GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
23 Mart 2012 Cuma

Bir ‘nefes alsam yarıyor’ eksikti!

Baharın müjdecisi cemrelerle başlayıp havanın kazak/ceket üstteki kalınları fora ettirtmesiyle, istisnasız her ortamda ‘kilo’ muhabbetleri mevsimi de açılmış oldu elbet…
‘Ay vallahi su içsem yarıyor’cularla, ‘onu dene/o olmazsa bunu dene/şunu yap’çılar yarışmasına hoş geldiniz balık etli kadın okur!
Niye kadın okur?
Zira, bu derin mevzunun asıl yüklenicileri bizleriz.
Bakmayın arada erkeklerin de ilişmesine; onlar yüzer gezer oylar misali.
Konuya kulak kabartırlar, bir iki laf atarlar, gerisini koyverirler. Hele de evliyseler!
 
Bir süredir bizim büronun da baş gündemi, kazaklar fora edilince tüm ihtişamıyla ortaya dökülen fazlalıklar.
Dolayısıyla, ‘Dukan diyetçileri’ ile ‘Karatay rejimcileri’ çarpışıyorlar surlarımızda.
Karatay’cılar sık yemeye karşı, arası/kuşluğu falan yok.
Sabah kuvvetli, akşam hafif yemek. Su serbest, akşam 20’den sonra yemek yasak.
Dukancılar ise ‘istediğin kadar ve istediğin zaman ye’ciler.
Kulağa çok hoş geliyor da… 3 aydır Dukan diyeti uygulayan arkadaşın sırtının sol&sağ yanlarında kaşıntı başladı; kanatları bugün/yarın, çıktı çıkacak! Çünkü üç aydır Allahın her öğleni tavuk yiyor. Akşamları ise evde balık ve et tükettiği için, eşi de yüzgeçlerinin/tırnaklarının çıkmasından endişeli!
Zira değerli okur, bu Dukan denilen, bir protein diyeti. ‘İstediğin zaman, istediğin kadar ye’ dedikleri; yağsız proteinleri, süt ürünlerini, balık ve kümes hayvanlarının etini içeriyor. Meyve yok, uzun bir süre salata dahi yok, ekmeği zaten rüyanda görürsün, tatlının ise telaffuzu bile yasak. Ha bir de, kabızlık sorun olmasın diye günde birkaç kaşık yulaf kepeği yemeleri gerekiyor.
Bürodaki iki diyet uygulayıcısının da hemcinsim olduğunu yazmama bilmem gerek var mı?
Onlara heveslenen iki erkek, daha üçüncü gün sıvışıp ‘az kuru/az pilav’la kendi rejimlerine başlayıp tepeleme tabaklarla, rutin öğünlerine tam gaz devam etmekteler!
Her gün bir saat yürümeye ve hayatımdan hiç değilse bir öğünü kaldırıp yerine yoğurt/müsli karışımı koymaya hazırlanıp, her defasında ‘ertesi gün’e erteleyen bir de bendeniz var tabii. Her karşılaşmada ‘sen biraz kilo mu almışsın ne?’ deyip tartı görevi yapan eski arkadaşlara ne kadar bozulsam da haklılar. O ‘biraz’ dedikleri, ‘10 kilocuk’ zira!
“Ha gayret, bir başlasan gerisi gelir” motivasyonuna sarılmaya çalışırken, okuduğum yeni bir haberle dağılmış durumdayım üstelik.
Şahsımı dağıtan haber şu:
“Yaşın ilerlemesiyle, metabolizmanın tembelleşmesiyle karşılaşılan fazla kilolar artık gençlerin, hatta çocukların da problemi olduğu için olaya el atan bilim insanlarının sayısı arttı. Genelde birleşilen noktada baş suçlu olarak, yiyeceklerde kullanılan hormonlar ve ekstra kimyasal işlemler bulundu. Bunu, insanların yaşam şeklinin değişmesi ve artan stres dozu takip etti. Yüzlerce kişi üzerinde bu suçlular ortadan kaldırılarak kilo durumları incelendi ama değişen bir şey olmadı. Organik yiyecekler, spor ve stressiz bir iş ortamı, insanların kilo alma eğilimini durduramadı.
Elde edilen başarı o kadar zayıftı ki, diyetisyenler insanların motivasyonunu kırmamak için sonuçları yayımlamak dahi istemediler. Kilo veren kişilerin fotoğraflarını çektiler (öncesi ve sonrası olarak). Sonrasından sonra da ‘bir sonrası daha’ vardı ki paylaşmak istemediler. Çünkü denemeye katılan yarıdan fazla kişi, üzerlerinden baskı kalkıp da normal yeme düzenlerine döndüklerinde, tekrar kilo aldılar. Hem de bir önceki hallerinden çok daha fazla!
 
Birmingham Alabama Üniversitesi ve Kopenhag Üniversitesi bilim insanları, geçen hafta yaptıkları bir basın toplantısıyla yeni fikirlerini topluma ve bu konuda uzmanlaşmış diyetetik uzmanlarına duyurdular.
Fikirlerinin özeti: Atmosferde hızla artan karbondioksit gazı, beyin kimyasını değiştiriyor. Çünkü olması gerekenden fazla karbondioksit solumak, kanı az da olsa asitleştiriyor. Bu da sinir hücrelerini etkileyerek ‘az uyku, yavaş metabolizma, çok yemek, gereğinden fazla kalori ve bunu takiben yağlanma döngüsü’nü başlatıyor. Obezitenin hızla artışının bariz gözlendiği iller, ‘hava kirliliğinin en çok olduğu iller’ olarak tespit edilmiş.
Alabama Üniversitesi profesörlerinden Davis Alison'un geçen hafta "Nutrition and Diabetes" isimli dergide yayımlanan makalesine göre, binaların içerisindeki karbondioksit oranı, bina dışına göre çok daha yüksek.
Modern hayatta günümüzün en az yüzde 70 zamanı binalar içerisinde geçiyor. Hava kirlenmesinin olmadığı dağlar ve ovalarda yaşayan ninelerimiz ve dedelerimizin çok yemelerine karşın obezite ve diyabetik problemlerle yüz yüze kalmamalarının sebebi, belki de ‘soludukları temiz havadan’ ve ‘zamanlarını dışarıda geçirmelerinden’ kaynaklanıyor.”
 
Gördüğünüz gibi ‘su içsem yarıyor’a, bir de ‘nefes alsam kilo yapıyor’ eklenmiş durumda…
Şişede dağ havası satılmadığına göre…
Hayatının büyük bölümü evde/ofiste geçen biri olarak, zayıflama hayalini müsait bir bahara havale etmekten başka, ne gelir elden aynı dertten muzdarip okur!