GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Dr. Berna BRIDGE
YAZARLAR
9 Mayıs 2012 Çarşamba

IQ ile ölçülen zeka, çocuklarımızın başarısını belirleyen değişmez bir etken midir?

Çocuklarımız sınavdan sınava koşuyor bu günlerde… Bir yanda üniversitenin birinci, ikinci basamak sınavları, bir yanda SBS’ler, bir yanda 4+4+4 sistemi ne olacak kaygıları… Peki, çocuklarımızın başarılarında IQ’ları değişmez bir etken mi? Öyleyse, neden yüksek IQ’lu çocuklar, ortalama IQ’ya sahip arkadaşlarına göre yaşamda daha başarısız olabiliyorlar?
Bu aklımıza “IQ’dan başka etkenler yok mu?” sorusunu getiriyor. Yanıt ise, mutlaka IQ şart. Onsuz olmuyor. Ancak, araştırma bulgularına göre, iş ve okul yaşamındaki başarıyı IQ kadar EQ (Duygusal Zeka) da belirliyor.
Duygular… Duygularımız yaşamımızı yönlendiren, renk katan, en büyük sevinçlerimizin ve acılarımızın nedeni olan duygular… Peki, yaşamımızda bu denli büyük yeri olan gerçek duygularımızı ne kadar fark edebiliyoruz, onları anlamaya, tanımaya ne kadar zamanımızı ayırıyoruz?
Çevremizdeki kişilerin duygularını ne kadar anlıyoruz? Duygularımızı ne kadar iyi yönetebiliyoruz? Diğer kişilerin duygularını ne kadar iyi yönetebiliyoruz? Duygularımızı iyi yönetemediğimizde kayıplarımız ne oluyor? İş yaşamımızda, okul yaşamımızda, aile yaşamımızda, yani yaşamımızın her alanında başarısızlık bekliyor bizi, eğer duygularımızı yönetemiyorsak…
Peki, içine düştüğümüz çatışmalar, anlaşmazlıklar, kısır döngüleri, ezilmeler, bunlar ve benzerleri bir yazgı mı? Yoksa, duygularımızı ve diğerlerinin duygularını idare etmeyi öğrenmemiz olası mı? Yaşamımızı ve ilişkilerimizi her yönde daha sağlıklı bir temele oturtmak, çocuklarımıza böyle bir yaşam eğitimi vermek olası mı? Duygularımızı iyi yönetemediğimizde kayıplarımız ne oluyor?
Son yıllarda yapılan araştırmalarla böyle bir yaşamın yazgı olmadığı, duyguların eğitiminin hem yetişkinlere verilebileceği, hem de okullarda çocuk ve gençlere öğretilerek onları iyi ve kaliteli bir yaşama hazırlamanın olası olduğu belirlendi. Bu araştırmalar sonucu ‘Duygusal Zeka’ kavramı ortaya çıktı.
Eskiden zeka IQ (intelligence quotient) diye adlandırılan, çabuk öğrenme, çabuk kavrama, unutmama gibi bir kavramdan oluşuyordu. Başarının yalnızca böyle bir zeka ile geldiği düşünülüyordu. Yapılan araştırmalar bunun doğru olmadığını gösterdi. Yüksek IQ’lu öğrencilerin ortalama IQ’lu öğrencilere göre yaşamda daha az başarılı oldukları yine uzun yılları kapsayan araştırmalarla belirlendi.
Son yıllarda Howard Gardner zekanın o kadar kolay tanımlanabilir bir kavram olmadığını savunarak zeka üzerindeki tabuları yıktı. Toplumu çoklu zeka kavramıyla tanıştırarak zekanın tek yönlü olamayacağı düşüncesini getirdi. Çoklu zeka kavramı çocukların zekalarının onların müzik, sanat, matematik, edebiyat, spor gibi yeteneklerine göre gruplanmasıydı.
Yani, Howard Gardner’a göre bir kişide örneğin müzik zekası yüksek iken diğer kişide matematik, diğer bir kişide ise sanat zekası yüksek olabiliyor. Howard Gardner ile başlayan çoklu zeka kavramına duygusal zeka kavramı eklendi. Kişilerin duygusal açıdan da zeki ya da cahil olabileceği belirlendi.
Geçimli olmak, kendisinin ve karşısındakinin duygularını idare etmek, kendini motive etmek, empati, mütevazilik, uyumlu olmak, hoşgörü gibi özelliklerin yaşamda başarı getirdiği, başarılı olmanın yalnızca IQ ile sağlanmadığı kanıtlandı.
Kendine aşırı güvenen, kendini beğenmiş, empati yapamayan, diğerlerinin gereksinmelerini anlayamayan öfkeli, kaygılı, hep “ben” diyen ama yüksek IQ’lu çocukların yaşamda fazla başarı kazanmadığı, iş yaşamlarını, evliliklerini, sosyal ilişkilerini iyi götüremedikleri görüldü.
Sonuç olarak, araştırma bulguları, iş, aile ve okul yaşamındaki başarının IQ kadar EQ-Emotional Quotient (Duygusal Zeka) tarafından oluştuğunu belirledi.
Duygusal zeka yoksunluğunun, kişinin aile yaşamından mesleki başarısına, toplumsal ilişkilerinden sağlık durumuna kadar birçok alanda sıkıntılara yol açtığı anlaşıldı.