pek bir tarafı olmadığı halde baskıcı resmi ideolojiyi savunan veya savunmak zorunda kalan ulusalcı cenah, statükocu olmakla suçlanıyor. Zaman içinde bu suçlama kanıksandı. Daha kötüsü, inadına savunulur oldu bu köhnemiş devlet yapısı.
AKP’nin Cumhuriyet’i dönüştürmeye dayalı politikalarına karşı çıkmak adına, Cumhuriyet’in tükenmiş kurumlarını savunmak, halk indinde inandırıcı olmuyor.
 
Öyle zannediyorum ki, değişimi anlamak ve yönetmek için kafa yormak yerine, değişime kafa tutmakla sınırlı siyaset yapmak politik rutin olmuş.
AKP iktidarının değiştirmek istediği her şeye karşı çıkmak siyaset yapmanın yöntemine dönüşünce; neyi, nasıl değiştireceğini bilemeyen ulusalcı muhalefet, eskiyi olduğu gibi muhafaza etmeyi çözüm olarak görmeye meyletti.
Halbuki değişim bir zorunluluk olarak kendini topluma dayatıyor.
 
İki kutuplu dünya düzeni son bulduktan sonra, siyasal liberalizm ve serbest piyasa anlayışına dayalı ekonomik düzen, bütün değer yargılarını yeniden oluşturdu.
Kitlesel tüketim, kitlesel üretim, marka fetişizmi, banka borcu (kredi) ve en yüce değere dönüşen para; yeni dünya düzeninin iktisadi yapısı böylece şekillendi.
Uluslararası sistem yeni dünya düzenini inşa ederken, gurup haklarına dayalı insan haklarını, sivil toplumu, demokrasiyi, serbest piyasa düzenini sistemin temel unsurları olarak ilan etti.
Demokrasi, insan hakları, sivil toplum gibi kavramlar kulağa hoş gelmekle birlikte, yeryüzünde yaşanagelmekte olan sıkıntılar bu kavramların içeriklerinin sorunlu olduğunu gösteriyor. Ancak, düşe kalka da olsa değişim sürüyor.
 
Tam da bu nedenle, süren değişime itiraz etmek, öfkelenmek yerine; “Bu süreci nasıl yönetmek gerekir”in sorunsalı üzerinde kafa yormak gerektiğini düşünüyorum.
Olan-bitene sadece karşı çıkmak, statükoyu korumakla aynı şeydir. Oysa halk, siyasetin bugüne dair yeni şeyler söylemesini bekliyor.
 
Gerçek şu ki, “Onuncu yıl”ı överek veya yererek bir yere varamayız. Yıl 2011 ve 500 yıldır yeryüzüne egemen olan kapitalist sistemin yolun sonunda olup olmadığı tartışılıyor. Onuncu yılı konuşsak ne olur!
Ne yazık ki, Atatürk’ün hedef gösterdiği ‘çağdaş uygarlık’ can çekişiyor. Mülkiyetin keşfiyle birlikte varlık koşulları ortaya çıkan uygarlık, bugün bulunduğu düzey itibarıyla, dünyanın erken sonunu getirmek üzere tahribata devam ediyor.
İnsanlık uygarlığa son vermezse, uygarlık insanlığın işini bitirecek.
 
Burjuvazinin sınıf olarak ortaya çıkış sürecinin ürünü olan Rönesans’tan Aydınlanma’ya, Sanayi devriminden Modernizme bütün büyük dönüşümler sorgulanıyor. Modernite post olsa ne yazar!
Bilimsel düşüncenin Newtoncu temelleri sarsılıyor. İlerleme fikrinin yanılsama olma ihtimali artık kabul görüyor. Sosyal bilimciler, yeni bir dil kurmanın kaçınılmazlığını işaret ediyorlar.
Bilişim devrimi, bütün yapıları temelinden sarsmaya başladı.
 
Dünyada ve yurtta değişimin hükmü sürüyor. Cumhuriyet’in içi hızla boşalıyor. Ve bu boşluk, İslamcı düşünce ve Kürt etnik hareketi tarafından dolduruluyor. Ulusalcıların ve Kemalistlerin öfke krizleri bir işe yaramıyor.
Türkiye’de değişimi doğru okuyan ve değişim sürecini yönetecek sosyal demokrat düşünceye şiddetle ihtiyaç var.
 
NOT: Sayın malumatfuruş yorumcu; “Öteki” kavramı üzerine yapılacak bir tartışmada, Binnaz Toprak, referans alınacak kişi değildir. Her şeyi birbirine karıştırmışsınız. “Ötekileştirme” kavramının bu şekilde kullanılmasına karşı olduğumu defalarca yazdım. Kemalistlerin ve İslamcıların, Ulusalcıların ve Kürtlerin birbirini anlamasına yardımcı olur düşüncesiyle, “Öteki” ve “Ben” kavramlarının felsefede ve psikanalitik diskurda imgesel temsilini ve karşılıklı konumlanışını öne çıkarmıştım. Anlamak isteyene…
Sizin yaptığınız gibi, ön yargılı metin okumaları sonucu haddini ve amacını aşan eleştiriler pek kayda değer olmuyor. Siz de bunun farkında olmalısınız ki, hakaret ederek yazdıklarınızın etkisini artırma yoluna gidiyorsunuz.
Centilmenlik en az iki centilmenle oluyor…
Saygılarımla.