GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Engin ÖNEN
YAZARLAR
10 Eylül 2023 Pazar

Savaştaki barış...

Eylül ayının birinci günü, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ve “Vatan savunması için zorunlu olmadıkça savaş, cinayettir” sözleri paylaşılır sık sık. Ömrü savaşlarda geçmiş bir komutanın sözleri olması bunlara daha da değer katmaktadır.

Ardından bir hafta sonra 9 Eylül ve İzmir’in kurtuluş günü kutlamaları başlar. Aslında sadece İzmir’in değil, ülkenin kurtuluş finali sayılabilir 9 Eylül.

Geçen yıl Büyükşehir Belediyesinin “Barış” afişleri, bir hafta boyunca siyasetin gündemini oluşturmuştu. “Barış’ın Yüzüncü Yılı” sloganı, CHP içinden, İttifak içinden ve tabii ki MHP’den sert tepkiler geldi. Sanki zaferi itibarsızlaştıran bir kavram gibi algılanmaya çalışıldı barış.

Derken, “Barış” afişleri kaldırılamaya başlandı. Tepkiler göğüslenemedi. Ve bu defa Barış’ın yerine, “Demokrasinin İkinci Yüzyılı” afişlerine ağırlık vermeye başladı Tunç Soyer.

Bu süreç içinde bende çok farklı duygular oluşmuştu doğrusu. Samimi birkaç cümle ile ifade etmeye çalışayım.

Ben Tunç Soyer’in Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olmasını uzun süre tüm benliğim ile istedim. Bunun için elimden gelen desteği sağlamaya çalıştım. Fakat Başkan olunca birçok konuda desteklemekte zorlandığım girişim ve açıklamaları oldu.

Oysa ben Soyer’i desteklerken, iki önemli vizyona önem vermiştim. Ekolojist ve Barışsever. Hatta üyesi olduğumuz Ege’de Barış ve İletişim Derneğinde bir dönem O Başkan, ben de başkan yardımcılığı bile yapmıştım.

Profesyonel siyaset içinde değilim. Ama daha önce zaman zaman yerel siyaset süreçlerinde ve çeşitli adaylık mücadelelerinde bazı arkadaşlarımı desteklediğim oldu. Hep kaybeden tarafta olmuştum. İlk defa benim de tarafım (düşünce ve vizyon anlamında) kazandı diye sevindim. Ama sonra da şöyle düşünmeye başladım. Ben bu defa kazanan tarafta kaybettim. O zaman sorun bendeydi.

Tunç Soyer’i yürekten destekleme fırsatını “Barış” afişlerinde bulmuştum. Kendisine de bildirdim ve ard arda yazılar yazıp, paylaşımlar yaptım. Baskıya dayanamayınca, Barış’tan vaz geçip “Demokrasi” afişi kullanmaya başladı diye düşündüm doğal olarak. Çünkü 1922 demokrasi ilanı veya başlangıcı değildi.

Savaş, düşman, zafer, demokrasi ve barış gibi kavramların kullanımında bazen kavram kargaşaları yaşanabilmektedir. Siyaset parti ayrımı olmaksızın hamasete dayanınca bu kaçınılmaz oluyor.

Yıllar önce 12 Eylül baskıcı rejiminin en öne çıkan davalarından biri Barış Derneği Davası idi. Eşber Yağmurdereli’ye bir gazeteci, “Eşber Bey sizin gibi radikal biri, barış meselesinde yargılanıyor” deyince, “Bu ülkede Barışı savunmak kadar radikal bir eylem mi olur” cevabını vermişti.

Atatürk bir asker/komutan. Savaş uzmanı ve ömrünün büyük bölümü cephelerde geçmiş. Onun barış anlayışının bir slogandan öte, hayat felsefesi olması bir şans aslında. Örnek o kadar çok ki… Ama beni en çok etkileyen olaylardan biri cephede Yunan Ordu Komutanı Trikupis’in esir düştüğü olayda yaşananlardır.

Halide Edip Adıvar tarafından aktarılan bu olay aslında muazzam bir film sahnesi olmalıydı. Oldu mu bilmiyorum. Belgesel veya kurgusal olarak. Şimdi Atatürk değil de başka biri yapsa, Yunan sevici yaftasını yiyecek kadar nazik ve barışsever bir sahnedir bu.

Detayları ve daha doğru ifadeler Adıvar’dan (Türkün Ateşle İmtihanı) okunabilir. Esir düşen Trikupis, Atatürk’ün huzuruna getirilir. Atatürk, Onun elini sıkarken teselli edici cümleler kurar. “Çok başarılı komutanlar da esir düşebilir, içiniz rahat olsun, siz elinizden geleni yaptınız” der.

Sigara tabakasını açıp, Trikupis’e uzatır ve ardından kahve ikram eder. Sohbet Fransızca devam eder. Sonunda Atatürk, “Komutan bir isteğiniz var mı?” diye sorunca, Trikupis, “Eşim İstanbul’da ona durumum hakkında bilgi verilirse memnun olurum” der. Atatürk ise, “Siz hiç merak etmeyin ve burada kendinizi esir olarak değil misafir olarak görün” diye karşılık verir.

Daha sonra 1951 yılında Hıfzı Topuz, Atina’da Trikupis ile yaptığı röportajda bu olayı doğrulatır.

Bu an ve diyaloglar, bana tarihsel bir belgeden ziyade, bir film sahnesi gibi gelir. Öyle bir yeteneğim ve imkanım olsaydı, sırf bu sahneyi çekmek için bir film yapardım.