GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
26 Aralık 2013 Perşembe

Akla zarar, yerli dizi gibi günler…

Ege TV’de üç yıldır Nedim (Atilla) ve Ümit (Yaldız) ile birlikte yaptığımız ‘Söz Meclisten İçeri’, Salı akşamları ‘canlı’ yayınlanır, bilenlerin malumu. Programın ‘tekrarı’ ise Pazar günleri 12’dedir, malumun ilanı...
Programda iki yılı devirip üçüncü yıldan günler/haftalar aldıkça, hele ki son bir ayda bir şeyler oldu; canlı yayınlandıktan 4 gün sonra Söz Meclisten İçeri, hani tekrar olduğunu bilmeyenler için ‘bunlar ayda mı yaşıyorlar, ne anlatıyorlar’ tadına erişti! Zira Salı akşamı gündemi, Pazar günü tekrar programa kadar, bambaşka iklimlere evrilmeye bırakmaya başladı. Hele ki 17 Aralık’tan itibaren! Bırakın 4 gün sonrayı, sabahla öğle, öğle ile ikindi, ikindi ile yatsı arasında, ‘şoklardan şok beğen’ durumları oluştu; Batıda bir ülkenin bir yılda yaşamadıklarını ‘konsantre’ olarak, gün be gün yaşar hale geldik.
Hala beyin spazmı geçirmediyseniz, beyin jimnastiği namına… Arka plan sesleri yazmadan, ‘en basit haliyle’ sıralarsak eğer, 9 günlük hallerimiz şudur:

*

17 Aralık sabahı bir kalktık ki, dört bakanın adı felaket bir yolsuzluk operasyonunun baş kahramanı olarak anılıyor. Evlere operasyon yapılıyor, deste deste paralar, çelik kasalar, ayakkabı kutularının içinde çil çil dolarlar/eurolarla birlikte 3 bakanın oğlu, (beraberindeki bi dolu isim, ünlü müteahhitler, bir belediye başkanı vs ile) derdest emniyete götürülüyor. Üstelik, götürülen oğullardan birinin babası, emniyetin bağlı olduğu İçişleri Bakanı. O da tıpkı Başbakan gibi haberlerden öğreniyor.
İddialar, ortaya saçılmış tapeler falan, bakalım ne diyecekler diye nefesleri tutmuş beklerken, bakanlardan hiçbiri kamuoyu karşısına çıkıp kendini ve oğlunu savunamıyor, iş Başbakan’a ve haliyle dış mihraklara/komplolara kalıyor.
İki bakanın oğlu cezaevinin yolunu tutuyor, birisi serbest bırakılıyor. Ve akabinde ülke sathında adeta cadı avı başlatılıyor.
Savcının emri altında Adli Kolluk görevini yapan polisler, soruşturmanın hemen ertesi günü görevden alınıyor; yani İçişleri Bakanı, kendi oğlunu tutuklayan polislere görevden el çektiriyor.
Emniyetteki tasfiye dalgası İstanbul’la sınırlı kalmıyor, Türkiye'nin değişik yerlerinde toplam 135 Polis Müdürü görevden alınıyor. İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın merkeze çekiliyor.
Soruşturmanın gizliliğine büyük bir darbe vuruluyor ve Adli Kolluk Yönetmeliği bir gecede değiştiriliyor.. Bu değişiklikle artık yürütmeden habersiz soruşturma yapılmasının önü kesiliyor. (Örneğin İçişleri Bakanlığı hakkında bir soruşturma varsa Bakan'ın haberinin olması sağlanıyor.)
 

Emniyet'teki polis müdürleri tasfiyesinin ikinci dalgası, neredeyse semt karakollarındaki polislere uzanıyor. Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında görev alan 400 polisin görev yeri değiştirilirken, ülke çapında değişiklik ve yer değiştirmelere, haber ajanslarının hızı yetişemiyor. 

Emniyet’ten sonra sıra maliyeye, sağlığa geliyor, hastanelerde yer yerinden oynuyor. Bürokrasi ‘muz kabuğu’nda yürüyüşe geçiyor!
Bu arada dualar ‘out’, beddualar ‘in’ oluyor… Sadece hükümet olmakla kalmayıp aynı zamanda devlet de olduklarını övünerek söyleyen AKP’liler için ‘yeni söylemler’ dönemi açılıyor. Önce Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın "devlet içinde illegal bir örgüt"ten, ardından Başbakan Erdoğan’ın büyük bir hiddetle "devlet içinde devlet"ten bahsetmeleri ve bunları kazıyacaklarını söylemeleri Türkiye’de yepyeni/ ürpertici bir dönemin başlayacağına işaret ediyor.
Ergenekon, Balyoz vb. süreçlerinde cemaat ile ele ele vermiş, ‘taraf olmayan bertaraf olur’ şiarıyla kendileri dışında kalanları ak ve kara olarak ikiye bölmüş hükümet, bu kez cemaati, cemaat de hükümeti ‘bertaraf etmek’ üzre kolları sıvıyor.


