GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
18 Aralık 2009 Cuma

Korkulardan korkmadan değişmek ve Ece üzerine’…

 ’“Hesapsız kahkaha atmasını... Ağzında şeker yuvarlar gibi dedikodu yapmasını... Sokaktan tek kişilik bir fener alayı gibi geçmesini... ’¶Yeni yıkanmış balkonların ılık betonunda pembe topuklarını gezdirmesini... Erken yaşta rakı içmesini ve şarkıların en efkarlısını gecenin sonuna saklamasını... "Asfalyaları attığı" vakit "efelik" yapmasını... Çatlata çatlata oynamasını... Takıp takıştırıp püfür püfür salınmasını ve daha neleri neleri... İşte her nasılsa, daha en başından öğrendikleri için bütün bunları, güngörmüş adamlar bilir "İzmirli kadınlar" dendi mi, işte orada durmasını’…’”
 
Ece Temelkuran’’ın internet alemine önce ’“adıyla’”, sonra ’“kimliği belirsiz yazar’” sıfatıyla girip milyonlarca bilgisayarı dolaşan ’“İzmirli kadınları’” tarif ettiği bu yazısını, dün akşam bir kez daha okudum.
Elinde atmak üzere hazırladığı taş, yüzünde öfke, açıktaki göbeği, dip boyası gelmiş sarı saçları, gülen küpeleri ile tüm gazetelere kapak olan meçhul İzmirli kız ile Ece’’nin yazdığı İzmirli kadınlar arasındaki bağı arayıp durdum.
’“O yazı’” ile ’“o fotoğraf’”ta; uyum içinde olan sadece bir cümle bulabildim.
’“Asfalyaları’” attığı vakit, ’“efelik’” yapmasını’…
İzmirli kızımızın efelik yaptığında herkes hemfikir de, o asfalyaların neden attığı konusu, hala su kaldırır durumda. Hala tartışmalık.
O günlerde avaz avaz tartışıyorduk. Bugünse, kısık radyo gibiyiz. Siz duymasınız da o konu, hala İzmir’’in gündeminde. Duymamanız, ses yok demek değil yani. Güzelliğiyle, kahkahasıyla, erkekleri muma çevirmesiyle ünlü İzmir kızları, ’“taş atan’” görüntüyle yer değiştirdi. Bu ’‘aykırı’’ yeni kızı kazımak/çıkarıp atmak zihnimizden, ancak nedenini bilmekle mümkün çünkü.
 
* * *
 
İzmir’’in ne çok korkan bir şehir olduğunu anlatırken Ece, ben onun yüzündeki korkuları da (ve elbet farklı duyguların izlerini) izlemiştim röportaj boyunca.
Röportajı kasetten çözerken, yazıya en çok dökülenin de ’‘korku’’ olduğunu fark ettim.
Ne çok, ne çok korkuyor(uz) Ece.
İç savaştan,
Türk/Kürt her neyse, insanların daha çok acı çekmesinden/daha çok acı çekmekten,
Ölümlerden/öldürmelerden,
Türkiye’’nin cinnet haline geçmesinden ne çok korkuyor vicdan sahibi her insan gibi.
Ve belki de’… Bu kadar ağır bir vicdana sahip olduğu için,
Yanlış anlaşılmaktan da çok korkuyor.
İçinde yer aldığı solu eleştirirken, geçmişte sol içinde olup da o günleri hiç hatırlamayıp acıklı savruluşlar yaşayanları dile getirirken, kendini Kürt siyasetine değil de Kürt halkına yakın bulduğunu söylerken, İzmir hakkında konuşurken, hep duruyor, düşünüyor, ağırdan alıyor. Kelimeleri bir çırpıda yutan hızlı konuşmasını, korktuğu konularda tane taneye çeviriyor.
 
’“Mevsimlerin en merhametlisidir kış’” diyen iklim yazılarını,
’“Parlak, ışıklı kadınları gördükçe, o kadınların yanlarındaki ya da arkasında durdukları erkeklere ne kadar çok yatırım yaptıklarını gördükçe düşünürüm: Bu yatırımlar erkeklere değil de kadınlara yapılsaydı acaba dünya nasıl bir yer olurdu?’” diye başlayan kadın yazılarını’…
’“En sonunda öyle oluyor ki hiçbir şey acı vermiyor insana. Yani bittikten sonra. Bir tek eşya hatırlatıyor insana olup biteni. Bir tek eşya dokunuyor insana. Bulaşık makinesinden boşalan yer, duvardan sökülen resmin izi, bir mevsim sonra ortaya çıkan bir giysi’” diye anlattığı ayrılık yazılarını’… Özlediğimiz Ece Temelkuran da korkuların üzerinden atlaya atlaya değişiyor gibi geldi bana.
Uzun yıllar önce bir röportajında, ’“Türkiye’’deki her şeyin her an değiştiği düşünülürse, köşe yazarlığı yapan bir kadının da fikirlerinin değişmesi normal. Ama en çok ciddiye aldığım soru; asıl, vicdanen ne kadar değiştiğimdi’” diyen Ece Temelkuran için, yazılarını satır satır okuyan, değişimlerini kendince gözleyen biri olarak diyebilirim ki:
O da değişmiş Ece. Kıvamı daha koyulaşmış, ağırlaşmış geldi bana.
 
’“Darısı Türkiye’’nin başına’” diyerek noktalayalım mevzuyu.