GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
16 Nisan 2013 Salı

Teşekkürler Dilek!

O görüntüyü izlediğimden bu yana rahat değilim.
Üzülsem mi sevinsem mi gülsem mi ağlasam mı bilemedim.
Hani başınızdan aşağı kaynar sular dökülür ya bazen… Bir an öyle hissettim ama içten içe ‘gurur duydum’ mutlu oldum. Hala acıyor bir yerlerim… En çok da vicdanım…
23 yaşındaki üniversiteli genç kızın kanser ilaçlarını getirtmek için yardım istediği bakanın cebine sıkıştırdığı 300 lirayı koruma ordusunu yararak yüzüne vurduğu görüntülerden söz ettiğimi anlamışsınızdır.
Ya da ‘Sağlıkta Dönüşüm/Devrim’ gibi süslü cümlelerle yaratılan pembe tabloların çöldeki bir vaha gibi kaybolduğu ve birinin yüksek sesle ‘kral çıplak’ diye bağırdığı o anlardan…  
Belki mesele çözüldü, belki ‘iyi bile’ oldu.
Her şerden bir hayır misali… Büyük ama gizli bir yaranın deşifresine olanak sağladı 23’ündeki kanser hastası Dilek Özçelik… Bir kısım medya haberi hiç görmese de… Duyarlı medya ve tabi ki de sosyal medya üzerinden milyonları bulan izleyicisiyle yüz binlerce kanser hastasının maruz kaldığı acı tabloyu gözler önüne serdi.
Türkiye’yi 10 yılı aşkın süredir tek başına yöneten AK Parti’nin en iddialı olduğu alanlardan biri olan sağlıkta son 3 yılda atılan adımlarla (Başbakan Erdoğan’ın deyişiyle) ‘nereden nereye’ gelindiğini net bir şekilde ortaya koydu.
Çok değil 12 Haziran 2012 seçimlerinde bile Erdoğan’ın en büyük kozu sağlıktı. Reklâm spotlarında sağlıkta dönüşümü/devrimi anlatıyor, ilaca/doktora ulaşmanın iktidarları döneminde ne kadar kolaylaştığından dem vuruyordu.
Hatta mamografi, ultrason ve tomografi gibi cihazların 10 yılda ne kadar çoğaldığından…
Aslında doğruydu.
AK Parti iktidarının en başarılı olduğu alanlardan biriydi sağlık.
Hastaneler, sağlık kuruluşları birleştirilmiş, ilaç kuyrukları kaldırılmış, özel hastaneler yaygınlaştırılmış, ilaca, doktora giden yollar kısaltılmıştı.
Ne zamana kadar?
Son 3-4 yıla kadar…
2007’den sonra başta Ali Babacan ve Mehmet Şimşek olmak üzere ekonomi kurmayları frene basıp geri vitese takınca sağlıkta da geriye dönüşüm başladı. Ya da tersine devrim… Eski Bakan Recep Akdağ’ın üniversite ve devlet hastanelerini tamamen bitiren inadını saymıyorum bile.
Bugün sağlık hizmetlerinin en az yüzde 25’i vatandaşa fatura ediliyor. Ve vatandaşın faturası her geçen gün kabartılıyor. Muayene sürecinden 6 ilaçtan da 4-5 kalem ‘katkı’ alınıyor.
İlaç katkı payı, reçete katılım payı, ilaç fark payı, 10 içinde farklı hastaneye gittin payı, aile hekimi muayene payı vs. Bu gidişle yakında ‘doktora selam verme, hastanenin önünden geçme’ payı da alırlarsa şaşırmayacağız.
Bakan Bayraktar’la yaşadığı nahoş ötesi diyalogla Türkiye’nin gözünü açan Dilek’in ve on binlerce kanser hastasının durumu çok daha vahim. Onlar katkı payı ödemeye çoktan razı. Dahası 6 değil 60 çeşit olsa da mecburlar. Ya tedavi olacaklar ya ölecekler…
Lakin ihtiyaç duydukları ilaç Türkiye’de satılmıyor. Yasak falan değil ha… Son birkaç yıldır gelmiyor, getirilmiyor.
Çünkü sağlık harcamalarının faturasını önemli ölçüde vatandaşa kesen frenci ekonomi kurmayları, faturanın bir kısmını da ilaç firmalarına kesmeye kalkıp iç piyasada 2,4 lira olan Euro kurunu 1,9 liraya sabitlediği için gelmiyor, getirilmiyor o ilaçlar.