Kabinedeki değişiklikler, istifa eden şaibeli bakanlar, Erdoğan’ı suçlayarak/istifaya davet ederek gidenler, yerine ‘sadakatleri sınanmışlardan’ seçilmiş isimler… Hiçbiri ama hiçbiri, mevcut siyasi kavgada kimi tutarsanız tutun… Ya da hiçbirini tutmayıp ‘bana ne bu it dalaşından, yesinler birbirlerini’ deyin; bu ülkenin kısa vadede ‘demokrasi ve hukuk devleti olacağına dair’ en ufak bir umut ışığı yaratmıyor.
Gülen cemaatinin emniyet ve yargıdaki nüfuzunu kendi siyasi hedefleri için kullanırken durumdan hiç şikayetçi olmayan Başbakan ve çevresinin, emniyet ve yargı içinde kümelenen bir cunta olduğu ve bu yapının kendisini hedef aldığı iddiasıyla yaşanan gelişmeler, demokrasinin garabet halini, hepimizin sigortası olması gereken hukuk sisteminin çöktüğünü göstermekten öte gidemiyor. Ortaya saçılan ifşaatlar, bu memlekette yargının bağımsızlığını değil, kapalı kapılar ardında sürekli bir ‘at pazarlığı’ yapıldığının göstergesi oluyor.
Binbir hukuk ihlaliyle yargılanıp ‘darbeci’ suçlamalarıyla cezaevlerine tıkılmış, rütbeleri sökülmüş askerlere dönüp bakamadan… 
Başbakan’ın siyasi danışmanı Akdoğan’ın ‘cemaatin orduya komplo kurduğunu’ ifşa etmesi, ard arda yaşanan depremler/tsunamiler ortasında, kendisi başlı başına ‘yıkıcı bir açıklama’ olmasına rağmen, arada kaynayıp gidiyor.


Sadece bugün ‘1 gün içinde’ yargıda yaşananlara bakar mısınız?
2. dalga yolsuzluk soruşturmasını yürüten savcı Muammer Akkaş’ın elinden dosya alınıyor.
Savcı Akkaş ‘engellendiğini’ öne sürüyor; Başsavcı Turan Çolakkadı ise Akkaş’ı soruşturmanın gizliliğini ihlal etmekle suçluyor. 
Bugün akşam saatlerinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu konu hakkında açıkla yaparak 'Yeni Adli Kolluk Yönetmeliği Anayasa'ya aykırı. Adli Kolluk, savcıların emirlerini yerine getirmekle yükümlüdür. Yönetenlerin yargı tarafından denetlenmesi hukukun gereğidir' diyor.  
Bu açıklamaya HSYK'nın bazı üyeleri muhalefet şerhi koyarken, HSYK'nın bildirisine ilişkin AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şentop "Sadece 13 üye korsan bildiri yayınladı. eskiden asker adına bildiri yayımlanırdı, şimdi HSYK yayınlıyor. siyasi sonuç almak için savcılığın ve hakimliğin gücünü istismar etmeyelim" diye konuşuyor.
Gecenin son bombası da, tüm bu olağanüstü gelişmeler yaşanırken Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun tatile çıkma kararı alması oluyor!
*
Buldozer olup önce cemaate yakın isimleri, sonra sermayesini, -en sona da muhtemelen kavgada yanında yer almayanları saklayıp- ezip geçmeye yeminli Başbakan, durdurulabilecek mi?
Yerel seçim ‘takoz’ görevi görebilecek mi?
Muhtemel bir erken genel seçim, sorunu kökten çözebilecek mi?
Dokunanın da dokunmayanın da yandığı/yanmaya aday olduğu bu durumun, ortaya saçılan bu cerahatin/çürümüşlüğün tedavisi/onarımı nasıl, kaç yılda mümkün olabilecek?
Daha da uzatabilirim ama nefesim(iz) kesilmeden son bir soruyla noktalayayım:
‘Aklımıza mukayyet olmak’tan başka, aklınıza gelen var mı?