GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
14 Mart 2012 Çarşamba

Ateşe su taşıyan kuş misali…

Yazıyla kıyısından köşesinden ilgisi olanlar da bilirler ki, her zaman içinizden/gönlünüzden geçenle yazıya dökülen aynı olmaz.
Bazen kalbiniz itiraz eder parmaklarınıza, bazen de parmaklarınız kalbinize.
Fıkır fıkır/ferah feza bir yazı planlarsanız mesela, ortaya çıkan ‘hüzün’ olur, bazen melankoli.
Kahırlı bir dörtlük isterseniz, bir de bakarsınız ki klavyeden dökülen dibine kadar alay, dibine kadar komedidir.
Hem akıldan, hem gönülden geçenin birbiriyle buluşup su gibi aktığı yazılar da çıkar arada ki… İşte yazana da okuyana keyif veren satırlar onlardır.
 
Bugün, yazının hangi kıvamda olacağını kestiremiyorum; çünkü aklım da ruhum da karışık.
Burnumda yanık kokusu, kalbimde kağıt kesiği gibi ince bir sızı var; kafamın içindeyse Madımak davasının zaman aşımına ‘Milletimize hayırlı olsun’ diyen Başbakan Erdoğan sözleri yankılanmakta…
Bir yanım Ahmet Şık’ın ve Nedim Şener’in tahliyeleriyle sevinirken; boğazım, Şık’ın annesinin “çocuğum hapisteyken onun sevdiği yemekleri pişiremedim, bir yıl boyunca hiç sarma yiyemedim” sözleriyle düğümlü…
Nedim Şener’in ağlayarak anlattıklarından tek başına kapatıldığı hücrede üşüdüğünü öğrendiğimiz Müyesser Yıldız için…
Pozantı’da iğrenç tecavüzlere maruz kalan tutuklu çocuklar için…
Suçlarının ne olduğunu bile bilmeden aylar/yıllar boyu çürümeye yüz tutan insanlar için…
Onlar yiyemiyor diye boğazlarından sevdiği yemekler geçmeyen bütün anneler için…
Cezaevi zaten ceza yeriyken, ezayı daha da katmerleştirmekten zevk alanlar için,
 İnsanlık adına ne diyebileceğini bilemeden yazarken...
 
Sigortasız kölelerin, aşırı çalıştırılan kölelerin, tazminatsız kölelerin, fazla mesaisiz kölelerin, zincirlenmiş kölelerin, kapatılmış kölelerin, korkutulmuş kölelerin, boğulmuş kölelerin, parçalanmış kölelerin…
Ailelerine kömürleşmiş kemikleri teslim edilmiş yanmış kölelerin resmi geçidi varken kafanızda…
Ne yazsanız fark etmeyeceğini biliyorsunuz aslında.
Yine de ateşi söndürmeye gücünün yetmeyeceğini bilse de hangi tarafta olduğunu göstermek adına gagasıyla su taşıyan kuş misali oturuyorsunuz bilgisayarın başına…
Bu düzenin, laik veya muhafazakar, ulusalcı veya milliyetçi, demokrat veya liberal, sivil veya asker nice güçlüsünün/kudretlisinin/kuvvetlisinin hep birlikte anlaştığı tek noktanın bu yaygın köle düzeni olduğunu bile bile…
Acıyla/isyanla, umutla umutsuzluğun delici karışımıyla yazıyorsun…
 
Almanya’da Kombassan, Yimpaş gibi holdinglere alın terini kaptıran insanlara kala kala ‘ilahi adalet’in kalışına,
Pamukova tren kazasının sorumlularına; Madımak’ta göz göre işlenmiş bir cinayetin ortadaki faillerine bile hesap sorulamamasına bakıp… Zamanın kimleri kurtarıp kimleri ezdiğini, için ezilerek yazıyorsun…
‘Zamanın en iyi ilaç olduğunu’ binlerce yıllık deneyimlere dayanarak/binlerce yıl önce söyleyenlerin, zamanın bazı insanlar için ‘kurtarıcı’, bazıları için ise ‘kahredici’ olduğunu iyi ki göremediklerini düşünerek yazıyorsun…
İç karartmak adına değil ama… Kararan ruhlara ‘bakın ben de sizin gibi hissediyorum, acınızı anlıyorum ve paylaşıyorum’ demek için; hiçbir çözüm önermese de içten bir seslenişin, sırta dokunan sıcak bir elin, endişeli/üzgün bakan bir çift gözün bile bazen ilaç gibi geldiği inancıyla yazıyorsun.
İçindeki zehri atamasan da ses vermek, her karanlığın bir sonu olduğuna inanmak/inandırmak, nasıl ve nereden geleceğini bilemediğin güzel/aydınlık yarınlara olan inancını kaybetmemek/kaybettirmemek için yazıyorsun…
Bu yangının üfleyerek sönmeyeceğini bilsen de… Yazıyorsun.