Vatandaşın sağlığından önce hazinenin sağlığını düşünenler yüzünden…
23 yaşındaki Dilek Özçelik’le Bakan Bayraktar arasındaki nahoş diyalogun sağlık sisteminde karşılığı üç aşağı beş yukarı böyle…
Ama bence bu işin yani madalyonun bir yüzü…
Meseleye bir de sosyolojik, sosyo-psikolojik açıdan bakmak lazım.
Ya da moda tabirle ‘algısal’ boyutuyla…
Görüntülerden anlaşılıyor ve de açıkça görülüyor ki Bakan Bayraktar’a göre bir kişiye yardım etmenin yolu öncelikle cüzdandan geçiyor. Vicdan mı cüzdan mı sorusunu sordurtan bu davranışın ‘art niyetli’ olmadığını düşünebiliriz. Art niyetli olmayan ama altında onlarca ‘sosyo mesaj’ barındıran o hareketten günümüz Türkiye’si hakkında çok şey öğrenebiliriz.
İkinci nokta…
Sayın Bakan ya hıçkıra hıçkıra ağlayan Dilek Özçelik’in söylediği gibi ‘Çaresizliği’ tatmamış (Ki inşallah da tatmaz) ya da yaşadıysa bile ‘Sayın’ olduğu için bürokratik engelleri tanımamış. Ya da daha da vahimi…
TOKİ Başkanlığından bu yana kentlerin sağlığıyla fazlaca meşgul olan Sayın Bakan, mensubu olduğu hükümetinin halkın sağlığında çuvallamaya başladığından haberi yok. Varsa bile en azından kanser ilaçlarının Türkiye’ye gelmediğinden, getirtilemediğinden bihaber. Tüm bunlardan haberdar olsaydı Sayın Bakan, inanıyorum ki Dilek Özçelik’e baktığında çaresizlikle kıvranan genç bir kız yerine para için el açmış bir dilenci görmezdi. Ve tüm bunlardan haberdar olsaydı, 75 milyona hatta fazlasına rezil olmazdı.
Sonuçta devletin bir temsilcisine meram anlatmak isterken sosyal bir yaranın açığa çıkmasına, fark edilmesine vesile olan, devletin ayıbını yüzüne vuran Dilek Özçelik’in istediği ilaçların Türkiye’de üretimi için dün anında izin verildi. Muhtemelen kanserli hastaları her defasında kanser eden ilaç çilesi için de somut adımlar atılacak yakında... Dedik ya her şerden bir hayır çıkar diye… Alın size hayır üstüne hayır.
Bu elim vakada Bakan Bayraktar’ın haklı olduğu tek nokta ise…
Ne yazık ki; bir zamanlar onurundan başka serveti olmayan Türk toplumundaki ‘dilenci’ sayısında patlama yaşanıyor. Dahası devlet eliyle yoksulluğunu fırsata dönüştürenlerin sayısı artıyor. Kömür, makarnayla başlayan sandıktaki teşekkürle devam eden ‘al gülüm-ver gülüm’ tablosu yoksul ama gururlu toplumu fakir ama onursuz bir kitleye dönüştürdü.
Metroda, otobüste, sokakta, lokantada, restoranda… Kısacası hemen her yerde el açanların sayısındaki artışı görüyorsunuzdur. Sadaka kültürüyle yaratılan dilenci toplum valiliklerin, kaymakamlıkların, belediyelerin kapısında uzun kuyruklar oluşturuyor bugün. Yardım kuyruklarında kavga ediliyor hatta… Kuyruğun sonuna her gün birkaç yeni halka ekleniyor.
İhtiyaç sahibi olanla, yardımdan geçineni ayırt etmek kolay değil. Yeşil kartlı zenginler mi ararsınız bedava kömürü evinin arka bahçesine indirten torpilli partililer mi?
O yüzden Bayraktar, 23 yaşındaki kanser hastası Dilek’i dilenci sanmakta haklı. En azından yoksulluğunu değilse de gururunu kaybetmiş dahası onuru elinden alınmış bir toplumda mantar gibi çoğalan dilencilerden birine benzetmekte…
Ama bu ağır, travmatik sorunu çözmek yerine sorunu siyasete tahvil etmeyi yeğleyen siyasi iktidarın parçası olarak da suçlu. Ya da suçun ortağı…
Daha pek çok şey söylenebilir ‘bakan’ ama ‘göremeyen’ Sayın Bakan için…
Ve de cebine sıkıştırılan 300 lirayı koruma ordusunu yarıp yeniden ulaştığı bakanın yüzüne vuran ama ondan da önemlisi ülkenin en acı gerçekliğini hepimizin yüzüne vuran emekli bir baba ve ev hanımı bir annenin kızı Dilek için…
Teşekkürler Dilek!
Kayıp neslin gururlu çocuğu…
Demek ki sen ve senin gibiler hala varmış.
Çok teşekkürler.