GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
28 Mart 2013 Perşembe

İzmir sendromu!

Diyanet İşleri Başkanı bir laf etti, deyim yerindeyse ‘yer yerinden’ oynadı. Vaay efendim ‘Gâvur İzmir mi’ demek istedin. Yoksa ‘Sen İzmir’i aforoz mu ediyorsun. Hemen istifa etmelisin’ Falan, filan…
CHP’liler bir tarafta AK Partililer bir tarafta… Ya siyah ya beyaz… Ya öyle ya böyle…
Meseleye tarafsız bakan, bakabilen ‘durun bir dakika’ diyebilen yok.
Bence İzmir’in en büyük sorunu bu… Merkezi idare ile ana muhalefet arasındaki siyasi çekişmenin merkezinde kalmak İzmir’i giderek kutuplaştırıyor.  
Son örnek üzerinden tartışıyor olsak da bu tablo yeni değil.
İzmir’in giderek içe kapanan ya da içe kapatılan bir kent haline geldiğinden bahisle…
Bardağın ne denli dolu olduğunun kanıtıdır son tartışma.
Evet, bardak dolmuş. Ve her damlada taşıyor.
Kim ne derse desin, fark etmiyor. Anında savunma ve saldırı cepheleri oluşuyor.
Aklıselim desen, hak getire… Ve son sürecin moda tabiriyle acilen ‘akil adamlara’ ihtiyaç duyuyor İzmir bence.  Ortada bir sendrom olduğu kuşku götürmüyor. Ve bu sendroma isim bulmak zor değil.
İzmir sendromu… Kökenine indiğimizde bu sendromu tetikleyen şeyin İzmir’i alma ve vermeme kavgası olduğunu görüyoruz. Tarihinde hep ilklerin kenti olmuş İzmir, giderek eski gücünden uzaklaşıyor. Ve tarihinde genellikle merkezi iktidarı belirleyen kentlerin başında gelirken son 10 yılda iktidardan uzak kalan hatta iktidara direnen bir kente dönüşmesi İzmir sendromunun başladığı nokta aslında.
Direnişin sembol kentlerinden biri olarak arzulanan, fethedilmek istenen İzmir, muktedir olmak isteyen iktidarın rüyalarını süslemeye devam ettikçe bu gerginlik sürecek. İzmir’i fazlasıyla arzulayan siyasi iktidarın eylem ve söylemdeki yanlışlarının etkisiyle adeta kapalı devre bir cumhuriyet gibi algılanmaya başlanan dahası kendisini ‘özerk bir cumhuriyet gibi görmeye başlayan’ İzmir, Ankara’dan uzaklaşıyor.
Uzaklaştıkça hassaslaşıyor. Nevi şahsına münhasır özelliklerini koruma içgüdüsüyle koruma kalkanları, savunma mekanizmaları geliştiriyor.
Kendisine dönük en küçük bir tehdidi (iç ya da dış fark etmiyor) algıladığı an topyekûn ayaklanan, önce savunma ardından saldırı pozisyonu alan bir kente dönüşüyor.
Sonuçta sendromun iki yüzü var. Birini AK Partililer ötekini CHP’liler tetikliyor.
İktidarın bir türlü ele geçiremediği İzmir’i türlü yöntemlerle alma çabalarına zaman zaman bürokratik engeller, tarihi davalar eklenebiliyor. Kaş yapayım derken göz çıkartan açıklamalarsa bardağı taşıran son damla oluyor çoğunlukla… İşte ‘Gavur’ iması, arsenikli İzmir, Faşist İzmir, Sümüklü İzmir benzetmesi… Son dönemin sıcak meselesi ‘hicap’ hitabı… Tüm bunları alt alta yazdığınızda ‘öteki İzmir’e ulaşıyorsunuz.
Ya da CHP’lilerin ifadesiyle ötekileştirilmiş İzmir’e…
Ve CHP’nin ekmeğine yağ süren bu söylemlerin hiçbiri İzmirlilere ait değil. Ya da büyük çoğunluğu değil. Zaten İzmir sendromunun ikinci formu tam da bu noktada yaşam buluyor. İşte Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in iki yıl sonra atayıp İzmir’e eliyle getirdiği tasavvuf profesörü müftüyü kentin din adamlarıyla tanıştırdığı o toplantıdaki sözleri de aynen böyle sonuçlandı.
Sonuçta İzmir’in cami cemaatiyle muhatap olan ‘imamlara’ hitap edilen bir toplantıda yapılan bir açıklamaya iki türlü bakmak mümkündü. Zaten İzmir hemen iki türlü ama iki zıt kutuptan yaklaştı meseleye…
‘Ne var kardeşim bunda. Adam din adamlarına sesleniyor. İrfan ihtiyacını ‘eksiklik’ olarak algılamak niye?’ diye soranlar ve o sözleri ‘ikinci Gavur İzmir vakası olarak tanımlayanlar.
Meseleye daha makul, daha ortadan, daha objektif bakan, bakabilen yok.
‘Hoşgörü kenti’ İzmir’e yakışmayan tablo bu işte…
Kim bozulursa bozulsun… Alınan alınsın.
Bu tablo İzmir’e yakışmıyor.
Anında bölünen, paramparça olan, siyah-beyaz şeklinde kutuplaşan, gri alanını kaybeden, akl-ı selimini yitiren bir kent olmak İzmir’in önündeki en büyük tehdit.
İşte İzmir sendromu derken bir kastım budur. İkinci önemli nokta ise;
İzmir’in kapalı devre bir cumhuriyete doğru gittiğinden bahisle;
Kentsel alınganlığının had safhaya ulaşmasıdır.
Bu alınganlığı yerelde siyasetçiler özellikle de CHP’liler tetiklerken, bu sürece zemin hazırlayanların tek bir ortak noktası var.  ‘Yabancı’ olmaları…
Mesele İzmir’in yabancıların gözüyle yargılanmasıyla başlıyor, kıyamet o anlarda kopuyor. Rakı sofralarında ‘gavur İzmir’e içenler Erdoğan’ın ağzından çıkmayan ama ima ettiği düşünülen ‘gavur İzmir’e isyan etmişler, Gavur İzmir iması CHP gemisinin yelkenini hem 2007’de hem 2009’da şişiren faktörlerden biri olmuştur.
*
2008’deki arsenik kavgasının bir ucunda Melih Gökçek değil de İzmirli bir aktör olsaydı sürecin siyasete etkisi çok başka olurdu. Ya da İzmir’in kentsel dönüşüm ihtiyacını anlatmak için ‘Sümüklü’ ifadesini kullanan Hüseyin Çelik değil de başka ama yerli bir AK Partili olsaydı…
Son örnek üzerinden gitmek gerekirse;
İzmir’in dindarlığının diğer kentlere göre ne kadar farklı olduğunu bir İzmirliden duysaydık. (Ki hemen her ortamda bu ve benzeri konuşmalara kulak misafiri olmuşluğumuz vardır)
Yine de bu tepkileri verir miydik?
Bence vermezdik.
Eğer Sıtkı Şükürer gibi ‘kalemini kırdığımız, hakkında linç kararı’ aldığımız biri değilse bunları söyleyen… Kafa sallayıp geçerdik. Hatta Diyanet İşleri Başkanı’nı asan kalemler ‘İzmir’in dindarlığının Erzurum’dan, Konya’dan, Trabzon’dan ne kadar da farklı’ olduğunu ballandıra ballandıra anlatırdı.
Sadece dindarlığının mı?
İzmir farklı yönlerinden utanan değil övünen bir kenttir.
En basitinden… Çekirdeğe ‘çiğdem’ simite ‘gevrek’, süt mısıra ‘darı’ demekle övünen kent dini açıdan ne kadar farklı olduğuyla övünmez mi?
Evet, Diyanet İşleri Başkanı Görmez haklı… İzmir’in dindarlığı farklıdır.
Din üzerinden siyasetin pirim yapmadığı ender kentlerden biridir İzmir çünkü.
Rakı içenle çay içenin Kordon’da yan yana oturabildiği, başı örtülüyle başı açık bir kadının gecenin çak yarısına kadar sokakta dolaşabildiği bir kenttir.
İnanca saygının ‘hoşgörünün’ başkentidir İzmir çünkü…
Mevlana’nın ‘Ne olursan ol gel, ister ateşe tap, ister puta… İster Hıristiyan ol, ister Musevi… Yeter ki gel” felsefesinin en iyi vücut bulduğu kenttir İzmir.
Ama işin içine siyaset girdi mi işler bir anda değişiyor işte… Saygı ifadelerinin yerini nefret söylemleri alıyor. Tribünlere yönelik eylem ve söylem kentin ‘irfan ikliminde’ derin kırıklara yol açıyor. Güzel İzmir’e dışardan gelen kim olursa olsun…
İster başbakan olsun, ister bakan, ister diyanet işleri başkanı…
Bu gerçeklerden hareketle üç kez düşünüp bir kez konuşacak.
Ya da her an linç edilmeye hazır olacak.
 
