GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
2 Mayıs 2013 Perşembe

Hicap duydum...

Taksim’deki ‘inadın’ geldiği noktayı hayretle ve ibretle izledim. Taksim sabıkası kabarık olan bir dönemin İstanbul Valisi, şimdilerin İçişleri Bakanı Muammer Güler’in inadıyla başlayan, Başbakan Erdoğan’ın ayak diretmesi ve sendikaların karşı duruşuyla ortaya çıkan gerilimin patlamaya dönüştüğü, biber gazının, tazyikli suyun acımasızca kullanıldığı görüntüler…
İçim acıdı, vicdanım sızladı. Korktum, ürktüm…
22 bin polis… Bu kadar silahlı adamla savaşa gidilir dedim kendi kendime…
Tonlarca biber gazı…
Binlerce ton soğuk, tazyikli su…
Niçin, neden ve de nasıl…
Yakıştı mı, oldu mu? Nereye gidiyoruz diye defalarca sordum kendi kendime.
Bırakın DİSK üyelerini, işçileri, ana muhalefet partisinin genel başkan yardımcısı hastanelik oldu. 17 yaşındaki bir çocuğun kafasına gözyaşı bombası atıldı. Köşeye sıkıştırılmış insanların üzerine dakikalarca tazyikli su sıkıldı. Hastane bahçeleri savaş alanına dönüştürüldü. Bunlar kameralara yansıyanlardı belki… Daha fazlasını göremedik.
Kuş uçurtulmadı. Bırakın kervanı otobüs, dolmuş bile çalıştırılmadı.
Fetih 1453 sahnesi gibiydi her yer…
22 bin zırhlı polis… Tam donanımlı panzerler… Barikatlarla alanı çeviren emniyet güçleri… Ne pahasına olursa olsun, onlarca engeli aşıp Taksim’e çıkmaya çalışan, polisle çatışan işçiler, emekçiler vs.
Savaş sahnesi mi? En canlısından… Hollywood aksiyon filmlerine taş çıkarır. Hem de bir gram rol yok, aktörler de en az biber gazı kadar organik…
Otobüs, dolmuş, metro, tren, tramvay… Dünya kenti İstanbul’un en prestijli semti Taksim’in dünyayla bağlantısı kesilmiş. Saat 07.30’da başlayan organik biber gazı ve soğuk su, sıcak temaslarda coplarla süslenip akşama kadar servis ediliyor.
Bilânço her açıdan ağır… Serde gazetecilik var sonuçta… Bandı bir ileri bir geri sarıyor, olaylara maziden örnekler arıyorsunuz.
21 Mart’ta Diyarbakır’daki Nevruz etkinliklerine gitti aklım.  Terörist başının posterleri, kanlı örgüt lehine atılan sloganlar, örgütü simgeleyen bayraklar, flamalar… Ve de olan biteni sükunetle izleyen talimatlı polis, jandarma…
Az daha geriye gittim sonra…
8 Nisan’ın Silivri’sine… Özel yetkili mahkemelere isyan eden binlerce Türk bayraklı vatandaşın maruz kaldığı jandarmanın biber gazlı soğuk servisine…
Biraz daha geriye gittim.  
29 Ekim’in Ulus’una… Ellerinde Türk bayrakları, Anıtkabir’e yürümek isteyen halkın önüne kurulan barikatı hatırladım. Sıkılan tazyikli suları, biber gazlarını…
Cumhurbaşkanı Gül’ü düşündüm sonra… Ankara Valisi Yüksel’i… Başbakan’ın ayak diretmesine rağmen barikatı devirmişler halk Atasına yürümüş Erdoğan dışında herkes ve her şey normale dönmüştü.
Ulus’ta olup da Taksim’de olmayan neydi peki?  
Ulus’un gizli kahramanı Cumhurbaşkanı Gül, taksimde yoktu mesela…
Devletin şefkatli yüzü, merhameti yoktu.
Demokrasi yoktu, insan hakları hiç yoktu.
1977’den sonra 1 Mayıs’a yasaklanan Taksim’i 30 küsur sene sonra açan AK Parti hükümetini, Başbakanı ayakta alkışlamıştık oysaki. Daha 3 sene önce… Yine 1 Mayıs’ı resmi bayram ilan ettiğinde de alkışlamıştık AK Parti hükümetini canı yürekten…
Bugünse aynı iktidarı işçisine/emekçisine/siyasetçisine/vatandaşına reva gördüğü biber gazı yüzünden kınıyoruz. Hem de şiddetle… ‘Ulus’ta yıkılan barikatın öcü mü alınmıştır birilerinden… Yoksa burada patron benim, benim borum öter, ben ne dersem o olur mu denmek istenmiştir’ bilemem.
Ama gördüklerim benim vatandaşı olmaktan yakın zamana kadar gurur duyduğum bir ülkeye yakışmadı. Gördüklerimden derin bir hicap, üzüntü duydum.
 
