GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
13 Ocak 2014 Pazartesi

“Hukuku adalet sarayından dağa kaldırma telaşı…”

Bi dolu hukuki terim, bi dolu kanun maddesi arasında boğulmuş durumdayız. Öncekiler, sonrakiler, şimdi yerine konulmak istenenler… Hangisi niye getirilmişti, hangi getirilen götürülmek isteniyor, daha önce var olan şimdi niye yok edilmeye çalışılıyor derken… Anlamazlık katsayısı da tavan yapıyor.
Biz kendi halinde vatandaşlar için durum bu.
Ama çok kişinin anlamadığını, anladık diyenlerin de aslında tam manada anlamadıklarını söylüyor hukukçu arkadaşlar. ‘Durum sandığınızdan da karışık. Biz bu işin eğitimini aldık, işimiz bu, bizim bile zaman zaman kitap/kanun karıştırmamız gerekiyor’ diyorlar.
Aslında anlayamadıklarımızdan ötürü değil moral bozukluğumuz. Sapla saman arasında dahi anlayabildiklerimizden! 
Mesela öyle anlıyorum ki, yargının tümüyle yürütmenin emrine amade olduğu yeni hukuk sistemiyle kimse iktidarın yolsuzluklarını soruşturamayacak, iktidarın içindeki talancı/soyguncu/hırsız yakalanamayacak.
Bizden istenen, iktidara ‘kayıtsız şartsız, itirazsız’ güvenmemiz.
Dereyi geçerken sırtlarına aldıkları akrebin soktuğundan’ şikayetçi Hükümet, ‘kötü niyetlilerin’ bir daha kendilerini sokmaması için, dereyi tek başlarına geçmenin hukuki koşullarını örmeye çalışıyor.
‘Başımıza bir çorap örüldüğü’ kaygısını taşıyanlar da var güçleriyle bu kara oyunu bozmak için bağırıp çağırıyor.
Nadiren bir araya gelen üç kurumun hazırladığı bir ‘ortak çıkış’ ilanı vardı dün bazı gazetelerde örneğin.
YARSAV, İzmir Barosu Başkanlığı ve Yargıçlar Sendikası’nın yaptığı duyuru,
“Son gelişmeler göstermektedir ki; yasadışı ortaklarını saf dışı bırakmaya çalışan siyasal iktidar, yargıyı tamamen kontrolüne alıp, iktidara yakın olan herkesi, yargıdan muaf hale getirmek istemektedir” cümlesiyle başlayıp,
 
“İktidarın gündeme getirdiği son HSYK düzenlemesi; rüşvet-hırsızlık-yolsuzluk zanlılarının, tarihte örneği az görülen bir gözü karalıkla, hukuku adalet sarayından dağa kaldırma gayret ve telaşıdır” diye sürüyor,
 
“Yapılmaya çalışılan düzenleme; evrensel insan hak ve özgürlüklerine temel zemin oluşturan kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve yargıç teminatı ilke ve değerlerinin, rüşvet-yolsuzluk- hırsızlık zanlılarına, ayakkabı kutuları içinde miktarı meçhul bir bedelle satılmasıdır.
 Kuşkusuz bu yasa, toplumun adalet için gözünü diktiği son nokta olan yargının, Adalet Bakanı üzerinden yakınları mahkeme kararları ile aranan ülke yöneticilerine altın tepsi içinde sunumudur. Bu konuda sessizlik ya da ikircikli bir tavrı affedilmez bir hata, karşı koyuşu ise tarihsel bir sorumluluk olarak görüyoruz. Gezi Parkının sembolize ettiği değerlerin güvencesi olması gereken yargı, aynı görkemli sahip çıkışı hak etmektedir.
Evrensel hukuk ilkelerinin, temel insan haklarının ülkemizdeki savunucusu olan bizler, yargının, topluma karşı bir tür silah olarak kullanımı anlamına gelecek düzenlemelere karşı iktidara son uyarımızı yapıyoruz: Yargıdan elinizi çekin!” diye sonlanıyordu.
 
 
Bugünün dikkat çekici iki ‘endişeli’ duyurusu da iş dünyasına aitti.
Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu TUSKON, HSYK’nın yapısının ve işleyişinin değiştirilmesine karşı olduklarını belirttikleri açıklamada; tasarının ‘yargı mensuplarının, hukuki tarafsızlığını ve bağımsızlığını imkansız hale getireceğini’ vurguluyordu.
TÜSİAD’ın açıklaması ise HSYK’nın yanı sıra kaygı verici bir başka düzenlemeyle ilgiliydi. Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nun gündemine getirilen ‘torba tasarı’da yer alan internet suçlarına ilişkin düzenlemelerle ilgili kaygıları dile getiren TÜSİAD, “bilgiye erişim ve bilginin yayılımında çok önemli etkiye sahip internetin ülkemizde sürekli yasaklama refleksleri ile tartışılması, bilgi toplumu olma hedefimizle de çelişkili bir durumdur. Tasarının ilgili sivil toplum örgütleri, akademisyenlerin ve internet ekosisteminin paydaşlarının görüşleri dikkate alınarak iyileştirilmesi TBMM’den beklentimizdir" diyordu.
 
Bildik bir fıkradır, günün anlam ve önemine uygunluğundan, tekrarlayalım.
“Yolcular uçağın yanında otobüsten inmişler.. Bavullarını gösteriyorlar. Bir bakmışlar uçak şirketinin minibüsü yanlarında durmuş; içinden kaptan pilotla, yardımcı pilot inmişler..
Yolcular fena halde şaşırmışlar…
Nasıl şaşırmasınlar?
Kaptan pilotun elinde bir beyaz baston, kolunda üç noktalı bant…
Yardımcı pilotun elinde bir köpek tasması, tasmanın ucunda bir köpek…
Sağa sola çarparak öylece ilerliyorlar uçağa.
Günlerden 1 Nisan değil ama, “Şaka herhalde” demiş yolcular, doluşmuşlar uçağa..
Uçak pistte hızla ilerlemeye başlamış. Yolcuların gözleri camda.
Uçak hızlanmış.. Yolcular endişelenmeye başlamışlar..
Uçak daha hızlanmış. Pistin sonu hızla yaklaşmaya başlamış..
Uçak iyice hızlanmış.. Bazı yolcular paniklemiş dua etmeye başlamışlar.
Uçak son hıza, bu arada pistin sonuna da ulaşmış. 10 metre sonra betonun bitip çimlerin başladığı gören yolcular, dehşet içinde çığlığı basmışlar.
Tam o anda da kaptan pilot levyeyi sonuna kadar çekmiş; uçak tam pist biterken tekerleklerini yerden kesmiş, havalanmış.
Kaptan pilot arkasına yaslanmış. Derin bir nefes almış ve yardımcı pilota dönmüş:
“Biliyor musun?” demiş, “Bir gün çığlık atmayacaklar ve hepimiz öleceğiz!”
 
Bugünlere dair tek tesellimiz/umudumuz bu işte. Çığlık atanların varlığı!