GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
24 Aralık 2009 Perşembe

Siyaset ziyanlığı’… İnsan zebilliği’…

O kadar sıkıldım ki gündemden, ajansların birbiri ardı sıra ’“şok’… şok..’” diye diye geçtikleri haberlerden, petrol atığına bulanmış gibi ağır  adımlarla yürüyen ya da öylece durup bakan bezgin/şaşkın/gündem yorgunu kalabalıkları izlemekten’… öyle bezdim ki’…’¶
 
Ülkenin başbakan yardımcısına suikasttan bahsediliyor mesela değil mi?
İnsani boyutunu ayrı tutalım; normalde gazeteci milletini heyecanlandırır böyle bir haber. Her ülkede tartışmasız büyük haberdir çünkü bu.
Ama ne oluyor?
Ne haberin içindeki tonla kuşkulandırıcı detayı anlayabiliyorsun, ne de ne diyeceğini bilebiliyorsun.
Çünkü hükümet kanadından başka,
Genelkurmay’’dan başka,
Muhalefet partilerinden başka açıklama, her birinden farklı bir ses çıkıyor.
Basın desen karpuz gibi ikiye bölünmüş durumda.
Birinin ak dediğine öteki kara, birinin kısa dediğine öteki uzun diyor. ’‘Senin eşşeğin kancık olsun’’ diyen bile yok.
Televizyonların karşısındaki vatandaş ise şaşkın/çaresiz/ürkmüş izliyor.
Kim haklı, kim haksız, kim doğruyu söylüyor, kim kimi yanıltıyor; seç seçebilirsen seç çünkü.
Bu kadar bilgi kirliliğinde kal kalabilirsen temiz.
Ya da ol olabilirsen mutlu, gelecekten güvenli’…
 
Hükümet, muhalefet, ordu, ulusal basın vesaire’’de durum bu da’… Yerel gündem farklı mı peki?
Ne gezer?
Aynı insan zebilliği, aynı hamaset, aynı küçük beyinler’…
Ve hiç durmadan olumsuzluklar üzerine kalem oynatmak, kimilerinin kuyulara attığı küçücük taşları çıkarmak zorunda kalıp göletlerde yüzmeye çalışmak’… Ne hazin, ne yazık.
 
Bugün mesela, isterdim ki, Fransa’’nın Alsace bölgesinde lastikleri solucanlardan ayırt edemedikleri için beslenme sorunu yaşayan leyleklerden bahsedeyim.
Doğada yok olmayan plastiğin, canlıları nasıl bir yok edişe doğru sürüklediğini, leyleklerin solucan zannederek yedikleri lastikleri bir süre sonra kusarak atmaya çalışmasının acıklılığını leylek hikayeleriyle anlatayım.
Sonra’…
80’’lik iki ihtiyarın birbirlerine can yoldaşı olmak için kurdukları yuvanın, çocuklarına rest çeken 80’’lik ninenin, ömürlerinin son baharında nelerden konuşurlar’’ın üzerine yazayım. Baba evinden koca evine, baba baskısından koca baskısına geçen, sonra da (muhtemelen) evlat baskısına maruz kalan yurdum ninesinden yola çıkıp ’“ah kadınlar, ah bu kadınlar’” diyerek basayım tuşlara, harflere.
 
Ama’…
Haram bize doğa yazmak, aşk yazmak, yaşlılığın alıp götürdüğünden/biriktirip getirdiğinden dem vurmak, hayatın ’“skandal/şok’” dışındaki renkleri üzerine kalem oynatmak, kurgu yapmak; zeki, ince, esprili kulvarlarda gezinmek haram!
Ne kalıyor geriye peki?
Bakanlık kapısında davranış bozukluğuna maruz kalan bir belediye başkanı için, ’“elinden tutayım da ben götüreyim bir dahaki sefere’” diye iç bayıltıcı, 7 yaş esprisi üzerine kalem oynatmak!
 
İktidar partisinin koskoca il başkanının, üstelik avukat eğitimli birinin, bu basit esprisinin üzerinden siyaset yapan isimlere eşlik edemeyeceğim, kusura bakmayın.
Zira, ’‘Başkan’’a hakaret’’ değil yaptığı Ömür Kabak’’ın.
Zekamıza hakaret, zekanın zekatı mizaha hakaret.
 
Bu kadar ortalamanın altında yaşayan/yaşatılan bir ülkede/bir kentte, bu kadar dibe çekilen düzeyde/yüzeyde’… Umut da yeşermiyor işte bu yüzden.
Ne diyeyim, ne yazayım ki başka ben.