Sahi, neden yasaklanmıştı Taksim?
İşçiler inşaata düşmesin diye… İnşaata düşmesinler ama tonlarca biber gazıyla hastanelik olsunlar. Kafalarına gözyaşı bombası atılsın 17 yaşındaki gençlerin… Polisle vatandaş
karşı karşıya gelsin, getirilsin.
Erzurum’dan, Adana’dan, Antep’ten takviye polis getirip savaşa gider gibi müdahale ekibi kurana kadar inşaatın etrafına 4-5 bin polis dikseydiniz en kötü…
Geçen yılki gibi şiddetini değil birleştiriciliğini konuşsaydık 1 Mayıs’ın…
Beşiktaş’ın Çarşısı, Cimbom’un Ultraslan’ına karışsaydı…
Müslüman solcular yeşil sloganlar atsaydı…
Zaten bayram yapacak mecali kalmayan emekçiler ve DİSK bayramlarını 1 Mayıs’ın kabesi/kıblesinde kutlasaydı.
Zor muydu bu kadar?
Zaten gergin olan ülkeye biraz dala biber gazı sıkılmasaydı.
Polisimiz işçisiyle karşı karşıya gelmeseydi. Kimsenin burnu kanamasaydı.
Bazıları diyor ki ‘devlet devletliğini yapar’
Doğrudur. Devlet devletliğini yapmalıdır. Ama burada değil. Başka alanlarda devletliğini yapamayan devlet, bayram kutlamaya gelen işçisine biber gazıyla müdahale ederek, tazyikli su sıkıp, coplayarak devletliğini yaparsa onun adı devletlik olmaz.
Olsa olsa zulüm olur, baskı olur.
*
Yürekten inanıyorum ki; o görüntüleri izleyen her bir Türk vatandaşı zavallı Dilan’ı görünce, köşeye sıkıştırılmış işçileri, hastane bahçelerine taşan biber gazı servislerini hatta kafası/gözü yarılmış polisi görünce içten içe isyan etmiştir benim gibi.
Vicdanlar kanamadıysa da sızlamıştır en azından…
‘Marjinal gruplar’ diyor sayın Vali…
Bu kadar gerilimi yaratırsanız marjinal gruplara reklam fırsatı da vermiş olursunuz tabi ki. Devlete düşen gerilimi tırmandırmak değil düşürmektir. Devlet inatçı değil şefkatlidir, vicdanlıdır. Tüm bu olanları gördükten sonra endişelerim katlanıyor. Bizi yönetenlerin demokratlığından hep kuşku duymuştum ama artık akl-ı selimlerinden de kuşkuluyum. Bir Başbakan bir Cumhurbaşkanı oylarıyla geldiği vatandaşlarına bu zulmü nasıl reva görür?
Nasıl sessiz kalır…
Demokratik bir ülkede olsaydı tüm bunlar… (Demokratik Kongo Cumhuriyeti de dahil)
İçişleri Bakanı istifa etmiş valisi, emniyet müdürü görevden alınmıştı.
Bir inat uğruna tonlarca biber gazını işçisinin üzerine salan, savaşa gider gibi 22 bin polisle vatandaşının karşısına barikat kuran anlayışı anlamak mümkün değil çünkü.
İşte İzmir’i gördük, Tandoğan’ı, Antalya’yı… 1 Mayıs meydanlarda, bu ülkenin 72,5 rengiyle birlikte omuz omuza kutlandı. Şarkılar söylendi, marşlar okundu, sloganlar atıldı. Kimsenin burnu bile kanamadı. İstanbul’un Anadolu yakasında da sorun yoktu. 5 bin kişi Kadıköy’de 23 Nisan çocukları kadar şendi…
Ya Taksim’de neden böyle oldu?
İnat... İnat… İnat… Bir inat uğruna…
Sendika inat yapabilir ama devlet inat yapamaz.
Devleti yönetenler yapamaz, yapmamalıdır. Meseleye reklâmın iyisi kötüsü olmaz perspektifinden bakarsak eğer… Eylül’de 2020 olimpiyatları için yarışacak olan dünya kenti İstanbul’un dünya çapında reklâmı olduğu söylenebilir. Ama burada reklâmın iyisi kötüsü olmuştur bence… Kötüsü olmuştur en azından… 
Not: Bir gün bu ülkenin Süleyman Demirel'i arayacağı aklımdan bile geçmezdi. Yollar yürümekle aşınmaz diyebilen Demirel'i...