GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
6 Nisan 2012 Cuma

İçinde güvercinler uçan mahkeme…

Başlığı metafor olsun diye attığımı düşünenler için hemen yazayım ki…

‘İçinde güvercinler uçan mahkeme’ hayali değil; benzetme/mecaz hiç değil.
Bildiğiniz güvercin uçuyor, İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Aziz Kocaoğlu ve bürokratlarının, sendikacıların, organizatörlerin yargılandığı 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde.
 
Hemen her duruşmada eksik olmadıklarını öğreniyoruz avukatlardan.
Hava alınsın diye açılan pencerelerden giriyorlarmış Adliye Sarayı yapıldığından bu yana. Özellikle de (herhalde yuvalarına daha yakın) 8. Ağır Ceza’nın duruşma salonuna.
130 sanıklı Büyükşehir çetesi duruşmasının 3. gününde de mutat uçuşlarından birini yapmışlar anlayacağınız.
Ve o mutat sesleriyle dinlediler onlar da duruşmayı…
 
Duruşmanın, konuşmaların ağır atmosferini,
Endişeyle/kızgınlıkla/üzüntüyle/esefle bakan gözlerdeki sözleri, kanatlarıyla bir an olsun dağıttıkları, yüzlerde anlık da olsa sevinçli/şaşkın gülümsemeler yarattıkları için…
O, hem özgür hem tutsak kuşları bir daha sevdim… Öyle diyeyim.
*
İlk günün izdihamından kaçınmak, sonrasında da annemin rahatsızlığı nedeniyle gidemediğim tarihi duruşmanın 3. günü adliyedeyim.
Öğle arasından sonra tekrar başlayan duruşmada savunma sıraları gelen Tülay Azeri’yi, Erhan Bey’i, sonrasında da Ali Sabuktay’ı dinliyorum.
Aslında savunmalarını dinlemekten çok gözlüyorum.
Suçlamaları/iddiaları reddedip,
Çete mensubu olmadıklarını, ihaleye fesat karıştırmadıklarını, işlerini hukuka uygun yaptıklarını, kişisel hiçbir çıkar sağlamadıklarını, kamunun yarar ve menfaatlerini gözettiklerini anlatırken…
Tülay Azeri’nin heyecanını, titreyen sesini, ağır şekeri nedeniyle kuruyan boğazını,
Erhan Bey’in mevzuata hakimliğini ortaya koyan sözler sarf ederken, kendini savunmak zorunda kalmanın nasıl gücüne gittiğini,
Ali Sabuktay’ın 78 yaşındaki annesinin 17 kez cezaevine geldiğini söylediğinde sesinin nasıl titrediğini, durduğunu, durakladığını görüyorum…
Aziz Kocaoğlu’nun, Tülay Azeri’nin ifadesinde eksik kalmaması için dinleyici sıralarından kalkıp (elbet hakimin izniyle) yapılanlarda yanlışlık olmadığını tek tek, tane tane anlatırken; yüzüyle/sesiyle/beden diliyle çalışma arkadaş(lar)ına ‘buradayım/yanın(ız)dayım, korkma(yın), yanlış bir iş yapmadın(ız)’ dediğini duyuyorum.
*
O gün, o duruşmada…
İzsu Genel Müdürlüğü’nü denetlemiş biri olarak; cezaevinde, “İzsu Genel Müdürlüğü kasasını soyan bir kişi ile aynı koğuşta, altlı üstlü ranzada yattığını, o kişinin 35 gün sonra elini kolunu sallaya sallaya tahliye olurken, kendinin 4 aydır hapiste olduğunu” dile getiren Erhan Bey, ‘sabaha kadar ağladım’ diyordu.
Bedenen yarı yarıya küçülmüş Ali Sabuktay, savunmasının sonunda cezaevinde ‘rüyalarının bile’ değiştiğini anlatıyordu.
Değişen yaşamından rakamlar veriyordu.
“100 metrekare koğuşta, 50 kişi, tam 130 gündür bir torba kömür yakarak ısınmaya çalışıyoruz.
130 günde 3 kez üst solunum enfeksiyonu, bir kez bronşit geçirdim, 7 kutu antibiyotik içtim.
3 kişiye okuma yazma öğretmeye çalıştım, başaramadım.
78 yaşındaki annem, 17 kez cezaevine beni görmeye geldi.
Acı çekiyorum.
Özgürlüğümü ve onurumu geri istiyorum” diyordu.
O bunları anlatırken, hemen arka sıramda oturan Ali’nin annesi ağlıyordu…
*
Yaklaşık 3 saat kaldığım Adliye’den ayrılırken, 3 gündür uyumamış gibi sersemlemiş, yumruk yemiş gibi sarsılmış, dağılmış haldeydim.
Pek çoğunu ismen bildiğim, bazılarını yaptıkları ya da yapamadıkları işler nedeniyle eleştirdiğim, zaman zaman yazı konusu yaptığım insanları mahkeme salonunda tutuklu sıralarında jandarmalar arasında görmek…
Yakınlarının sessiz sedasız akıttığı gözyaşlarına, acılı bakışlarına tanık olmak…
Bilgisayar başında yazı yazmaya ya da yazılan haberlere öfkeli/kalemi kırık yorumlar yağdırmaya benzemiyor arkadaşlar… Bilesiniz.