GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
9 Nisan 2012 Pazartesi

Veda zamanları...

Uzunca bir süredir, kız kıza buluşmalarımızın konu başlıklarının da değiştiğini gözlüyorum.

Çok değil 3-5 sene önceki buluşmalarımızda...
İçimizden biri kederli/hüzünlü olsa bile; gece, o bir kişinin diğerlerine kısa sürede uyum sağlaması, nemli gözlerini silip kahkahalara eşlik etmesiyle sonlanırdı.
Hayatın her renginin yer aldığı, aşkın/erkeklerin/kocaların/çocukların/patronların eni konu çekiştirildiği, kiloların/diyetlerin tartıya çıktığı, modanın kafasının gözünün yarıldığı, yemek tariflerinin havada uçuştuğu konuşmalardı onlar.
Yeme/içme ve kahkahalar eşliğindeki buluşmaların bir sonrası anında belirlenir, hatta bazı buluşmalara 'prozac gecesi' diye not düşülürdü.
Çünkü öyleydi.
Kimsenin birbirini yargılamadan içini açtığı, sıkıntısını döktüğü buluşmalardan geriye kalan; hafiflemiş, kederi alınmış baharatlı bir hayattı...

Yakın zamanda... O gecelerin arası açıldı da açıldı.
Dostluklarda, aradaki duygusal/düşünsel birlikteliklerde değişen bir şey olmasa da değişen durumlar vardı zira.
Bizlerle birlikte yaşlanan annelerimiz/babalarımız; eğer kalabalık bir ailedensek ağabeylerimiz, teyzelerimiz, halalarımız, kuzenlerimiz... Onların kayıpları, hastalıkları, acıları her birimizi içinde dört döndüğümüz kendi fanuslarımızın içine çekiverdi.
Artık yitirilen ebeveylerin/dostların/arkadaşların cenazelerinde daha sık karşılaşır olmaya, yakınlarımızın hastalıklarından, bu süreçte onlara yardımcı olmak adına hayatlarımızı nasıl değiştirdiğimizden bahsetmeye başladık, giderek seyrekleşen kız kıza buluşmalarımızda...
Yaşamı kutsamaktan, ölümü/acıları kutsamaya geçtik kendiliğinden...
Ve bu ağır sorumlulukta kadınlara düşen payın, erkeklerden kat be kat ağır oluşuna isyan ettik...
Arası açık her buluşmada,
Annelerimizin/babalarımızın giderek ufalan bedenleriyle 'ikinci çocukluğa' geçişlerinden... hayatın nasıl da terse dönüştüğünden... Bir zamanlar bize, sonrasında da çocuklarımıza bakan büyüklerimizin, artık bizim bakımlarımıza muhtaç hale gelmelerinin yarattığı üzüntüden... Hastanelerin sık uğranılan yerler haline gelişinden, bunun yarattığı kederden...
Ve bir de 'ya bizi yaşlılıkta nelerin beklediği' kaygısından... Söz eder olduk.

Onların 'sonbahar'larının sonu yaklaşırken yaşadıklarımız; bize,bizim için de 'ilkbahar'ların bittiğini anlatıyor çünkü...
Onların bükülen bedenleri, yeni başlayan kol/bacak/omuz ağrılarının bir süre sonra varacağı noktayı hatırlatıyor bize de biteviye.
'Acı çekmeden/çektirmeden' ölümü gözleyen gözleri... Gençken yaşlılardan duyup da kulak arkası ettiğimiz 'üç gün yatak, dördüncü gün toprak' sözünün ne anlama geldiğini öğretiyor; güçlü ve net biçimde...

Annemin onu yatağa bağlayan rahatsızlığıyla ilgilenirken...
Annesinin ölümünden sonra yasını yaşayamadan bütün yaşamını hasta babasının bakımına vakfetmek durumunda kalan Emine'nin (Kantarcı) babasını da kaybedişi...
İki gün sonra sevgili Yılmaz'ın (Özdil) babasından 100 gün sonra annesini de toprağa verişi... Haftanın özeti gibiydi benim için...
Ve hafta, yazdığı dizilerle hemen her hafta evlerimize konuk olan Meral Okay'ın genç yaşta ölümü, onunla ilgili yazılar ve röportajlarla başlayınca...
Pazartesi yazısının konusu da böyle biraz 'ölümlü' oldu yazık ki...
Ama, neylersiniz ki; 'merhaba' demek kadar, 'hoşça kal' demek de,
'Başlangıçlar' kadar 'bitişler' de insana ve hayata dair.
'Hiç ölmeyecekmişiz' gibi yaşamaktan, 'yarın ölecekmişiz' duygusuna;
Yakınlarınızın, dostlarınızın ya da hiç tanımadan hayatımıza bir şekilde girmiş birilerinin ölümleriyle geçiveriyorsun.
Bir yakınının usul usul gitmeye hazırlandığına için için tanıklık edince de...
İnsansınız, anlarsınız; başkaca bir yazı çıkmıyor insanın içinden, gelmiyor elinden...