GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
21 Mart 2012 Çarşamba

Söz Meclisten İçeri’nin içi…

Dün akşam Egetv’deki ‘Söz Meclisten İçeri’ sonrası, program konuğumuz olan Başkan Aziz Kocaoğlu’nun konuşmalarını kafamda demlendirmeye, İzmir’de yaşananlar ve yaşamayanlar üzerine düşünmeye çalışırken, nedense aklıma takılan Dostoyevski sözü üzerinde de gezindim. "Aslında insanı en çok acıtan şey; hayal kırıkları değil. Yaşanması mümkünken, yaşayamadığı mutluluklardır" sözünde…
 
İlçelerin birbirine mesafesi açısından bakıldığında gerçekten de kolay bir kent olarak görünen, eşsiz bir iklime, doğaya, çanağı andıran Körfez’e sahip, iki adımda tarihe, üç adımda yüzmeye, dört adımda dağlarına/göllerine ulaşılabilen bir başka yer var mıdır, bilmiyorum… Ben bilmiyorum ama dünyada gezmedik yer bırakmamışların da ortak düşüncesi böyle.
Hal böyleyken, dünyanın hemen hemen en şanslı bölgesinde yaşıyorken, yaşadıklarımızın farkına varamayışımızın ya da tadını çıkaramayışımızın nedeni ne?
Hayat sürekli değişirken, kah iyiye/güzele, kah çirkine/kötüye doğru evrilirken, kentin merkezi yüzünün aynı kalışı mı sorunumuz?
Pırıl pırıl bir Pasaport bulsak bir gün, ya da Kordon’un kıyısında gönlümüzce bir mekan, kendimizi daha mı iyi hissederiz?
Basmane’nin kasvetli/yağlı binalarının önünden değil de pırıl pırıl bir caddeden ilerlesek Konak’a ya da İkiçeşmelik’in ruhu dağıtan görüntüsünü yok edip Agora’yla bütünleşmiş bir güzergahtan kavuşsak Çankaya’ya…
İşimize daha canlı, daha keyifli, türküler mırıldanarak mı başlarız?
Daha kısacası… Çevremiz değişirse, biz de değişir miyiz?
Daha güzel bir çarşı, bizi daha güleryüzlü, umutlu/mutlu yapar mı?
Büyük bir seçenekler yelpazesi, yaşam kalitemizi artırıp bizi daha doyumlu kentliler haline getirir mi?
Bir de tabii…
Dostoyevski’nin sözü, kentler için de geçerli midir?
Elbet (belki de neyse ki) bu içinden çıkılmaz gibi görünen soruları değil, ‘günlük gündem’leri öğüttük/konuştuk/sorduk Aziz Başkan’a.
 
Ege tv’de geçen yıldan bu yana, meslektaşlarım Nedim Atilla ve Ümit Yaldız’la birlikte sürdürdüğümüz Söz Meclisten İçeri’yi, programımızın moderatörü sevgili Nedim’in ani yurt dışı seyahati nedeniyle ben yönettim.
Hem şiirini okumaktan vazgeçmeyip hem de heyecandan bacakları titreye titreye, yüzlerini al basarak kürsüye çıkmış 23 Nisan çocukları gibiydim. Şiirin dizelerini unutmamaya odaklı, o anda seyircilerin yüzündeki ifadeleri kaçıran bayram çocukları misali…
Açışa, reklam aralarına, yönetmenin kulaklıktan gelen sesine, önümdeki bilgisayara pıtır pıtır düşen izleyici maillerine kendini kaptırıp bu arada asıl sevdiği iş olan soru sormayı ikinci/üçüncü plana atmış,
Program bittiğinde sanki 1.5 saat hiç nefes almamışçasına derinden bir oh çeken koca bir kadına dönüşüşümü de atlamadım elbet geceyi değerlendirirken… 
Dünden bu yana programda (ve program sonrası biz bize otururken) konuşulanları, bugün Egedesonsöz’de programın ana başlıklarını konu alan haberi okuyorum, düşünüyorum da… Bir dostun dediği gibi, siyaset sahiden de bir oyun.
Siyasetin aktörleri/aktristleri var güçleriyle oyun güçlerini ortaya koymaya çalışıyorlar ve biz seyircilerden oyun sonunda alkış (oy) bekliyorlar.
Bu yüzden onlar tam da sahnedeyken ne sorarsınız sorun, asıl cevabı alamıyorsunuz aslında. İçlerinde A sesi varken, ağızlarından C çıkıyor doğal olarak, zaten seyircinin çoğu da o sesi bekliyor, içte gizleneni değil…
Örneğin çok kızdığı/çok kırıldığı ya da delicesine öfkelendiği birini seslendiremiyor.
Yana yakıla şikayet edebileceği bir konunun yakınından bile geçemiyor.
‘Yemişim sizi de… işinizi de… koltuğunuzu da’ diyebilecekken, ‘ipe gideceğimi bilsem de’ gibi gözü kara bir cümleye dönüşebiliyor sözcükleri…
Çünkü tribünlerde izleyenleriniz var, bağlı olduğunuz örgütler/kurumlar var; onlar sizden kendiniz gibi olmanızı değil, onların istediği gibi biri olmanızı bekliyor… Olursanız alkışlayacaklar, olmazsanız yeni bir oyuncuyla oyuna devam edecekler… Onu biliyor…
“Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa” dese de şair…
Siyaset yapanların duvarı sorularla yıkılmıyor… Sadece Aziz Bey’in değil ama hiçbirisininki yıkılmıyor; bazen, ufak tefek gedikler açılabiliyor ancak.
 
Dün akşamki programı değerlendirirken işte; bu sularda gezindim.
Aziz Bey’in, duvarlarında açılmış gedikleri hızla ördüğünü, hala da örmekte olduğunu; oyundan çıkmak gibi bir niyet taşımadığını,
O duvarların; ihtimaldir, 2014 Mart’ından sonra sorulacak sorularla aralanabileceğini hissettim.
 
Sadece soruların doğru olması yetmiyor yani; doğru sorular, doğru zamanları bekleyecek, öyle görünüyor…