GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Dr. Berna BRIDGE
YAZARLAR
20 Mart 2012 Salı

İngiltere kırsalında Nirvana’nın bahçesi…

Dört veya beş yıldızlı bir otel düşünün, İngiltere kırsalında. Rengarenk kış çiçekleriyle bezeli bir bahçede, aşağı tarafında bir koruluk, korudaki ağaçların altında kardelenler, kardan bembeyaz, muhteşem bir manzara… Uzakta, ufukta bir iki çiftlik evi… Burada her şey dahil, kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeği, aralarda çay, kahve, vb… Ayrıca on gün sabahtan akşama size eğitim veriyorlar ve hiçbir şey ödemiyorsunuz. Paranın geçmediği, konuşulmadığı, paranın kirletmediği bir ortamdasınız, adeta bir rüyadasınız. Size diyorlar ki “Sizin masrafınız daha önce bu eğitimi alanlar tarafından ödendi, ayrıca yaklaşık tüm hizmetleri gönüllüler verdiği için masrafımız çok az, bu eğitimin bir ücreti yok, gönüllüyüz biz. Eğer isterseniz, bu eğitimden faydalanırsanız istediğiniz miktarda bir bağış yapabilirsiniz, ama eğitim bittiğinde. Onuncu günde, daha önce olmaz.”.
 
Evet, bu on günlük eğitimi veren hocalar gönüllü, aşçı ve yardımcıları gönüllü, temizlik yapanlar gönüllü… Herkes gönüllü. İşlerini çarçabuk ve sessizice bitirip, onlar da eğitime katılıyor. Çevrede sessiz bir dinginlik, mutluluk, huzur…
 
Yaklaşık bir ay önce bu büyülü yerde, adeta Alice’in Harikalar Diyarındaydım. Heresford’da Dhamma Dippa’da. Büyüsünden biraz uzaklaşmadan bu hoş deneyimimi sizinle paylaşamadım.
Girişte kayıt olurken size bir broşür veriyorlar. Birkaç uyması zor olmayan kural var. Bu on gün boyunca
* Hiç hırsızlık yapmayacaksınız. (İskandinav havasında döşenmiş, tek kişilik yatak odalarımızın kapısında kilit yoktu. Hiçbir yer kilitlenmiyordu ama hiçbir şeyimiz kaybolmadı.)
 
* Hiçbir canlıyı öldürmeyeceksiniz. (Yemekler vejeteryandı.)
 
* Hiç yalan söylemeyeceksiniz.
 
* Sigara ve içki içmeyeceksiniz.
 
* Konuşmayacaksınız. (“Noble Silence” – “asil sessizlik”, sadece hocamızla konuşmak yasak değildi.)
* Telefon kullanmayacaksınız. (cep telefonu dahil)
 
* Bilgisayar ve kitap yok. (Yani dış dünyadan tamamıyla koptuk, içimize döndük, kendimizle baş başa kaldık).
 
120 kişiydik, 60 erkek, 60 kadın. Çoğu İngiliz, arada birkaç Hint kökenli, Afrika kökenliler de vardı. Yarısı benim gibi ilk defa misafir oluyordu Dhamma Dipa’da, diğer yarısı ikinci üçüncü defa gelmişti. 10-11 gün misafir kaldığımız bu yerde “retreat”, yani inziva, Mevlana’nın sözcüğüyle halvet ortamında meditasyon eğitimi aldık. Her dinden, inançtan insan vardı, Müslüman, Hıristiyan, Budist, Hindu, ya da inançsız...
 
Çoğu genç, yirmili, otuzlu yaşlardaydı. Kırk yaş üstü her halde otuz, kırk kişi vardı. Hollanda’dan gelen genç bir delikanlı “Ben Hollanda’da bir iki ay önce bu kursa katıldım, o kadar iyi hissettim ki ikinci defa almak istedim, Hollanda’da doluluktan dolayı altı ay beklemek zorunda olduğumu anlayınca atlayıp İngiltere’ye geldim” diyordu.
 
Kolay ve güzel tarafıyla başladım anlatmaya, ama zorlu tarafı da vardı. Herkesin yapabileceği bir şey değil. Çok sabır gerekiyor. On gün boyunca sabah saat 4’te Tibet tipi bir gong çalıyor, kalkıyorsunuz ve 4:30 da meditasyon başlıyor. On gün boyunca kimseyle konuşmadan, işaretleşmeden, kitap okumadan, bir başka işle meşgul olmadan içinize dönüp, kafanızı günlük meşgalelerden ve düşüncelerden boşaltmaya, üstteki günlük düşünceleri kenara süpürmeye ve bilinçaltınızın derinliklerine inmeye çalışıyorsunuz. Kolay değil, derinlere inmek. Günlük düşünceleri kenara süpüremediğinizde, hatırınıza geçmişten bir şeyler, gelecekte yapmanız gerekenler gelince moraliniz bozuluyor, “ben yapamayacağım, yapamıyorum” duygusunu, kaçma, bırakma isteğini yaşıyorsunuz. O anda hocanız yetişiyor imdadınıza, “bekle, onuncu gün bir eşiği geçeceksin, bir şey “click” deyip yerine oturacak” diyor. Evet, gerçekten onuncu gün bir eşiği geçtim, bir şey küt diye yerine oturdu, bir kapılar açıldı sanki…
 
Geriye dönüp baktığımda, hala daha o büyülü günlerden içimde kalan bir dinginlik, huzur, iç sessizlik var. Yaşamımda hiç on gün art arda sabah dörtte kalkmamıştım. Günün ışımasını on gün art arda izlememiştim. Kardelenlerin gün doğarken Avatar filmindeki çiçekler gibi adeta fosforlu olduğunu görmemiştim. Kendime hiç bu kadar zaman ayırmamıştım, bilinçaltımın bu kadar derinlerine inmemiştim. Sessizliğin ve yaşamın bu denli güzel olduğunu hissetmemiştim…