Not 1: Avrupa Kupası’nda dörtlü finale kalarak tarihi bir başarıya imza atan Pınar KSK’nın finallerde ev sahibi olma talebi gerçekleşti. Uzmanlara göre ‘İzmir’in ev sahibi’ olması KSK için büyük avantaj. Lakin büyütülecek bir durum yok ortada… KSK finallerde ne yapar bilinmez. Ama genel seçimde Karşıyaka’dan 93 bin fark yiyen Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım şimdiden üçlüğü potaya bıraktı bile. Hem de muhtemel rakibi Kocaoğlu’ndan blok bile görmeden… Hem KSK’yı hem Yıldırım’ı tebrik ediyorum.
 
Not 2: İzmir’in 127 yıllık kurumu Ticaret Odası’nın 22 yıllık Başkanı Ekrem Demirtaş’ı bölgenin en büyük televizyon kanalı Ege TV kamerasına, mikrofonuna ve muhabirine yönelik ikinci sansür girişimi nedeniyle esefle, şiddetle kınıyorum. 22 yıllık iktidarın Demirtaş’ı ne denli yorduğu, yıprattığı zaten bir süredir en yakın arkadaşlarıyla, yöneticileriyle karakolluk, adliyelik olmasından belliydi. Ama son mecliste bir kez daha ortaya çıktı. Daha önce de medya mensuplarına dönük hakaretengiz girişimlere cür’et eden Ticaret Odası’nın başkanlık koltuğunda oturan zat-ı muhteremin görevini yapmaya çalışan kameramana ‘özgürlüğünden’ söz etmesini ise doğrusu anlamak mümkün değil. En azından o kurumun tabelasında Ekrem Demirtaş A.Ş yazmadığı sürece… Bir kamu kurumunun başkanı olarak kamusal alanda, kamusal görevini yapmaya çalışan kameramanı ‘güvenlikle dışarı atmakla’ tehdit eden Demirtaş’ın, bu hamleyle muhalif meclis üyelerini zabıtayla dışarı atan Ercan Tatı ve Hasan Karabağ’dan farkı kalmamıştır.
Kendisine acilen itidal, sabır ve metanet diliyorum.
Ve İzmir’in asırlık odasının başkanlık makamından daha fazla sevimsizleşmeden, saygınlığını daha fazla zedelemeden ayrılmasını temenni ediyorum.