GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
21 Kasım 2013 Perşembe

Kellim kellim la yenfa…

Canı sıkılmış bir Tanrı Türkiye’yi hangi gözlerle izler, canını sıkan dünya evlatları içinde bizim payımız nedir? Bizden bin beterleri/fenaları varken, bizi –müdahale için- hangi sıralamalara kor? Hikmetinden sual olunamadığı için bilmeyiz tabii… Lakin biz kullarının –en azından yüzde 50’lilerinin- canı, bu aralar fenadan da fena. Bi tatsız, bi tutsuz ki…
Demokrasi oyuncağıyla eğlenip, kim aday olacak/olmayacakla, bitmez tükenmez tahminler ve hayali senaryolarla gün geçirip sonuçlarla ruhumuzu yelpazeleyeceğimizi umarken… Gözlerimiz, gözümüzün önündekileri görmeye bile yetmezken; bir de dört duvar/kapı demirlerin ardında yaşananlar var ki… hem gözler, hem gönüller âmâ onlara. Ve sağır da…
 
Adalet Bakanlığı hapishane yetiştiremiyor ülkeye; üst üste, alt alta, merdivenlerde, koridorlarda tutuklular, hükümlüler. Dünya sıralamasında uzun süredir birinciliği kimselere kaptırmamanın gururunu(!) paylaşıyor…
Bazen gündelik sosyal paylaşımların arasına hasta bir mahkuma, hakkı olan sağlık muayenesinin yapılabilmesi için imza kampanyası sıkıştırılıyor ki, çoğunlukla üzerinden atlanılıp çekirdek çitleği konulara ‘beğen’ tıklanıyor, imkansız hayatlar daha ikinci sayfaya geçmeden hafızaların ‘delete’ tuşuyla yalnızlarına gömülüyor.       
 
20 Kasım, Dünya Çocuk Hakları Günü’ydü dün. BM Genel Kurulu’nca kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 24. yıldönümü. ‘Dünyadaki bütün çocukların insan haklarını düzenleyen bir anayasa niteliğinde’ diyor sözleşme için İzmir Barosu.
23 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’nin imzaladığı sözleşmeye rağmen… Toplumun bu en güçsüz bireyinin halen korunmasız, halen gelişmemiş olduğunu ya da… Her türlü istismarın ve sömürünün öznesi olmaya devam ettiğini yazıyor…
 
 
 
 ‘Yarının umutları’ söylemleriyle gelecekle ilişkilendiriledursunlar devlet ve aile tarafından gereken tedbirlerle korunduğu varsayılan çocukların, “yanlış eğitim politikaları, sosyal hizmetlerde yetersizlik, yoksulluk ve yoksunluk gerçeklerinin yarattığı ağır yaşam koşullarında varolmaya, soluk almaya ve toplumsal yaşama bir birey olarak katılmaya çalıştıklarını’ da sıralıyor İzmir Barosu.
Ağır ve tehlikeli işlerdeki çocuk işçiler, cinsel suçlardaki mağduriyetler, erken evliliklerde bir anda büyüyüveren küçük kızlar, aklımıza ilk geliverenler olsa da… Çocuk hakları ihlallerinin en yoğun yaşandığı alanlardan biri, çocuk cezaevleri; görüş alanlarımızın dışında kalıyor tıpkı büyüklerinde olduğu gibi…
 
Çoğu zaman ‘büyüklerinin’ kurbanı olup büyüklerin gözetiminde cezaevlerine topluma kazandırılma amacıyla kapatılan bu çocukların, seslerini/yaşadıklarını duyurmada büyüklerden de çaresiz olduklarını tahmin etmek için hayal gücüne bile ihtiyaç yok, değil mi? Varsa da onu, ‘bir raporla’ gerçeğe dönüştürmüş İzmir Barosu.
Aliağa Şakran'daki Çocuk ve Gençlik Ceza İnfaz Kurumu'nda yatan çocuk tutuklu ve hükümlüler ile müdafii avukatların, kötü muamele yapıldığı, kurum yöneticilerinin keyfi tutum ve davranışlarda bulunduğu, hastane sevklerinin zamanında gerçekleştirilmediği, sosyal ve eğitsel faaliyetlerden yararlanmada sorunlar yaşandığı yönündeki şikayetleri üzerine…  Baro’nun Çocuk Hakları Merkezi ve İnsan Hakları Merkezi Cezaevi Komisyonu üyelerince gerçekleştirilen iki ayrı ziyarette hem yetkililer, hem de çocuk tutuklu ve hükümlülerle görüşülüp…. Çarpıcı tespitlere ve sonuçlara ulaşılmış.
 
Kurum yöneticilerinin allayıp pulladığı, sanki ‘gençlik kampı’ havasında sunduğu cezaevi gerçeği ile yaşları 12-18 yaş arası çocuklarla 18-21 yaş arası gençlerin üstü kapalı/korkarak anlattıkları arasında dağlar var her zamanki gibi elbette.. ‘Devlet yalan söylemez’in yalan olduğunu, çocuklar bile bilirlerken bu memlekette üstelik.
 
Hortumla dövülen, kendini jiletleyenin yarasına tuz basılan, ‘müşahede odası’nda 3.5 ay tutulup ‘5 gün kalmıştır’ belgesi imzalatılan, müşahedenin 2 ayını yataksız geçiren, 30 gün havalandırmaya hiç çıkarılmayan, tecridin yanı sıra dayakla da eğitilen(!), mavi süngerlerle kaplı olduğu için adı ‘mavi oda’ olan ceza odalarıyla korkutulan, sinekli/böcekli yiyecekleri yemek zorunda kalan, istemedikleri sıkıcı faaliyetlere zorlanan ve daha bi dolu üzücü ayrıntılarla dolu raporda çok can yakıcı bir ayrıntı daha var ki… Çarpılmamak mümkün değil.
Çocukların neredeyse tamamının ‘uyku ilacı’ alıyor oluşu. Daha doğrusu ‘uyku ilacı’ aldıklarını zannededursunlar, ‘şizofreni, manik depresif, majör depresyon’ gibi ağır ruh hastalığı tanılarında ‘doktor kontrolü’ altında verilmesi zorunlu olan, başlarken de tedavi bitirilirken de dozajı yükselte yükselte/azalta azalta ayarlanması şart olan, aksi halde ciddi sonuçlar doğuran 300’lük SEROQUEL’i yaygın biçimde yutuyor olmaları…
İlacın kullanılırken mutlaka böbrek ve karaciğer fonksiyonlarının izlenmesinin şart olması bir yana… İleri vakalarda dikkatle izlenerek verilen bir ilacın, uyku tutmadığı için ilaç talep eden çocuklarda böylesi rahatlıkla kullanılması… En az hortumla dayak, en az mavi oda, en az tecrit kadar canımı acıttı benim.
Büyüklerin, büyüklerin söylediği masallarla uyutulmasını ‘romantik’ bırakan, çok vahim bir gerçek bu.
Umarım, İzmir Barosu’nun hazırlayıp sunduğu bu rapor yetkililerin kılını kıpırdatır, umarım devreye büyükleri uyutmakla meşgul büyükler girer, umarım bir şeyler değişir, iyileşir, ‘kellim kelllim la yenfa…’ (söyle söyle fayda yok) duygusu hiç değilse bir hücremizi terk edip bizi insanlık namına umutlandırır. Ne diyebilirim ki başka?
 
 (Vakit ayırıp bakmak isteyenler www.izmirbarosu.org.tr adresinden İzmir Barosu Başkanlığı, İzmir Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Raporu’nun tamamına ulaşabilirler.)